Maksat Sinema Olsun “1” Yaşında: Parlayan Bez ya da Hayat Sineması

Maksat Sinema Olsun “1” Yaşında: Parlayan Bez ya da Hayat Sineması

Takvimler 31 Temmuz 2011 tarihini gösterdiği zaman “Her şey bir Rüya ya da Maksat Sinema Olsun” demiştik. Şimdi aradan tam bir yıl geçti, anlayacağınız Maksat Sinema Olsun şimdi bir yaşında! İşte bu güzel haberin şerefine, çok uzun zaman önce ‘Hayat Sineması’ adında bir sinema salonunda –o zamanlar genç olan- bir adamın bana anlattıklarını paylaşmak istiyorum sizinle:

Bir Cuma akşamlı vizyona giren filmlerden herhangi birine girip vakit geçirmek için sokağa atar kendini genç adam. Film ya da sinema salonu konusunda belli bir hedef koymamasına rağmen adımları onu ‘Hayat Sineması’na götürür. Bu durumu çok da umursamaz. Zaten sinemada tek salon oluğu için bir bilet alır ve yerine oturur. Sinemaya karşı umursamazlığı kendini bile şaşırtacak derecededir. Hatta en sevmediği koridor tarafında oturması dahi onu rahatsız etmemektedir. Sanki bugün film izlemek dışında başka bir şey için gelmiştir. Salona biraz dikkatli baktığında ise salonun bomboş olduğunu fark eder. Salonda sadece kendisi vardır. İlginç ama bu da onu rahatsız etmez. Zaten çok geçmeden ışıklar söner ve film başlar.

Filmin başlamasından kısa bir süre sonra kulağına fısıltılar gelir. Fakat bu mümkün görünmemektedir. Çünkü salon boştur. Sağına-soluna bakınır, acaba salon görevlilerinden biri mi diye ama nafile; kimseyi göremez. Hâlbuki sesler çok yakından gelmektedir. Biraz daha dikkat kesildiğinde seslerin aşağıdan, çok yakınından geldiğini fark eder.

‘Aman Allah’ım! Bunlar fare!’ diye irkilir. Birkaç farenin aralarında konuştuğunu görünce, delirmeye başladığını düşünür. Bir taraftan bugün kendisinde bir gariplik olduğunu düşünüp kederlenirken, diğer taraftan da sesler kulağına anlamlı geldikçe ne konuştuklarını merak etmeye başlar.

Onlara doğru biraz eğilir. ‘Ya Rabbi! Bunlar gerçekten de fareler ve aralarında konuşuyorlar. Hatta içlerinde küçük bir tanesi de filmi izliyor.’ diye düşünür. Daha fazla dayanamaz ve farelere iyice yaklaşıp ‘Merhaba’ der. İçlerinde en yaşlısı ‘Dikkat edin! Hipnozdan kurtulmuş!’ diye bağırır ve diğerleri hemen saklanmak için bir yerler ararlar; küçük fare hariç. Küçük fare başını perdeden hafifçe çevirip ‘Onlar hipnoz falan olmuyorlar büyükbaba sana bunu bir türlü anlatamadım.’ der ve yine filmi izlemeye devam eder. Genç adam, küçük farenin pozitif ve emin tavrından cesaret alarak farelere yaklaşır ve ‘Ben hipnoz olmadım. Sizin sesinizi duydum ve merak edip, tanışmak istedim.’ der, der ama öte yandan da içinden ‘Kesin delirdim ben, farelerle konuşmaya çalışıyorum!’ diye geçirir. Genç adamın sesindeki güven verici tondan etkilenen yaşlı fare saklandığı yerden başını çıkararak, ‘Sen nasıl hipnoz olmadın?’ diye sorar. Genç adam artık kendini diyalogun akışına bırakır.

-Bilmiyorum, hipnoz mu olmam gerekiyordu?

-Bu yaşıma kadar, burada gördüğüm her iki ayaklı, büyücünün büyüsüne dayanamaz ve bir süre sonra hipnoz olur.

-Büyücü de kim?

-(Projeksiyon odasını göstererek) İşte oradaki! Işık büyüsünü de orada yapıyor.

-Işık büyüsü?

-(Sinema perdesini göstererek) Parlayan beze ışık büyüsünü yaptıktan sonra parlayan bezde iki ayaklıların sihirli görüntüleri çıkıyor ve sizde o görüntülere bakarak hipnoz oluyorsunuz. Öyle bir hale geliyorsunuz ki gerçek ile bütün bağlarınız kopuyor. Bu sırada anlamlandıramadığımız bir şekilde yanınızda mısır getiriyorsunuz. Önce buraya ilk geldiğimde o mısırların hipnozda etkisi var diye düşündüm ama sonra böyle olmadığını fark edince ailemi buraya getirdim. İşte bu mısırları toplayıp onları yiyerek hayatımızı geçirmeye çalışıyoruz.

Meselenin aslını öğrenen genç adam, yaşlı fareye tebessümle baktı. O sırada hiç yanlarına gelmeyen ve çok dikkatli bir şekilde filmiz izleyen küçük fareye gözü takıldı. Yaşlı fareye, küçük fareyi sordu.

-Bize hiç inanmaz. Ne büyücüye, ne ışık büyüsüne, ne de parlayan beze… Haftanın bu günlerinde mutlaka parlayan bezdeki sihirli görüntüleri izler. Çünkü büyücü nedense büyüsünü bu günlerde değiştirir ve tekrardan o gün gelene kadar hep aynı büyüyü yapar. Bizim küçük farede ilk büyülere dayanamaz ve mutlaka izler. Bizi çok üzer ve korkutur.

-Neden ki? Nasıl olsa bir defa izliyor sonrasında hep sizinle beraber.

-Sen bizim hakkımızda birçok şeyi anlayamazsın iki ayaklı. Her şeyi sen yapıyorsun ya da yıkıyorsun. İstediğine güzel istediğine çirkin diyorsun. Gönlünce beğeniyorsun, keyfince nefret ediyorsun. Dünya senin gücünün etkisi altında. Herhalde bu güç sizi dünyaya yaklaştıracağına daha da koparıyor. Dünyanın kendisinde gerçekleşen olaylara üzüleceğinize, sevineceğinize, ağlayacağınıza, güleceğinize dünyadan kopup şuraya gelip büyücünün ışık büyülerine gülüyor ya da ağlıyorsunuz…

-Bunu sana anlatmak çok zor yaşlı fare.

-Bana hiçbir şey anlatmana ihtiyacım yok iki ayaklı. Ben her şeyi görüyorum, yaşıyorum. Büyücünün kızı cadı, çoğu zaman siz iki ayaklıların çok sevdiği kedisini şuraya getiriyor. Hiç anlamam neden onları bu kadar sevip, bizden nefret ettiğinizi. Hâlbuki onlar size tamamen yük. Beslemek, bakmak… Hep sıkıntı. Biz ise kendi kendimize bakarız ve sizi hiç rahatsız etmeyiz ama bizden nefret edersiniz. İşte iki ayaklı siz gönlünüzce seviyor, keyfinizce nefret ediyorsunuz. Cadının kedisi bizim birçok arkadaşımızı… (yaşlı fare daha fazla devam etmedi)

-Seni iyi anlıyorum daha doğrusu anlamaya çalışıyorum. Küçük fare içinde bundan korkuyorsunuz. Ama belki küçük fare bütün bu riskleri göz önüne almıştır. Parlayan perdede sizin fark edemediğiniz bir şeyi fark etmiştir. Her şeye değecek bir şey…

-Çok bencilce… Ya biz… (derken yaşlı fare küçük fareyle aynı nispette bencillik yaptığını fark etti ve sustu.)

Kısa süren sessizliği -insanların sevmeye kıyamadığı- cadının kedisi usta bir çeviklikle bozdu ve küçük fareyi hızlıca yakaladı. Herkes çok korktu. Kedi onu öldürmeyecek ama sersemletecek kadar sıktıktan sonra yere attı. Kedi için oyun olan bu hareketler korkuyla izleyenler için zulüm, küçük fare için ise işkenceydi. Yere düşen küçük fare kediye öyle bir baktı ki… Herkese bir umut verdi. Herkes fareden bir şey bekledi. Ama genç adam küçük fareyi anlamıştı. Herkes parlayan bezde bir ışık büyüsüydü aslında. Ama bazen dışarıdan seyrediyor bazen de içinde üzerine düşen neyse onu yapıyordu. Az sonra olacakları hayatı boyunca birçok sevdiği için gören yaşlı fare bile bu ışık büyüsünü izliyordu. Ve…

Yazar: Ümit Tatar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir