Grave of the Fireflies / Ateşböceklerinin Mezarı (1988)
Anime filmler kategorisinde izlediğiniz tüm duygusal filmleri bir kenara bırakın. Çünkü eminim ki daha önce böyle bir anime izlemediniz. Hatta böyle bir film bile izlememiş olabilirsiniz! Studio Ghibli’nin henüz ünlü olmaya başladığı bir dönemde, seyircilerin beğenisine sunulan “Grave of the Fireflies / Ateşböceklerinin Mezarı”, eğer ki bu alana ilginiz yoksa muhtemelen kaçırdığınız ve neler kaçırdığınızı bir bilseniz muhtemelen üzüleceğiniz, en etkileyici savaş karşıtı filmlerden biri. Hoş filmi izleyince de üzüleceksiniz ya o ayrı bir mesele… Akiyuki Nosaka’nın aynı adlı kısmi otobiyografik romanından uyarlanan Ateşböceklerinin Mezarı, izleyenlerin kalbine ateş gibi düşüyor desem yeridir…
Abisinin Karanlıktaki Işığı: Setsuko
II. Dünya Savaşı’nda Japonya’da iki kardeşin yaşadığı dramatik hayatta kalma mücadelesini konu alan film, baştan sona o kadar dramatik ve o kadar etkileyici ki, hikâyenin içinde kaybolmamak mümkün değil. Bu filmle aileden birilerini kaybetmenin nasıl bir his olacağına yakından şahit oluyoruz. Üstelik bunu başaran filmin bir anime olduğunu da unutmamak gerek!
Bana kalırsa Setsuko, bu filmin bu kadar samimi olabilmesindeki en büyük etken. Etrafındaki trajik olaylar ile onun hayal dünyası ve çocukça isteklerinin çatışması, 4 yaşındaki bu sevimli kızın sizde yarattığı gülümsemeyle birlikte içinizin acımasına da yol açıyor.
Abisi zorlu günlerinde onu sırtında taşıyarak göz kulak oluyor ve açlık zamanlarında bazen şeker kutusu imdadına yetişiyor. Seita, çalmak zorunda olsa dahi bunu kız kardeşi için yaptığını biliyor. Setsuko ise abisine yaşama nedeni veriyor ve adeta karanlıktaki tek ışığı oluyor. İki kardeşin hayatta kalma çabaları ve küçük kızın izleyenlere yansıyan saf duyguları, filmin sonuna doğru içinden çıkılması zor bir hüzne dönüşüyor.
Böylece bizler, 14 yaşındaki gururlu, iyi kalpli, cesur, düşünceli kısacası örnek bir abi olan Seita’nın gözünden, şirin mi şirin 4 yaşındaki Setsuko’nun arasındaki bağı ve başlarına gelen talihsizlikleri kalbimizde hissedebiliyoruz.
Geçiciliğin Işık Saçan Sembolleri
Japon halk inanışında Hitodama, yani insan ruhu gecenin ortasında havada ateş topu olarak görünür ki bu aynı zamanda ateşböcekleri ile sembolize edilir. Işığı emen ve 2-3 hafta gibi çok kısa ömürleri olan yetişkin ateşböcekleri geleneksel olarak geçiciliği sembolize ederler ve bu çoğu Japon geleneği ile paralellik gösterir; mesela kiraz çiçeklerinin açması gibi.
Filmde ateşböceğinin kullanımına baktığımızda ise ilk olarak ateşböceklerinin başroldeki çocukları, özellikle genç olan Setsuko’yu sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Hatta Setsuko’nun gömdüğü gerçek ateşböcekleri de akla direk bunu getiriyor. Geleceğin parlak umutları, birer birer yok oluyorlar tıpkı gecenin karanlığını aydınlatan ateşböceklerinin ışıklarının sonsuza kadar sönmesi gibi. Ayrıca filmde, kamikaze uçakları ve pilotları ile ateşböcekleri arasında da bir benzerlik kuruluyor. Hatırlarsanız Setsuko kamikaze uçağını ateşböceğine benzetiyordu.
Hikâyenin Aslı
Bu filmle ilgili bilgilere bir göz attığımda, yazarın roman ile ilgili bir sözü dikkatimi çekti. Akiyuki Nosaka’nın romanı, açlıktan ölen kız kardeşine özür dilemek niyetiyle yazdığını mutlaka duymuşsunuzdur. Bu sözü tam anlamıyla açıklamak için Nosaka’nın aylık anime ve manga dergisi Animerica’da yayınlanan İngilizce röportajdan çevirdiğim bir kısmı paylaşmak istiyorum:
Hikâyeye yazmaya cesaret edemediğim birçok şey vardı. Derleme esnasında, abisi kendiliğinden daha iyi bir insana dönüşmeye başladı. Kendimin yapamadığı her şeyi telafi etmeye çalışıyordum. Hep bu cömert davranışları kafamda yapmak istediğimi düşünüyordum ama yapamadım. Hep yemeği kendim yemeyip küçük kız kardeşime vereceğimi sanıyordum ama aslında elimde ne zaman yemek olursa, sonuçta açtım, ben yiyordum ve böyle bir durumda yemek yemenin verdiği haz gibisi yoktu. Ancak sonrasındaki acı en az onunki kadar büyüktü. Dünyada benden daha değersiz birinin olmadığını düşünüyordum. Romana bununla ilgili hiç bir şey yazmadım.
Romanı neden kısmi otobiyografi olarak nitelendirdiğimizi de açıklıyor aslında bu durum. İşte Nosaka, Seita’nın yaptığı bu çok iyi abi rolünü yapabilmek istemiş ancak gerçekte yaşadığı psikoloji onu bunu yapabilmekten uzaklaştırmış. Ayrıca röportajda kardeşinin ölümü ile ilgili, sırtına binen bu yükten kurtulmasının onu rahatlattığını da üzülerek söylüyor. Nosaka, romanı ikiyüzlü bulduğundan tekrardan hiç okumamış.
İki Süper Film Birden
Ünlü anime yönetmeni Hayao Miyazaki’nin uzun süreli çalışma arkadaşı ve Studio Ghibli’nin kurucularından olan Isao Takahata’nın yönettiği Ateşböceklerinin Mezarı, Japonya’da Miyazaki’nin “My Neighbor Totoro / Komşum Totoro (1988)” filmi ile birlikte gösterime sokulur. Bunun nedeni her iki filme de eşit şans verilme isteğidir. İki filmde çocukları ve ailelerini kazanmayı hedeflese de, Komşum Totoro’nun masalsı atmosferine kıyasla Ateşböceklerinin Mezarı, birçok izleyiciyi çocuklarla gitme konusunda ikilemde bırakacak kadar iç karartıcı bir doğaya sahiptir.
İki filmin beraber izleyiciye sunulduğu bu gösterim, istenilen başarıyı elde edemese de Studio Ghibli’nin logosunda gördüğümüz Totoro, sonradan Ghibli’ye çok kazanç getirecek bir film olacaktır. Ateşböceklerinin Mezarı ise Ghibli’nin dünya çapında tanınmasını sağlamıştır.
Etkili Savaş Karşıtı Bir Film
Gerçek hikâyenin filme aktarılmayan kısımları olsa da, Ateşböceklerinin Mezarı şu ana kadar savaşın çocuklara verdiği zararı en güzel şekilde anlatan çok etkileyici bir film. Burada, kötü adam ve iyi adam aramaktan çok, savaş içindeki bir dünyanın çocukların hayatlarını nasıl mahvettiği tüm gerçekliğiyle gösteriliyor.
Chicago Sun-Times’ın film eleştirmeni Roger Ebert, filmi “Harika Filmler Listesine” koyuyor ve filmden bahsederken “duygusal deneyim o kadar güçlü ki animasyonu tekrar düşünmeniz için sizi zorluyor”. Hatta film, Total Film gibi birçok film dergisinde de en iyi animasyon filmler, en iç karartıcı filmler gibi başlıklarda sıralamaya giriyor.
Bir Japon Ailesinin Öyküsünün Sonu
Filmi izlediğimizde, anime filmlerden beklenmeyen bir anlatış şekline, yani gerçekçiliğe şahit oluyoruz. Ama birçok filmin sırf dram için yarattığı yapma olaylar yok bu filmde, öyle ki içimizi acıtan hüznün yanında bu iki kardeşin gerçek yaşamda olabileceği gibi mutlu geçirdikleri zamanlarla da karşılaşıyoruz. Filmin bize gösterdiği resimde, zor zamanların insanları nasıl değiştirebileceğinden tutun tüm bir toplumun savaş içindeki psikolojisine de bakış atıyoruz.
Böyle güzel bir hikâyenin anime ile hayat bulması önce Japonlar sonra tüm dünya için büyük bir şans. Aklıma ister istemez İrfan Orga’nın “Bir Türk Ailesinin Öyküsü” adlı kitabı geliyor ve keşke diyorum, bizim de dönüp baktığımızda anlam çıkarabileceğimiz güzel bir anime filmimiz olsa. Sizce de güzel olmaz mıydı?
Kaynakça
1. http://studio-ghibli.wikia.com/wiki/Grave_of_the_Fireflies
2. https://en.wikipedia.org/wiki/Grave_of_the_Fireflies
3. https://en.wikipedia.org/wiki/Hitodama
4. http://ghiblicon.blogspot.com.tr/2011/04/animerica-interviews-isao-takahata-and.html
Yazar: Taylan Kaan Torunoğlu