2019 II. Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali’nden Notlar

2019 II. Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali’nden Notlar

Geçtiğimiz günlerde, başkanlığı Faysal Soysal’a ait olan ve Âşık Veysel anısına yapılan, Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali’nin ikincisi gerçekleşti. Reis Çelik, Feyyaz Duman, Nima Javidi, Vuslat Saraçoğlu ve Ado Hasanovic’in jüri üyesi olduğu festivalde, birçok ülkeden katılımın olduğu ve çok farklı konulara sahip filmlerin yer aldığı görülüyor. Bu yüzden farklılıkların bir araya geldiği bu festivalde, kültürlerin renkli dünyasıyla karşılaşmaktan mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.

Bu sene, 14 Aralık Cumartesi günü gösterilen filmlerden birkaçını izleme fırsatı buldum. Önce Beyoğlu Fitaş Sineması’nda daha sonra Salt Galata’da izlediğim filmlerden bahsetmenin güzel olacağını düşündüm. Filmlerin her biri başarılarıyla eminim ki insanı farklı duygu ve düşüncelere sürüklüyordur ve her birinin sunduğu farklı dünya, çok uzaklara götürecek geniş bir perspektif sunuyordur. Fakat ben çok az filmi izleyebildiğim için filmlerdeki ortak noktalardan giderek onları anlatmayı uygun buldum. Aynı konudan ve hatta aynı nesneden, nasıl farklı bir dünyanın ortaya çıktığını görmek açısından bunun önemli olduğunu düşünüyorum.

Ayna Üzerine

Pantor (Pantolon) ve Angel’s Mirror filmleri ayna üzerinden hikâyesini anlatma yoluna gitmiş iki film. İkisi de çok farklı kültür ve bakış açılarına sahip olsa da görülüyor ki ayna simgesinin ortak zemininde buluşmayı başarmışlar.

Pantor, 1930’lu yıllarda kıyafet kanunu sebebiyle köyde yaşayan insanların, şehre giderken pantolon giymek ve şapka takmak zorunda kalmasıyla ilgili gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Angel’s Mirror ise bulunduğu yere yeni taşındığını anladığımız aynasını elinden düşürmeyen küçük bir çocuğun, cama çıkıp dürbünüyle dışarıyı izleyen küçük kızla aralarında geçenleri anlatan bir hikâyeyi barındırıyor. 

Ayna, karşısında olan şeyi “olduğu gibi” göstermesiyle bildiğimiz bir nesne. Bir eksiltme yapmadan veya fazlasını göstermeden amacını gerçekleştiren bu nesne, Pantor’da kişinin kendini bir bütün olarak görmesiyle, yani aslında tanımasıyla bağdaştırılmış. Dilo, zamanla parçalanıp dökülmeye başlayan aynasından kendisiyle her defasında daha eksik olarak karşılaşıyor ve bundan rahatsız oluyor. Şehre gidip yeni bir ayna alma isteği, onun aynasından, aslında kendisinden memnun olmadığının işaretini veriyor. En sonunda ise şehre gitmek ve yeni bir ayna almak o kadar kolay olmasa da bir şekilde pantolonu bulup köyden çıkmayı başaran Dilo’nun şehirde kaybolduğunu öğreniyoruz. Böylece film, kendini olduğu gibi kabullenmeyen Dilo’nun, bir başkası olarak yaşamına devam edeceğinin ya da bir şekilde köye dönüp kaldığı yerden devam edeceğinin işaretlerini taşıyan ihtimallerle son buluyor.

Kıyafetteki dayatmanın, filmin girişindeki atın başında gördüğümüz şapkayla yeterince yerildiğini anlayabiliyoruz. Ve elbette kıyafetlerin, kişiliği yansıtması ve tamamlaması açısından önem teşkil ettiğini düşündüğümüzde bu kaybolmanın, olağan bir akıbeti getirdiğini idrak etmek mümkün. Aynanın parçalanması ve Dilo’nun şehre gitme isteğinin altındaki nedenlerin daha derinlemesine ele alınması isteğimi göz ardı edemiyorum. Eğer bunları görebilseydik bu konuda, hikâyenin çok daha doyurucu olacağına eminim. Yine de yönetmen, dedesinin o döneme ait verdiği bir bilgiden böyle bir kurgu çıkararak ve festivalde birincilik ödülünü alarak başarısını göstermektedir. 

Çin yapımı Angel’s Mirror’daki ayna ise daha farklı bir görev edinmiş kendine. Çünkü burada aynaya, sahip olanın kendine bakmak için kullanmadığını görüyoruz. Aksine onu karşısındakine yöneltiyor. Burada da ayna insanların birbirini tanımakta ve kendini görmesindeki amacıyla karşımıza çıkıyor. Yani insanlar birbirini tanımak ve anlamak için birbirine ayna işlevi görüyor, nazarımda tam da anlatılmak istenen şey diyebilirim.

Yeni taşındığı yerde arkadaşlarıyla oyun oynayan küçük çocuk, bahçeye açılan bir pencereden dışarıyı seyreden küçük kızı görüyor ve arkadaşlarının kıza ilgisi, onun da ilgisini celbetmesine sebep oluyor. Ve arkadaşlarından farklı bir yapıya sahip olduğunu anladığımız çocuk, ona elinden düşürmediği aynasını doğrultuyor. Bu, aralarındaki dostluğun da başlangıcı oluyor elbette. Küçük kıza, aynasını çevirdiğinde oluşan ışıkla aralarındaki sevgi ve dostluk, adeta somut hâle bürünüyor. Yeşil mekân ve masalsı bir dünya taşıyan film, küçük kıza yönelttiği boy aynasıyla, aynanın sadece insanın kendini görmesini değil, karşısındakine nasıl biri olduğunu göstermesini anlatmasıyla son buluyor.

Savaş Üzerine

Kosava yapımı olan Rreze ve Shok ile İran yapımı This Side, Other Side ise çocuğun gözünden savaşın yıkımlarını anlatma yoluna gitmiş üç film. Üçünün de hiçbir etkisi ve sebebi olmadığı halde çocukların, savaşa maruz kalmasındaki kötülüğü göstermeyi dert edinmiş olduğu anlaşılıyor. Elbette bu bakış açısı, savaşı farklı bir açıdan tanımlamamızda ve anlamamızda önem teşkil ediyor. 

Hiçbir şeyle alakası olmadığı halde hayatının elinden alınma ihtimali yüzünden korkuyla yaşama isteği arasında sıkışmışlığı anlatan Rreze, bunlardan birisi. 9 yaşında olan ve üstelik o gün doğum günü olduğunu öğrendiğimiz küçük bir kızın, savaşın ortasında tamamen her şeyden bağımsız, yaşamak istediğine şahit oluyoruz. Günlükten yola çıkılarak ortaya koyulan filmde, askerlere de yöneltilen bir bakış açısı bulunuyor. Rreze dünyanın her geçen gün daha güzel ve barış içinde olacağına dair umudun, günümüze gelindiğinde nasıl bittiğini anlatmanın derdinde olan bir film.  

Shok, iki dostun birbirine tutunarak savaştan en az etkilenme gayretlerini anlatıyor. Aralarındaki ilişki, birinin bisiklete sahip olmasıyla başka bir boyut kazanır. Shok da gerçeklerden alınan olayları barındırıyor. Çocuk hevesin, bulunduğu ortamdan bağımsız yaşadığını gördüğümüz filmde, silahların insanın isteklerini durduramadığına en acı şekilde şahit oluyoruz.  

Sınırlara sahip bölgelerin, silahıyla ve askeriyle hazır bulunmasının aslında bir çocuk için hiçbir anlam ifade etmediğini anlatan This Side, Other Side, şehirde yıkılan her binanın ve eksilen her organın, çocuğun elindeki pembe bir tebeşirle düzeltme umudunu ve güzelliğini taşıyor. Anlatılan bilindik bir hikâye ama bunun çizimlerle olması özellikle, çocuk bakış açısını daha anlaşılır kılıyor. Kâğıt üzerinde silinen ve yok olan bir kolun pembe tebeşirle çizilerek yeniden yerine konması kadar her şeyin basit olabileceği umudunu gösteriyor. Fakat sonunda, dünya gerçeğinde bunun sadece bir tablodan öteye gidemeyecek kadar hayal olduğunu da anlamış oluyoruz.

Filmler için savaşın, çocuk üzerindeki etkisinin anlatıldığından bahsetsem de elbette bu kadar çevreyi ve yetişkinleri es geçecek bir tablo çizmiş olmak yanlış olacaktır. Ebeveynlerin, kendilerinden önce çocukları için taşıdığı korku ve yıllarca emek vererek kurdukları düzenin altüst olması, savaşın yıkımında değinilmesi gereken bir başka noktayı taşıyor. Savaşın ortasında, çocuk veya yetişkin, elbette herkesin tek bir düşüncesi var: Yaşamak.

Yazar: Ülkü Tatar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir