Lal Gece (2012)
Yönetmenliğini Reis Çelik’in yaptığı bu filmde başrollerde usta oyuncu İlyas Salman ve Dilan Aksüt yer alır. Lal Gece, bir kan davasını sonlandırmak için 14 yaşındaki bir kız çocuğunun, uzun yıllar hapis yattıktan sonra memleketine geri dönen 60 yaşındaki adama sorgusuz sualsiz “verilmesi”ni konu alır. Film, damadın rüyası ve düğün sahnesi dışında tek bir mekânda geçer: gerdek odasında. Bütün film boyunca damat karakterinin gecenin beklenen sonuna ulaşmak için gösterdiği ikna çabası ve gelin karakterinin korkması nedeniyle damadı oyalaması anlatılırken, çocuk gelin trajedisi toplumun kadınlık ve erkeklik normları etkileyici bir biçimde işlenir.
Filme baktığımızda karakterlerin isimlerinin, mekânın ve zamanın belirtilmediğini görüyoruz. Düğünlerin vazgeçilmezi olan davul zurna dışında hiç film müziğinin kullanılmamış olması da dikkate değer bir durumdur. Ayrıca filmin, Ardahan’ın Çıldır ilçesine bağlı Aşıkşenlik beldesinde çekilmesi, filmde başrol oyuncusu olan İlyas Salman dışındaki bütün oyuncuların yöre halkından seçilmesi filme oldukça gerçekçi bir hava katmıştır.
Karakterlerin kişiliği değil, olay örgüsü içindeki konumları önemsenmiştir. Olaylar yerine duygu, düşünce ve toplumsal kodlara değinen psikolojik bir film olduğu için çoğunlukla sabit açı ve uzun planlar kullanılmıştır. Bu şekilde izleyici olaylardan uzaklaştırılmış, karakterlerin ruh hali öne çıkartılmış ve izleyicinin, karakterlerin ruh halini derinlemesine anlamasına olanak sağlanmıştır.
Filmin ilk planında damat karakteri ile tanışırız. Fakat gelin ile tanışmamız daha uzun sürer. Filmde geline dair ipuçları verilse de gelin özenle saklanır. Büyük ve yaşlı bir elin; daha küçük, zayıf ve kırmızı ojeli bir eli tuttuğu sahne bu ipuçlarından ilkidir. Ayrıca gelinin erkek kardeşinin gelinin beline kırmızı kurdele bağlarken söylediği “Ailemizin şerefini ve namusunu sen taşıyorsun…” sözleri erken yaşta evlilik nedenlerinden biri olarak sayılan “kız çocuklarının cinsel ilişki yaşayarak aile namusunu kirletmesi” varsayımından duyulan korkuyu dışa vurur. Erkek egemen toplumların zafer göstergesi olan silah sesleri gibi gelenekle bağdaştırılmış unsurlarla ilerleyen düğün sahnesinin sonunda gelin attan iner. Geleneklerden bir diğeri olan ayakkabısının topuğu ile çay tabağını kırma sahnesinde, çocuk gelin tabağı kırmak için hamlede bulunur ancak başaramaz. Bunun üzerine, yanında bulunan yetişkin kadınlardan biri yere düşen çay tabağını bir hamlede ayağı ile kırar. Bu planda düğün geleneklerinin yansıtılmasından ziyade çocuk gelin figürünün zayıf, güçsüz ve tecrübesiz olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. İlerleyen sahnelerden birinde ise damadın “Amcam, anan namusumuza leke sürüyor dedi, anamı vurdum!” feryadı ile birlikte ailenin namusunu koruma ve temsil etme misyonu bir kez daha kadına yüklenirken, kirlenen namusu kan ile temizleme misyonu da erkeğe yüklenmiştir.
Düğün sahnelerinden sonra gerdek odası sahnesine gelinir. Gerdek odasında kamera tam ortada, genel plan sabit çekimdedir. Kadınların yatağın üzerine oturttuğu gelinin ayaklarının yere değmediğini görürüz. Bu da gelinin çocuk olduğuna dair verilmiş başka bir ipucudur. Köylü kadınlardan biri diğer kadınları dışarı çıkardıktan sonra geline “Ağlama, üzülme! Burası senin yuvan. Kocan dövse de sövse de seni bu kapıdan dışarı atsa da sen buradan dışarı çıkmayacaksın.” şeklinde bir konuşma yapar. Bu sahne ataerkil söylemler içeren bu sistemin kadınlar tarafından da denetlendiği gerçeğini gösterir. Ayrıca “Buraya beyaz gelinliğinle geldin, ancak beyaz kefeninle çıkabilirsin!” şeklinde devam eden konuşmasında çocuk gelinlerin yazgısına vurgu yapar. Kadın, çocuk geline sabah kadınların zifaf çarşafını almaya geleceklerini söyler ve bunun için yapılması gerekenleri anlatır. Bu esnada kamera duvağın altına konmuştur. Bu sayede olay çocuk gelinin gözünden izletilmiş, izleyici ve gelin arasında bağ kurulmaya çalışılmıştır.
Yönetmen Reis Çelik gerdek odasında geçen başka sahnelerde de zaman zaman öznel kamera kullanarak olan biteni çocuk gelinin bakış açısından bize gösterir. Ve çocuk gelinin ruh halini daha iyi anlamamızı sağlar. İlerleyen sahnelerde damat yüz görümlüğü adı verilen takıyı takmak için gelinin duvağını kaldırır. Korkmuş bir çocuk yüzü ile karşılaşır. Bu görüntü yaklaşık bir dakika boyunca yakın ölçekte kadrajda kalır. Bunun üzerine damadın “Kader bizi bir araya getirdi. Karı koca olduk artık, yani öyle sayılırız. İstesek de istemesek de değiştiremeyiz artık.” şeklindeki konuşmasında kendisinin de töreler karşısında çaresiz kaldığını anlatmaya çalışır. Fakat dışarıdaki insanların onlardan bir beklentisi vardır ve beklenen olay için küçük kızı ikna etmeye çalışır. Bu esnada duvarda duran annesi ve babasının fotoğrafını gösterir ve onlar da evlenirken küçük gelin ile aynı yaşlarda olduğunu söyler. Bu durum, küçük yaşta evliliklerin o bölgede alışılmış bir durum olduğunu anlatmaktadır. Fakat küçük kızın hâlâ daha korkması üzerine damat kıza Şahmeran masalını anlatır.
Dünyanın değişik yörelerindeki kadını, doğurganlığı ve bereketi de simgeleyen yılan, evrensel bir simgedir. Anadolu’da uğur, üreme amaçlı olarak genç kızların çeyizine işleme olarak konulan Şahmeran figürlerinin, kötülükten, yangın ve afetlerden koruyacağına, bereket, uğur ve bolluk getireceğine, dolayısıyla gücü temsil ettiğine inanılmaktadır (Şentürk, Ş. (1997), Camaltında yirmi Bin Fersah, Geleneksel Kültürümüzde Şahmaran. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları).
Fakat yönetmen Reis Çelik daha sonra verdiği bir röportajda anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişinin, erkeğin kadını baskı altına alışının ve onu yeraltına yani karanlığa hapsedişinin metaforu olarak filmde kullandığını açıklamıştır. Aynı röportajda rüya sahnesindeki bembeyaz karlar üzerindeki upuzun kırmızı duvağın binlerce yıldır töre, gelenek, ahlak, din öğretilerinin fertlerin sırtına vurduğu yükü simgelediğini söyler. Ayrıca kırmızı renk film boyunca kurdele, ruj, bekâret kemeri/namus kuşağı, tespih, oje, duvak, tül, kırmızı gül, çeyiz bohçasının örtüsü hatta kına gibi nesneler aracılığıyla çokça kullanılmıştır.
Masal biter fakat çocuk gelinin korkuları devam eder. Damada bıyıklarından korktuğunu söyler. Sabrı taşan damat sinirlenir ve gelini iter yere düşürür. İstemiyorsa gidebileceğini söyler. Fakat kız köylü kadının “Burası senin yuvan. Kocan dövse de sövse de seni bu kapıdan dışarı atsa da sen buradan dışarı çıkmayacaksın.” şeklindeki sözlerini hatırlar ve gidemez. Damat sinirle odadan çıkar ve bir süre sonra odaya geri döner. Bu esnada kamera kapıya bakıp sessizce ağlayan gelini net, odaya giren damatı flu gösterir. Damat net alana girdiğinde bıyıklarının kesilmiş olduğunu görürüz. Anadolu’da erkekliğin simgesi olan bıyığın kesilmiş olması damadın çaresizliğinin bir göstergesidir. Damat konuşmasına “Bak! Yaşlarımız denk değil. Beni yaşlı bulabilirsin. Hatta kendini evlenecek çağda görmeyebilirsin. Hatta seni ben kendime uygun görmüyorum, ben ihtiyarım. Ama ne yapalım ki kader mi desem kısmet mi desem adet mi gelenek mi görenek mi? İkimizi yan yana getirdi. Onca aileler aşiretler akan kanı cinayetleri engellemek için ikimize düğün kurdular. Gerdek odasında oyun oynuyoruz ya!” ve “Zifaf çarşafı daha tertemiz. Ne diyecekler? Gelin mi korkuyor diyecekler? Damatta mı artık iş kalmadı diyecekler? Hangimizin korkusu daha çok?” şeklinde devam eder.
İşte tamda bu noktada film küçücük kız çocuklarını kurban eden toplum normlarının aslında erkeği de ezdiğini ve birçok noktada çaresiz bıraktığını, erkekliğin en çok erkeğe yük olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Damat pencereyi açar, sabah olmuştur. Damadın iki el ateş etmesi ve zifaf çarşafını kadınlara teslim ederek görevini yerine getirdiğini kanıtlaması gerekmektedir. Kendisinden bekleneni yapar, iki el ateş eder. Çocuk gelin kaderine razı olmuştur. Gelinliğini ve takılarını çıkarmaya başlar. Kamera evin dışına çıkar, üst açı ile evi çeker ve evden bir el silah sesi daha duyulur. İki kadın çarşafı almak için kapıya gelmiştir. Kapıyı çalmalarına rağmen açan olmaz. Yönetmen filmin sonunda çerçeve dışı mekânı görünür kılar ve izleyiciyi olan biteni sorgulamaya sevk eder.
Reis Çelik’in bu filmi her ne kadar çocuk gelin konulu bir film olsa da daha çok erkek karakter öyküsü üzerinden ilerler. Damadın geçmişine, işlediği suça ve nedenlerine, elli yaşında yaptığı evliliğin nedenlerine değinmiş olmasına rağmen çocuk gelinin toplumsal rolüne, sosyal ve eğitim hayatına, ailesine ait bilgilere filmde rastlanmaz. Çocuk gelin temasının işlenmesi açısından yetersiz kalmış olmasına rağmen töre kavramı altında ezilen fakat yine de bu kavramı yaşatmak için çabalayan insanları konu eden bu film, Türk sinemasının izlenmesi hatta incelenmesi gereken güzel işlerinden biri olarak gösterilebilir.
Kaynakça
Benli, N. (2015, Temmuz-Ağustos) Türk Sinemasında Çocuk Gelin İmgesi: Lal Gece Filmi Ekseninde İçerik Analizi. Akademik Bakış Dergisi.
Bu yazı ile ilgili diğer yazılar:
Türk Sinemasında Çocuk Gelinler (Özel Dosya)
Halam Geldi (2013)
Yazar: Ayşenur Özdemir