Türk Sinemasında Çocuk Gelinler

Türk Sinemasında Çocuk Gelinler

Çocuk; çağdaş toplumlarda iyi eğitim alması, iyi bir hayat sürmesi ve dış dünya ile doğru bir biçimde iletişim kurabilen bireyler olarak yetiştirilmesi hedeflenen cinsiyet farkı olmadan aynı haklara sahip olan küçük bireylerdir. Ataerkil toplumlarda ise en başta çocukların kız ve erkek olarak ayrıştırılması iki cins arasında yaşam hakkı açısından derin uçurumlara neden olur. Kız çocukları beslenme, eğitim ve namus açısından değersiz bir yük olarak görülür. Çoğunlukla doğu kültüründe görülen bu algı, erkek egemenliğinin devamı için eril söylemler şeklinde erkeklerden erkeklere aktarıldığı gibi kadınlar da bu kuralların yaşatılması ve devamlılığı konusunda büyük rol oynar.

Kız çocuklarının daha doğdukları anda maruz kaldıkları daha az değer görme durumu, tüm hayatları boyunca devam eden ikinci insan olma durumuna dönüşür. Hâlâ daha çok sayıda görülen kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi, bu ilkel gerçekliğin sonuçlarından birisidir. Evet, fizyolojik ve psikolojik açılardan evlilik ve çocuk doğurma sorumluluğu taşımaya hazır olmayan çocuklar aileleri tarafından evlendirilmektedir. Çoğunlukla zaten kalabalık olan aile, kız çocuklarını sofradan eksilecek bir boğaz olarak gördüğü için bir an önce evlendirmeyi amaçlar. Ayrıca kız karşılığı alınacak olan başlık parası da bu durumu destekleyen bir gelenektir. Aynı şekilde başlık ödeyemeyen ailelerdeki kız çocuklarının kız almak için kız verme geleneğine (berdel) kurban edildiği de başka bir gelenektir. Bu duruma istinaden yapılan araştırmalar da gösteriyor ki ekonomik yetersizlik ve çocuk gelin vakaları doğru orantılıdır. Ayrıca başlık parası ve berdel gibi beşik kertmesi uygulaması da çocuk gelin vakalarını destekleyen başka bir gelenektir.

Çocuk gelin vakaların haklılık gerekçelerinden bir diğeri de namus konusudur. Kız çocuğunun ailesinin rızası dışında cinsel ilişki yaşama tehlikesi vardır. Yaşadığı (isteği dahilinde ya da değil) bu cinsel birliktelik ailesinin namusuna “leke sürmesi” anlamına gelir. Kız çocuğunun namusu evlenene kadar babasının (daha sonra erkek kardeşlerinin) evlendikten sonra ise kocasının sorumluluğundadır. Aile biraz da bu sorumluluktan kurtulmak için kız çocuklarını erken yaşta evlendirmeyi amaçlar. 

Ayrıca dinin yanlış anlaşılması ve uygulanması da bu vakalara neden olan durumlardan birisidir. Reşit olmayan kız çocuklarının imam nikahı ile evlendirilmesi bunun bir göstergesidir. Bir diğer neden ise bu konudaki yasaların yetersiz ve tutarsız olmasıdır.

Türk Medeni Kanunu’nun 11. maddesinde erginliğin on sekiz yaşın doldurulması ile başladığı belirtilir. Maddenin devamında “Evlenme kişiyi ergin kılar” ifadesi yer alır. 12. Madde ise “On beş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir” şeklinde düzenlenmiştir. Aynı kanunun arka arkaya gelen maddelerinin aşamalı olarak çocuğun evlen(diril)mesine zemin yaratması dikkat çekicidir. Kanunda 18 yaşından küçükler çocuk olarak tanımlanırken yine aynı kanunun başka maddesinde evlilik gibi çok önemli bir konuda çocuğun kendi isteğiyle karar vermesine izin verilmesi ve böylece ergin olduğu varsayılmasının çocuk evliliklerine fırsat yarattığı söylenebilir. Yine Türk Medeni Kanunu’nun 124. maddesinde erkek veya kadının 17 yaşını doldurmadıkça evlenemeyeceği kabul edilmekle birlikte hâkim kararıyla 16 yaşını doldurmuş erkek ve kadının evlenmesine olanak verilir. Kanun maddeleri arasındaki bu çelişik durum, çocuk evliliklerine zemin hazırlayan nedenler arasında değerlendirilebilir. Evlenme akdi çocuğu reşit kılsa bile, doğası gereği çocuk, yine çocuk olmaya devam eder. Sigara satın almak için 18 yaş sınırı getirerek çocukları koruma yönünde pozitif bir tutum izleyen yasa koyucunun, evlilik gibi önemli bir konuda 18 yaş sınırını kesin olarak koyamamış olması çocuk evliliklerinin nedenlerinden biri olarak sayılabilir. (Benli, N. (2015, Temmuz-Ağustos) Türk Sinemasında Çocuk Gelin İmgesi: Lal Gece Filmi Ekseninde İçerik Analizi. Akademik Bakış Dergisi.)

Fizyolojik ve psikolojik açıdan gelişimini tamamlayamamış bireylerin evlendirilmesi toplumun en küçük yapı taşı olan aile kavramının sağlamlığını bozduğu için toplum yapısına da zarar verir. Bu nedenle kız çocuklarının hâlâ daha erken evliliğe zorlanması toplumsal bir sorundur. Erken evlenmek zorunda kalan kız çocukları eğitim hayatından koparıldığı gibi, evli kadın sıfatıyla sosyal hayattan da koparılmaktadır. Yoğun bir şekilde ev işlerine maruz kalıp çocuk işçi gibi çalıştırılmaktadır. Ayrıca çocuk bedenlerinin biyolojik ve fizyolojik açıdan gelişimini tamamlamamış olması hem kendisinde ve dünyaya getireceği bebekte görülecek sağlık problemlerine hem de anne-çocuk ölümlerinin artmasına neden olmaktadır. Kendini koruyamaz konuma düşürüldüğü içinde aile içi şiddete maruz kalmakta, hatta kadın cinayetlerine kurban gitmektedir.

Uluslararası Kadın Araştırmaları Merkezi’nin (ICRW) (2005), yaptığı araştırmaya göre çocuk yaşta evlenen kız çocukları diğer yaş gruplarındaki kadınlara göre evliliklerinde fiziksel şiddete iki kat, cinsel şiddete ise üç kat daha fazla maruz kalmaktadır (Malatyalı, M. K. (2014), Türkiye’de “Çocuk Gelin” Sorunu, Nesne Psikolojisi Dergisi (2 cilt, sayı 3)). 

Bu durum erken evliliklerin olumsuz sonuçlarının en önemlilerinden birisidir. Kadını, erkek şiddetine karşı korumak adına önlemler alınması gerekirken kadının namusunun erkek tarafından korunması gerektiğini savunan, kadının acizliğini ve ikinciliğini vurgulayan söylemlerin üretilmesi bu şiddet vakalarının artmasına sebep olmaktadır.

Türk Sinemasında Kadın Sorunlarının Ele Alınması ve Çocuk Gelinler

Sinema da diğer sanatlar gibi içinde var olduğu kültürden beslenir. Yönetmenler içinde bulunduğu kültürden etkilendiği için bazen bilerek bazen de bilmeyerek filmlerinde bunu yansıtır. En başından beri anlattığımız çocuk gelin olayları bizim kültürümüzün dramatik gerçeklerinden biri olmasına rağmen Türk Sinemasında yerini alması için çok beklemiştir. 

Türk sinemasında 1980’lerle birlikte karşımıza çıkan gözde konulardan birisi kadın sorunlarıdır. Filmlerde, ekonomik özgürlüğü olan ya da olmayan kentli kadının sorunları, bunalımları, cinsel problemleri işlenmeye başlanmıştır. Kırsal kesim kadının sorunları ise henüz beyaz perdeye aktarılmamıştır. Çocuk gelin vakalarının daha çok kırsalda yaşanıyor olması o dönem sinemasında çocuk gelin figürüne yer verilmemiş olmasının bir nedenidir. Atıf Yılmaz’ın Berdel (1990) filmi bu kapsamda önemlidir. Filmde Hanım beş kez doğum yapmasına rağmen kocasına erkek evlat verememiştir. Ömer ise karısını çok sevmesine rağmen erkek evlat sahibi olmayı çok istemektedir. Bu sebeple karısına kuma getirmeye karar verir. Fakat başlık parasına gücü yetmediği için evlenmek istediği kadının yaşlı ve hasta babasına 15 yaşındaki kızı Beyaz’ı berdel verir. Kırsal kesimde kadının yerini gösteren, berdel, kuma, başlık parası, erkek çocuk isteği gibi sorunlara yer vermesi ile sosyal içerikli bir filmdir. Ancak filmin genel akışında çocuk gelin figürü olan Beyaz’ın hikayesi kuma ve erkek evlat trajedisinin yanında maalesef ikinci planda kalmıştır.

Türk sinemasında çocuk gelin temasına değinen bir diğer film ise yine Atıf Yılmaz’ın komedi filmi olan Kibar Feyzo (1978) dur. Karısının başlık parası taksitlerini ödemek için elinden geleni yapan Feyzo bir gün canından bezer. Ve henüz kundaktaki kızını alıp kahve meydanında başlık parası karşılığında eş olarak birisine satmaya çalışır.

“Oh maşallah! Kaşları kara, saçları sırma, gözleri eladır. Yok mu talibi? Ucuz vereceğim valla. Ödemede kolaylık da düşünürüz. Çok değil, on üç on dördüne bastımı köyün en güzel kızıdır. Anasına bak kızını al demişler. Köyün en güzel kızının kızı, birde benim güzelliğim eklenince görün ne afet bir şey çıkıyor meydana. Hadi beş bine gidiyor bu kelepir mal. Yok mu arttıran? Peki, canım dört bin oldu. Ben Hacı Hüso gibi fiyat yükseltmem ha!” şeklinde devam eden konuşma sonrasında herkes kızgınlıkla oradan uzaklaşır. Feyzo ise Cemo bebeğe dönüp ‘para etmedi’ diye kızar.

Bu sahne, kız çocuklarına bakış açısının iğrençliğini yüzümüze tokat gibi çarpar. Üstelik Feyzo’ya bu aklı annesinin vermiş olması toplumdaki bu hastalıklı düzenin kadınlar tarafından da desteklendiğini acı bir şekilde bize gösterir.

Bu bağlamda ismi geçebilecek bir diğer film ise Ömer Lütfi Akad’ın üçlemesinden biri olan Düğün (1973) filmidir. Altı kişilik bir ailenin Urfa’dan İstanbul’a göçünü konu alan filmde ekonomik sorunlar, kız-erkek çocuk ayrımı, başlık parası ve çocuk gelin sorunlarına değinilmiştir. Habibe başlık parası nedeniyle sevdiğine değil kendinden yaşça büyük bir adama verilirken Cemile de daha çocuk yaşında evlendirilir. Üstelik kocası verdiği başlık parasını çıkartması için onu çalıştırır. Filmin genelinde evlendirilen iki kardeşin ağalarının (abilerinin) sözünden çıkamama ve kaderlerine razı olma hali vardır. Üstelik ablaları Zeliha, kardeşlerinin evlendirilmelerine engel olmaya çalışmasına rağmen kendi de ağalarının sözünden çıkamamış, kendini kardeşlerine adaması nedeniyle sevdiği adamın evlenme teklifini reddetmiştir. Filmin genelinde var olan kadınların boyun eğişi filmin son sahnesinde Zeliha’nın kız kardeşlerini kurtarmak için baş kaldırmasıyla son bulur.

Türk sinemasının yakın tarihine göz attığımızda Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivalini düzenleyen Uçan Süpürge Almanya’nın tek kadın filmleri festivali olan Dortmund-Köln Uluslararası Kadın Filmleri Festivali ile birlikte Aralık 2007’den beri Çocuk Gelinler Projesi kapsamında filmler çekmektedir. Avrupa Birliği’nin Sivil Toplum Diyalogu, Kültür Hareketi Programı çerçevesinde desteklenen proje dünyanın birçok yerinde görülen kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesine dikkat çekerek bu soruna karşı farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır.  Almanya’dan Dennis Todoroviç’in aynı adlı öyküsünden çekilen “Nefes al, Alma, Nefes Al” ve Türkiye’den Damla Köle’nin “Meme” adlı öyküsünden çekilen “Beni Geri Çağır Hayat” adlı filmler bu kapsamda çekilmiş filmlerdir.

Bu yazı kapsamında, Türk sinemasında çocuk gelin teması ile çekilmiş 2 uzun metraj ve 3 kısa metraj filmi inceleyeceğiz. Sinemaya belgesel filmlerle adım atan yönetmen ve senarist Reis Çelik’in Lal Gece (2012) filmi ve 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde özel bir gösterimle galası yapılan Halam Geldi (2013) filmi inceleyeceğimiz uzun metraj filmlerdir. Bunun dışında, 2011 Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali özel gösterime çıkmış olan “Yakantop”, 2014 yılı 3. Çocuk Hakları Film Festivali’nde gösterime giren “Kelebek” ve çocuk yaşta evlendirilme, erkek çocuk baskısı, kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri gibi konulara değinmiş bir öğrenci filmi olan “Dilan”, inceleyeceğimiz kısa metraj filmlerdir.

Lal Gece (2012)

Yönetmenliğini Reis Çelik’in yaptığı bu filmde başrollerde usta oyuncu İlyas Salman ve Dilan Aksüt yer alır. Lal Gece, bir kan davasını sonlandırmak için 14 yaşındaki bir kız çocuğunun, uzun yıllar hapis yattıktan sonra memleketine geri dönen 60 yaşındaki adama sorgusuz sualsiz “verilmesi”ni konu alır. Film, damadın rüyası ve düğün sahnesi dışında tek bir mekânda geçer: gerdek odasında. Bütün film boyunca damat karakterinin gecenin beklenen sonuna ulaşmak için gösterdiği ikna çabası ve gelin karakterinin korkması nedeniyle damadı oyalaması anlatılırken, çocuk gelin trajedisi toplumun kadınlık ve erkeklik normları etkileyici bir biçimde işlenir. 

Eleştirinin tamamını okumak için tıklayın…


Halam Geldi (2013)

Yönetmenliğini Erhan Kozan’ın yaptığı 2013 yapımı bu dram filminin oyuncu kadrosunda Burçin Terzioğlu, Miray Akay, Turgay Tanülkü, Dilek Çelebi, Necip Memili, Berke Hürcan bulunuyor. Film Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde medeniyetlerin iç içe geçtiği, birden fazla kültürün bir arada yaşadığı köylerden biri olan Akıncılar’da geçiyor. Burada yaşayan Diyarbakırlı ve henüz 13 yaşındaki iki kız çocuğunun öyküsünü konu alıyor. Sosyal sorumluluk projesi olarak hayat bulan film çocuk gelinlerin dramını, akraba evliliğinden doğan engelli çocukların yaşamını çocukların gözünden anlatırken, o dönemdeki Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi arasındaki sınır sorununa da değiniyor.

Eleştirinin tamamını okumak için tıklayın…


Yakantop (2011)

Fatma Yavuzoğlu ve Sedat Özğan imzalı Yakantop, 2011 Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde özel gösterim yapmış olan 4 dakikalık bir kısa film. Yaşam ve oyun arasındaki farktan yola çıkarak gerçek hayatın bir oyun olmadığını ve yaşamak için sadece tek bir şansımız olduğunu konu alan film, kız çocuklarının elinden yaşam haklarının alınmaması gerektiğini anlatıyor. 

Film siyah bir ekranla başlamaktadır. Devam eden tik tak sesi ile ekran açılır. Kadrajda çeyiz sandığı üzerine oturmuş ayaklarını ahşap sandığa ritmik bir şekilde vuran bir kız çocuğu görürüz. Çocuğun özellikle çeyiz sandığının üzerine oturmuş olması ve ayaklarının yere değmeyecek kadar küçük olduğunun gösterilmesi oldukça manidardır. Duvarda asılı duran gelinliğe bakar. O sırada dışarıdan bir gurup çocuk gelip kıza seslenirler. Bu esnada adının Canan olduğunu öğrendiğimiz küçük kız camın kenarına gider ve gülümseyerek arkadaşlarına bakar. Arkadaşları onu dışarı çağırırlar. Canan neşeyle arkadaşlarının yanına gider. 

Bu esnada ikinci mekâna, yani sokağa geçeriz. Çocuklar yakan top oynuyordur. Canan ortada toptan kaçıyordur. Oyun bir süre devam eder. Birden ortada toptan kaçan Canan’ı gelinlikle görürüz. Gelinlik hareket etmesini zorlaşmıştır. Ama oyuna devam ediyordur. Daha sonra oyunun kurallarına göre can kazanmak için topu yakalar. Ama kucağına aldığı anda top kundakta bir bebeğe dönüşür. Canan bir süre öyle şaşkınlık ve mutsuzlukla kalakalır. Bu esnada kadrajda Canan’ın arkasındaki bir arkadaşının oyuncak bebeğini kucağında tuttuğunu görürüz belli belirsiz. Bu esnada bu hikâyeye paralel kurgu ile ilerleyen yeni bir hikâye eklenir. Canan’ın kızının gözleri önünde kocasından dayak yediği gelecekteki halini izleriz.

Kısa film, Canan’ın camdan arkadaşlarına gülümsediği görüntüye geri döner. Görüntü donar ve görüntünün sağ alt tarafında “Hayat bir oyun değil, ikinci bir can(an)ımız yok” yazısı belirir.

Filmde arkadaşlarının Canan’ı oyun oynamaya çağırmaları dışında diyalog yoktur. Filme bebek ağlaması, çocuk gülüşmeleri, kavgayı betimleyen gürültü patırtı gibi ses efektlerinin yanı sıra gelinlik sahnesinden başlayıp filmin sonuna kadar piyano eşlik ediyor.

Teknik açıdan kusurları olmasına, oyunculuğun çok iyi olmamasına rağmen asıl mesajı vermek için seçilen sembolik anlatım o kadar etkileyici ki katıldığı birçok festivalde finale kalmış, 2011 Lions Kısa Film Festivali Jüri Özel Ödülü ve 2011 Mozaik Kısa Film Yarışması Özendirme Ödülü’nü almıştır.


Kelebek (2013)

2014 yılı 3. Çocuk Hakları Film Festivali’nde gösterilen 12 dakikalık Kelebek kısa filminin yapımcılığını ve genel yönetmenliğini Faik Kaplan yapmıştır. Kelebek filmi fizyolojik ve biyolojik gelişimlerini tamamlamamış kız çocuklarının evlendirilip çocuk doğurmak zorunda bırakılma trajedisini konu alır.

Kuş cıvıltıları ve köpek sesleri ile başlayan filmde, günün ilk saatlerinde bir kız çocuğunu uyurken görürüz. Annesi gelir perdeyi açar ve kızı uyandırır. Bir sonraki sahnede kız ve annesi bahçede iş yaparken babası kadını yanına çağırır. Ona akşam görücülerin geleceğini söyler. Kızın yanına dönen anne her şeyden habersiz kızının yanağını okşayarak “Git oyna biraz.” der. Kızını son kez oyun oynamaya yollamıştır. Kız bir ağacın altına gidip oturur. Yüzünde saf bir ifadeyle yanına gelen mavi bir kelebeği seyreder. Bir müddet sonra annesi yanına gelir “Kızım misafirler geldi.” deyip elinden tutup onu götürür. Kız “istenir”, “verilir” düğün dernek kurulur. 

Oynayan, eğlenen insanların aksine kız karalar bağlamış ağlıyordur. Bundan sonraki birkaç sahnede kızın baktığı yerlerde oyuncak bebeğini görmesi ve üzülmesi sahnelerini izleriz. Bu sahneler, kızın yaşının evlilik için küçük olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu sahneden sonra kızın doğum sancısı ile tek başına hastaneye gidip yardım istediğini görürüz. Kızın sancı ile kıvrandığı bu sahneler esnasında flashbacklerle kızın gerdek gecesinde uğradığı tecavüzü, hamilelik sürecinde yaşadığı kadınlık ve çocukluk arasındaki bunalımlı gelgitlerini seyrederiz. 

Kızın doğum esnasında “Annemi istiyorum, annemi getirin bana doktor amca!” şeklinde ağlaması son derece ürperten bir sahnedir. Tek başına doktora gitmekten korkacak yaştaki bir çocuğun, doktora çocuk doğurmak için tek başına gittiğini izlemek izleyiciye film diye izlediklerinin aslında bir yerlerde yaşanan gerçekler olduğunu düşündürür. Kız fizyolojik açıdan çok zor olan doğuma daha fazla dayanamayıp hayatını kaybeder. Bu sırada kelebeği gördüğü sahneye geri döneriz. Annesi misafirlerin geldiğini söyleyerek onu eve götürecekken o mavi kelebeğin büyüsüne kapılıp peşinden gider. Film erken yaşta evlendirilen ve bu evliliklerde gebe kalan kız çocuklarının doğum esnasında ölme riski ile karşılaştığına dair bir açıklama yazısı ile biter.

Bu filmde de oyunculuk ve teknik açısından başarılı sayılmasa da çocuk yaşta yapılan doğumların sebep olacağı sonuçlara değinmiş belki de tek film olması açısından takdir edilmelidir.


Dilan

Yaklaşık 4 buçuk dakikalık bir öğrenci filmi olan bu film, çocuk gelin, erkek çocuk baskısı, kadına yönelik şiddet, kadın cinayeti, evin bütün işlerinin yapılmasına mecbur bırakılan çocuk işçi konularına değinmiştir.  

12 yaşında evlendirilen Dilan’ın gelinliği ile çıktığı baba evine kefeni ile dönmesini hikâye edinir. Dilan çocuk yaşında görücü usulüyle babası yaşında bir adamla evlendirilir. Altı ay boyunca kocasına ve kocasının ailesine hizmet ettikten sonra hamile kalır. Fakat erkek çocuk isteyen kocası Dilan’ın kendi gibi bir kız çocuğu dünyaya getireceğini öğrenir. Dilan’a şiddet uygular ve çocuğunun düşmesine sebep olur. Kendine biçilen bu hayat karşısında çaresiz kalan Dilan intihar eder.

Film, tiyatro sahnesini anımsatan tek mekânda tek oyuncuyla çekilmiştir.  Diyalog yoktur, oldukça şiirsel bir anlatım ile seslendirme yapılmıştır. Anlatıcı “evliliğinden” yerine “evciliğinden” söylemini kullanarak yerinde kelime oyunları yapmış, çocukluğunu aldıkları gibi doğmamış çocuğunu da aldılar gibi oldukça etkileyici cümleler seçmiştir.

Hikâyede geçen karakterlerin yaşları belirtildiğinde Dilan’ın 12, kocasının 44, kaynanasının 57, kayınpederinin ise 60 yaşında olduğunu öğreniyoruz. Buradan Dilan’ın kaynanasının da kendi yaşlarında evlendirilmiş bir çocuk gelin olduğunu çıkarıyoruz. 

Filmin sonuna doğru duyulan beklenmedik çığlık sesi son derece sarsıcı. Filmin başından sonuna kadar eşlik eden müzik (Peder B. Helland-Echoes of the Forest-15716) ise bu kısa filme dramatik bir etki katmaktadır. 

Youtube’da bulabileceğiniz bu filmin yapımında adı geçen kişiler Asena Karakoç, Ayşegül Aydın, Kübra Okutan ve Feyza Engin’dir.

Sonuç

Son olarak bir sanat olan sinema doğduğu kültürden bağımsız düşünülemez. Ve doğduğu kültüre ışık tutmalı toplumsal sorunlar hakkında farkındalık yaratmalıdır. Fakat kültürümüzün bir parçası çocuk gelin temasında içinde birçok trajik, dramatik olguları bulundurmasına rağmen Türk sineması yönetmeleri tarafından göz ardı edilmiş ve çok fazla işlenmemiştir. Türk sineması tarihine baktığımızda kapsamlı olarak bu konuyu işleyen hiçbir film yoktur.  Kırsal kesimlerde geçen filmlerde ise yan rol ve hikayelerde değinilmiş sadece birkaç film ismi sayabiliyoruz. Yakın tahine baktığımızda ise bu konuyu ele alan filmler bir elin parmakları kadar bile değildir. Bunun sebebi bu durumun toplum tarafından benimsenip normalleştirildiği için fark edilmemesi mi yoksa konunun gün yüzüne çıkarılmasının bazı kesimler tarafından tehdit olarak görülmesi mi tartışılır. Bu noktada yapılması gereken bu konuda öncülük eden bir iki filmi yermek yerine bu konun daha çok irdelenmesini sağlayacak filmlerin yapılması için destek sağlamaktır.

Kaynakça

1. Benli, N. (2015, Temmuz-Ağustos) Türk Sinemasında Çocuk Gelin İmgesi: Lal Gece Filmi Ekseninde İçerik Analizi. Akademik Bakış Dergisi.

2. CNN Türk Çocuk Gelinler Belgeseli

Yazar: Ayşenur Özdemir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir