Kibar Feyzo (1978)

Kibar Feyzo (1978)

Politik komedi türü bizim topraklarımızda sıkça rastlanan bir komedi türüdür. Bu türün ürünleri siyasi partilerden bağımsız olarak gerçek hayatta ki durumlardan esinlenir. Süregelen düzeni mizah ile hicveden en etkili yöntemdir. Zekâ gerektiren bir türdür. Sinemadan önce edebiyatta sıkça karşımıza çıkar. Sanılanın aksine halk edebiyatı özellikle de aşık kültürü bu türde birçok eser vermiştir. Karagöz ve Hacivat’ın ortaya çıkma sebebinin Orhan Bey dönemi yönetimini hicvetmektir. Keza Nasrettin Hoca’nın birçok fıkrası yine dönem yönetimini eleştirmek için anlatılmıştır.  Aşıkların; padişahları, beyleri, devlet yönetimini istedikleri gibi eleştirme hakkına sahip oldukları bilinir. Halk ozanlarına sözlerinden dolayı baskı uygulamak Türk töresine aykırıdır. Çünkü onların sözü Hakk’ın sözüdür.  Bu film için böyle bir giriş yapmamın sebebi de tam olarak aşık geleneğinden gelen bir kültürün ürünü olduğunu düşünmemdir. Filme geçmeden, çok sevdiğim Kibar Feyzo filmini yazı boyunca bol bol öveceğimin teminatını vereyim. Evet, şimdi filme geçebiliriz.

Her Bir Şeyin Başı Fukaralıktır 

Filmde ki ilk sahneden başlayıp son sahnede sorulan malum soruya kadar edilen her sözün altı dolu doludur. Sağlam alt metinlere sahip sahnelerin olduğu bir anlatı. Daha çok diyaloglarla verilen mesajları daha iyi izah edebilmek için müsaadenizle incelememi biraz da replikler üzerinden ilerleteceğim.

İlk sahnede, kahramanımız Kibar Feyzo’yu hâkim karşısında görürüz. Filmin sonu ilk sahneden karşımızdadır. Baş kahramanımız kendini tanıtır. Fakirliği eleştirir. Hikayesini anlatmaya başlayınca Haran’a gideriz. Bilo ve Feyzo askerden dönmüştür. Köyün girişinde karşılaşırlar. İlk başta dostça konuşurlar:

Feyzo: Bakıyorum on başı olmuşsun kıro. 

Bilo: Köyün itibarini yüskeltem dedim. Heç adam çıkmıyi. 

Daha bu ilk sahne, yoksulluğun ve cehaletin ne boyutta olduğunu veriyor. Ardından ciğer parçalayan yanık kaval sesi bu hissi desteklerken bir yandan da “nedir bu, biz buraya gülmeye geldik” dedirtiyor.

O Parayla Öküz Alırız 

Askerde para biriktiren Feyzo tezkereyi alınca,  Gülo’yu almak için köyüne koşar. Fakat ilk engelle karşılaşır. Gülo’dan pek de hazzetmeyen anası “o parayla öküz alırız” diye Feyzo’nun yoluna taş koyar. Burası Nazım Hikmet’in “Kadınlarımız” şiirindeki soframızdaki yeri öküzden sonra gelen mısrasına bir atıftır. Kendisiyle birlikte askerden dönen Bilo’da Gülo’ya göz koyunca Feyzo’nun işi iyice zorlaşır. Feyzo’nun bu evlilik inadı, tüm köyü sisteme karşı isyana teşvik eden olaylar silsilesine dönüşür. 

Kibar Feyzom Niçin Niçin? Kibarım da Onun İçin 

Feyzo, anasından önce ağasının huzuruna gider, destur alır. Ağasına getirdiği hediyeyi verir. Bu hediye Feyzo’nun neden Kibar Feyzo olduğunu çok net gösterir. Bilo, ağasına İran hududundan çay getirirken, Feyzo bir yelpaze getirmiştir. Kibardır. Köylüden farklıdır. Şehirli olmaya en çok meyli olan karakterdir. Gelişime açıktır. Askerliğini bile Trakya hududunda yani ülkenin en batısında yapmıştır. 

Anası sevdiği kızı almamak için inat eder. Ama Feyzo’da akıl çok. Hamlet gibi deli rolü yapar. Bu sırada filmde rüşvet alan hatta rüşvet için pazarlık yapan bir hoca efendi tiplemesi karşımıza çıkar. Filmdeki kötü karakterler, “Müslüman dini aşikar, demokraside de yeri var” diyerek dini ve demokrasiyi işlerine göre kullanırlar. 

Minareden Düşte Gel, Başlığı Ver de Gel 

Her yolu deneyen Feyzo anası Sekine kadının inadını kıramaz ve son çare olarak minareye çıkar. Bu sahnede dikkatimizi bir şey çeker. Minarede ki Feyzo’yu yakın plan izlerken minare Feyzo ile birlikte oynar. Rivayet edilir ki bu sahne çekilirken rahmetli ve kıymetli oyuncu Kemal Sunal yükseklik korkusu nedeniyle gerçek minareye çıkamamış ve dekor kullanılmıştır. Bu sahnede ki sallanan minarenin sırrı da budur. 

Vay Neresi Neresi, Burası Gelin Deresi 

Filmde “atma türkü”lerle sekanslar arasına giren kızlı erkekli gruplar filmin akış ritmini hızlandırmış ve eğlenceli hale getirmiştir. Ayrıca tiyatro diline benzeyen anlatıma sahip gibi diyaloglar hikâyeyi güçlendirmiştir.

-Ah Hazel!

-15.000!

-Ah Cemo!

-17.500!

Ve de iletişim araçlarının olmadığı, okur yazarlığın çok az olduğu dönemlerde insanların kendi içlerinden çıkmış hikayeleri edebiyat ve müziğe dönüştürme geleneğine de ışık tutmuştur.

Lengeli Fötr

Kibar Feyzo’m niçin niçin 

Fötrüm yok onun için 

Sana bir fötr alalım 

Gerdeğe de biz girelim 

Feyzo ve Bilo arasında yapılan açık arttırma sonunda kızı Feyzo alır. Taksitle aldığı karısı için noterde senet hazırlatmaya giderler. Burada noter “senetlerin hepsi ödenene kadar malın mülkiyeti babasına, kullanma hakkı kocasına aittir” diye bir madde ekler. Buradaki mal kadındır. Ve ne yazık ki bu sadece bir film sahnesi değildir. Dönemin sosyolojik gerçeği ile örtüşür. 

Hacı Hüso, Feyzo’yu kefil olması için Maho Ağa’ya yollar. Burada Maho Ağa, “Karıyı koynunuza da biz mi verecez? Borcunu ödeyemezsen alıram karını ha!” diye şaka yapar. Bu konuşma, marabanın ağa karşısında ki yerini vurucu bir şekilde ortaya koyar. Ektiği toprak, aldığı mahsul gibi yattığı kadın bile ağasına aittir. Evleneceği kadın dahil hiçbir mülkiyet hakkı yoktur. 

Gülo’yu alan Feyzo güzel bir düğün yapar. Filmin jeneriğinin sonunda teşekkür edilen Antakya Halkevi Folklor Ekibi, yörenin kültürünü resmetmek için güzel bir halk dansı sergiler. Ağa düğüne teşrif eder. Damat Feyzo beyaz bir fötr takmıştır. Bunu gören ağa, Bilo’nun fitnesinden de etkilenerek çok sinirlenir. 

-Bu ne lo? 

-Lengeli fötr şapka Maho Ağam. 

-Ya bu ne lo? 

-O da lengeli fötr. Senin ki biraz eskimiş ağam. 

Lengeli fötr şapkası Feyzo’nun başına dert olur. Ağalığa özendiği ve ağanın düzenini bozduğu gerekçesi ile ağa tarafından, gerdeğe giremeden, köyden sürülür. Feyzo sürgün yollarında kendi kendine söylenir: 

Cenderme oldun da ne oldi? Agami oldun eşşoğlueşek. 

Sinemada epizodik anlatım, en kısa tanımıyla bölümlere ayrılmış film demektir. Bu film de bölümlere ayrılmıştır. Bölümleri ayıran ise  Feyzo’nun köyden kovulması üzerine yolda kendi kendine söylendiği sahnelerdir. Her bölümün sonunda yer alan Feyzo’nun söylenmeleri, yaşadığı sınıfsal aydınlanmayı gösterir. Bunun yanı sıra kızların sekanslar arası türkü söylemesi de Gülo’nun feminist dönüşümünü bölümlere ayırır. Burada Gülo hakkında önemli başka bir detay daha vardır. Gülo, babasının kararına boyun eğecek bir kız değildir. Diğer tüm karakterler gibi filmin başından beri başındaki iktidara, karşı duruş sergiler. 

Patron da Sendikalı Herhalde

Feyzo’nun şehre gelmesiyle film şehirdeki işçi problemlerini konu almaya başlar. Feyzo, işçilerle birlikte bekler. İşveren seçtiği adamları kamyonun kasasına doldurur ve götürür. O dönemlerde gerçekte var olan o sahneyi, Feyzo hâkime şu cümleyle açıklar:

Vallahi hekim beyim kasabanın hayvan pazarında daha bir itibar görüyor hayvanlar. İşçinin pazarda satılan hayvan kadar kıymeti yoktur. 

Feyzo, bir semer alır hamallık eder. Cahil ve fakir olduğu için itilip kakılır. Bu sırada medeniyetin kalesi, umumi tuvalet ile tanışır. Ne iş bulsa yapar. Ve hep yeni bir şeyler öğrenir. Sendika ile tanışması da inşatta amelelik ederken şu şekilde olur:

-Niye benim param onlarıkinden eskik. 

-Onlar sendikalı da ondan 

-E ben de Harranlıyam.

-Git işine be. 

-Patron da Sendikalı herhalde. Hemşerisini koriyi. 

Ağaya Beleş 

Ağanın kefil olduğu senedin günü yaklaşınca Feyzo’yu köye çağırır. Feyzo borcunu denkleştiremediği için girişimci yanını devreye sokar ve köyde umumi abdesthane yapıp işletmeye başlar. Gülo’yu alamayınca ağanın kapısında çalışmaya başlayan Bilo, yine ağayı dolduruşa getirir. Birinci bölümün sonunu getiren sahne tekrarlanır. Ağa at üzerinde meydana gelir. Ve o unutulmaz konuşma gerçekleşir:

-Bu nedir lo? Neye yariyir ki? 

-Abdesthane haşa huzurdan ağam. 

-Kim sıçacak içine. 

-Parayı basan herkese serbest. Yalnız ağamıza beleş… Buyur, sana beleş ağam. 

-Beleş hemi? Ula hiç aklınız da yok sizin, muhanetler. Yani şimdi ben girip sıçacam. Sonra sen girip benim pohun üstüne sıçacan. Öyle mi? Ulan benimle eğlenir misen? Ula ağa pohi üstüne poh olur mi? 

İşte bu söz ağalık düzenini çok güzel özetler. Ağa pohu üstüne poh, ağa sözü üstüne söz olmaz! Filmin ortalarında yer alan bu sahne filmin en komik, en vurucu, en akılda kalan sahnesidir. Feyzo’nın köye gelmesiyle kovulması bir olur. Tıpkı ilkinde olduğu gibi yine döşeğini omuzlanıp söylenerek köyden çıkar: 

Poh oğli. Ağa olmuşda nolmuş. Medeniyetten habarı yok. Biz niye baş kaldırmıyoruz peki? 

Söylediği bu sözler kendi içinde ağaya karşı hafiften bir baş kaldırışın habercisidir. Feyzo’nun köyden bu ikinci sürülme sahnesi üçüncü bölümü başlatır.  Bir önceki sahnede kendi kendine sorduğu “biz neden baş kaldırmıyoruz” sorusunun cevabını hâkim karşısında yine kendi verir:

Biz maraba doğmuşuz hekim bey, hakkımızı aramayı unutmuşuz. 

Osmanlı’dan değişimler geçirerek bugüne gelmiş feodal bir sistem olan ağalığı Kibar Feyzo, Maho Ağa üzerinden şu şekilde özetler:

Biraz medeniyetsizdir, zalımdır. Kendi yer, bizi aç kor. Bizim Maho’nun ağalıkta eşi yoktur.  

Feyzo’ya ait bu sözler, ağalık sisteminin halk üzerine ki iz düşümüdür.

Oldun Saban Eşeği, Ulan Feyzo Ne Halt Ettin 

Feyzo, kızının doğması üzerine köye geri döner. İkinci senedi ödeyemediği için ineğini Hacı Hüso’ya verince anası onu ineğin yerine sabana koşar. Bu sırada Maho Ağa, Ankara’dan gelen devlet büyüklerine topraklarını gezdirir. Bu mühim adamlar, sabana bağlanmış köylüyü görünce Maho Ağa’ya çıkışırlar.  Bu sırada Bilo ağayı fitnelemeye devam eder. Ağa bir ağalık geleneği olan ceza yöntemini uygular. Feyzo’yu falakaya yatırır. İyice bir dövdükten sonra yine köyden kovar. Bu üçüncü kovulmada Feyzo ağaya iyice kinlenir, açıktan açığa küfreder:

Ben senin ağa kimin… Ah ah… Yedi ceddini… Uy uy… Hüviyetini… Of Anam… Kim ağa yaptı bu pezevengi? Kim verdi bu toprağı? Ula Allah’tan reva mıdır? Ahh… Eşşoğlueşşek… 

Feyzo iyiden iyiye bu sistemi eleştirmeye başlamıştır. Hâkim karşısında yine kendi dilinden ağalık sistemini eleştirir: 

Biz napak hekim beyim? Başımız eğik, çaresizik. Nizamımız bu beyim. Bu nizam hiç mi değişmez, ben bilmem. Atalarımız ne demiş? Mademki ağadır, doğrudır. Hiçbir doğru işini de bilmezik ya. Rızkımız onun eli ile dili arasında. İşin poh yanı da bu ya. 

İşte burası İstanbul’da oturup yazılmış bir replik değildir. Adeta gerçek bir köylünün ağzından çıkmış bir isyandır. Son derece inandırıcıdır. Ankara, ağanın köylü üzerindeki baskısını da eleştirse de ağalık sisteminin varlığını kabul eder. Bu çıkmaz bir döngüdür. Yani işin asıl “poh yanı” burasıdır. Çünkü mülkiyet hakkı olmayan köylü hayatı boyunca ağanın topraklarında çalışarak yaşamını sürdürmek zorundadır. Hal böyle olunca ağaya karşı ses çıkaramaz. Rızıkları ağanın eli ile dili arasındadır. Ankara’dan gelenler köylünün tarlada sabana sürülmesine kızar ama bu duruma neden olan sistemi göz ardı eder. Köylünün hakkını savunması için ağadan daha büyük bir başa ihtiyaçları vardır. Hal böyleyken nizamın değişmesi zordur.

Bu Düzen Kazan Karası, Ağalık Allah Belası 

Feyzo, İstanbul’da bu sefer de işçi direnişlerine denk gelir. Biraz daha aydınlanır. Daha önce bir yer adı sandığı sendikayı öğrenir. Düzeni kendi diliyle şöyle anlatır: 

Burada da şehir ağaları var. Ama buranın marabası, parayı az gördü mü el ele verip hakkını bir tamam alıy. Grev, ekmek, özgürlük, işçiler kardeş patron kalleş, faşizm… Ula bu da ne ki?  

Faşizm demokratik düzen yerine aşırı, çarpıtılmış bir ulusçuluğa dayanan, bir baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğretinin terminolojisidir. Bizim Feyzo faşizmi öğrenmiş ve bize/hâkime şöyle açıklar:

Sen faşo neye diyler bilin mi hekim bey? Aha bizim Maho valla faşodur. 

Evet, Maho Ağa faşizmin ta kendisidir. Feyzo odun kırmak için dolaşırken kendine yeni bir meslek edinir. O dönemin siyasi gruplarının duvarlara yazdığı sloganları, para karşılığında silmeye başlar. Sloganları duvarlardan silip aklına yazar. Bu sırada denk geldiği bir düğünde gelinin babasından başlık parasının kalktığını öğrenir.  

-Allahını seversen doğruyu söyle kardeşim, beleş mi aldın karıyı? 

-Beleş. Beleş. 

Köyüne dönüp haber vermek ister ama ağadan ferman gelmemiştir. O da askerde öğrendiği kamuflaj tekniği ile köyüne geri döner. 

Buna kamuflaj derler hekim beyim. Cendermelikte öğrenmişem. 

EKK (Evde Kalmış Kızlar)

Başlığın kalktığını, kanunda cezası olduğunu öğrenince en çok Zülfo sevinir. Köyde başlık parasına ve dolayısıyla ağaya karşı bir başkaldırı başlar. Duvarlara yazılan sloganları okuyan Topal Hoca kendinden beklenen tepkiyi verir:

Neuzibillah ağam, din elden gidiy. Kızlar azmış. 

Din-vatan elden gidiyor teraneleri iktidar olan tüm güçlerin zaman ve mekân fark etmeden verdiği değişmez bir tepkidir. Maho ise korkudan ayaklarını poposuna vura vura koşarak evine kaçar. Çünkü iktidarın en korktuğu iki şey olmuştur; halk aydınlanmış, birleşip ayaklanmıştır. Köyde davullu zurnalı eylem başlar. Sekine Kadın, grup sözcüsü gibi en öndedir ve pankart taşıyordur. Yeri gelmişken Adile Naşit’in can verdiği Sekine Kadın için birkaç cümle söylemeliyim. Ağaya karşı en çok asi gelen Feyzo’nun anası Sekine Kadın’dır. Kimseye lafını esirgemez. Sekine Kadın üzerinden Güçlü Anadolu Kadını imgesini sahiplenme söz konusudur. Bu başkaldırı sekansının sonu yine falaka da biter. Bu sahnede en vurucu sözü Sekine Kadın söyler:

Vur ulan vur. O sopa bizim elimize geçmez mi? 

Bu güçlü Anadolu kadınının; düzenin değişeceğine, kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağına dair umutları vardır. Ne yazık ki çoğunluk henüz bu gücü kendinde görmemektedir. Ayaklanmak için şartlar henüz olgunlaşmamıştır. Feyzo ise bu durumu hâkimin karşısında şöyle anlatır: 

Sen ne diysen kurban? Ağanın yüzüne karşı gelince hepimizin eli ayağı kesilmiştir. Bakarsan o da bizim gibi bir insan. Tükürsek boğarız. Ama kapıda gözükünce boğazımızdaki tükürük bile kurulmuştur. 

Çünkü ağa/ağalık halkın gözünde insan formundan çıkmış bir korku mitine dönüşmüştür. 

Kovir misen Ağam? 

Feyzo’nun şehre gitmesi yasaklanır. Çünkü her gittiğinde ağanın başına dert açacak bir fikirle geri döner. Şehre gidip çalışamadığı için kayınbabasına borcunu ödeyemez. Ağa bu fırsatı değerlendirir. Kefil olduğu senedin borcunu ödemesi için Feyzo’yu ve Gülo’yu yanında çalıştırır. Başlarına da Bilo’yu diker. Feyzo’ya, karısına uzaktan bakmak bile yasaktır. Bunu öğrenen Feyzo, Bilo’ya malum soruyu sorar: 

 Sıçmak da yasak mı? 

Bu soru günümüzde, “o yasak, bu yasak, sıçmak da yasak mı?” tamlamasını ortaya çıkarmış, yasaklardan bunaldığımızda ettiğimiz bir küfür haline gelmiştir. Feyzo, kendini kovdurmaya karar verir. Daha önce köyden kovulmasına neden olan her şeyi yeniden yapar. Ama ağadan hep aynı sözü duyar:

Kovmirem ulan.  

Köyde kalmak gibi köyden gitmek de ağanın inisiyatifindedir. Darda kalan Feyzo, karısını geri alabilmek için bebeğini satmaya karar verir. Alıp kahveye götürür. Bu kısım oldukça can sıkıcıdır. Söz konusu el kadar bir bebektir. Büyüyünce birisinin karısı olması için satılmak üzeredir. İşte bu sahne Daniel Defoe’nun bir hiciv yazısına gönderme olabilir. İngiliz yazar muhaliflerin üzerlerine fazla gidildiğini ifade etmek için “bebeklerini de yiyelim, böylece açlık sorununu da çözeriz” yazmıştır. Evet Daniel’in dediği gibi sistem Feyzo’nun da bebeğini yemek üzeredir. 

Bu sırada Maho Ağa, dinin ardına saklanan her baskıcı yönetim gibi cami yaptırdığıyla (üstelik köyün bir camisi olduğu halde) övünür ve köylüyü şükürsüzlükle suçlar. Bu duruma geçerliliğini bugün bile koruyan o cevabı Zülfo verir:  

Camimiz var, karımız yok.  

Halk borçlarını ödeyemez, yiyecek lokma ekmek bulamazken karınları din ile doyurulmaya çalışılır. Burada bahsi geçen din sömürüsünü bir Afrika atasözü çok güzel ifade eder:

Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil onların elinde topraklarımız vardı. 

Ağa sürekli köyü satarım diye köylüyü korkutur. Çünkü köyü, içindeki insan ve hayvanlar da dahil satma hakkı vardır. Burada çok ince bir detay yerleştirilmiştir. Maho Ağa köylüyü 141-142 başsınız. Hepinizi satarım diye tehdit eder. Bu rakamlar rastgele söylenmiş rakamlar değildir. O dönemin anayasasında 141-142. maddeler düzene karşı gelenin vatan hainliği ile suçlanacağını belirten maddelerdir. Köylüler Feyzo önderliğinde Çukurova’ya, pamuk işçiliğine gitmeye karar verir. Ama bir yandan da Ağa’nın köyü satmasından korkarlar. Feyzo bu duruma şöyle der:

Poh satar.  

Çünkü köylü olmasa ağa tarlayı süremez.  Ağasız maraba olur ama marabasız ağa olmaz.

Düğün Havası Değil, Cenk Havası 

Köylü toplanır, Çukurova’ya doğru yola çıkar. Ağa çalınan davul zurna seslerini duyar. Köyde benden habersiz düğün mü oluyor diye sinirlenir. Bilo ise bunun düğün havası değil cenk havası olduğunu söyler. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

-Ağam ağam. Gidiyiler. 

-Ula sen dellendin mi? Kim gidiy? Nere gidiy? 

-Köy gidiyi ağam. 

-Sen ne diyisen oğlum? Köyün nerde görülmüştür yürüdüğü? 

Bu kısım da Macbeth’in, “hiç Birnam ormanı yürür mü?” sözüne bir atıftır. Ağa köylünün önünü keser. Filmin başından beri birçok sahnede gördüğümüz silah sonunda patlar. Feyzo’nın neden hâkim karşısında olduğunu anlarız. Finalde Feyzo, hâkime malum soruyu sorar:

Yalanım yok. Bütün işler bu minval üzerinde olmuştur hekim beyim. Maho ağa ölmüştür. O ölmüştür, başka ağa gelmiştir köyümüzün başına. Habar almışım herkes Maho Ağa’yı arar olmuştur. Bu işin sonu neye varır ben bilmirem. Sen devletsin, sen büyüksün, gayri hükmü sen ver kurban. SUÇ KİMDE? 

Suç Kimde? 

Film mekân olarak üç bölüme ayrılmıştır. Haran Köyü, İstanbul ve mahkeme salonu. Mahkeme salonunda geçen sahneler önemlidir. Feyzo’nun doğrudan kameraya bakarak konuşması hususunda film üzerinde iki okuma yaptım. Birincisi direkt kameraya konuşması seyirci oyuncu arasındaki duvarı kaldırmıştır. Filmin sonundaki “Suç kimde?” sorusunu aslında seyirciye sormuştur. Seyirci aslında film boyunca yargı mercii olarak oradaymış gibi düşünülmüştür. Ya da Feyzo filmin başından beri hakimle konuşuyordur. Hâkimi bizim görmememizin sebebi, suçluyu bulsa da sorunu tamamen ortadan kaldırmadığı için cisimleştirilmemiştir.

En İyi Politik Güldürü Türü Örneği 

Film, 1978 yılında Arzu Film’den çıkmış bir Atıf Yılmaz filmidir. Ve iddia ediyorum, Türk sinemasındaki en iyi politik güldürü türü örneğidir. Bir kere Atıf Yılmaz çağının ötesinde bir yönetmendir. Oyuncu kadrosu da müthiştir. Adile Naşit’ten Kemal Sunal’a, Şener Şen’den Müjde Ar’a, İlyas Salman’dan Erdal Özyağcılar’a muhteşem bir kadrodur. Film, Hatay’ın Reyhanlı ilçesine bağlı Haran köyünde çekilmiştir. Bu oyuncular dışındaki ekibin tamamına yakını yerel halktır. 

Ve filmin senaryosu… Senaryoyu yazan İhsan Yüce’dir. Yani filmdeki Hacı Hüso. Bir bu kadar da İhsan Yüce’yi övebilirim. Muazzam bir analiz, muazzam bir mizah anlayışı, muazzam bir entelektüel birikim. Macbeth, Hamlet, Nazım Hikmet, Daniel Defoe, 78 Anayasası gibi birçok farklı esere aynı hikâye içinde atıflar yapabilmesi, gerek şehirdeki gerek köydeki halkı bu kadar iyi tanıyabilmesi, yarattığı karakterlerin absürt gerçekliği hayret verici boyutta muhteşemdir! Gerçek bir aydın, gerçek bir sanatçı. Şimdi kadroya bir daha göz attım da filmin başarısı tesadüf değilmiş gerçekten. Hala daha günlük durumlarımız karşısında “Ağa pohu üstüne poh olur mu?”, “Ağaya beleş”, “Kovir misin ağam”, “Ağam benle eğlenir” gibi repliklerini atasözü gibi kullandığımız bir film çıkarmışlar ortaya. 

Filmde hoşuma giden şeylerden biri de iyi karakterlerin hepsinin baş kaldırmaya hazır, güçlü karakterler olması. Ve bu karakterler için çok doğru oyuncular seçilmiş. Güzel, seksi ve asi kızı Müjde Ar’dan başka kim oynayabilirdi? Sefil, ezilen ama bir o kadar da kurnaz genç adamı İlyas Salman’dan başka biri oynasa bu kadar iyi olur muydu? Peki uyanık toprak ağası Şener Şen’den başka kime yakışırdı? Ya Feyzo? Bu rolün altından kim kalkabilirdi? Saflığını harcamadan, garibanlığını (sınıfını) terk etmeden hem sevdiği kıza kavuşup hem köyün kahramanı kim olabilirdi? 

Kemal Sunal oyunculuğunu da ayrıca övmeden geçemeyeceğim. Bu filmde diğer filmlerinden çok daha iyi bir oyunculuk sergilemiştir. Oldukça başarılı. Hatta sadece bel ve baş planda çekilen duruşma sahnelerinde bile Haranlı Kibar Feyzo için üzülebiliyor, sevinebiliyor, umut edebiliyoruz. Bunun yanı sıra kamera arkası için de tertemiz bir işçiliğin olduğunu söyleyebilirim. Emeği geçen herkesin eline, emeğine sağlık. 

Filmde çok fazla küfür edilmesine rağmen, edilen her küfrün bir yeri olmasından mütevellit bu durum can sıkmıyor. Asla bir küfür komedisi değil. Her biri ayrı birer trajedi yaşayan karakterlerin hikayelerine güldüğümüz, alt metin bakımından zengin, kaliteli bir komedi filmidir. Türk sinemasını aşağılayan entel(!) güruh bu filmi izleyince utanır mı bilmem ama bu filme kötü diyen diller taş olur. 

O dönemde nasıl olmuş da bu kadar rahat ve açık bir şekilde eleştirmişler diye sormadan edemiyor insan. Gerçekten büyük bir cesaret. Ama şu da bir gerçek ki film o zamandan bu zamana kadar birçok sansüre uğramış. Hatta filmin en önemli sahnelerinden biri olan, “Faşo ne demek lo? Bele puşt kimi, ibne kimi bişeydir yani” kısmı o dönemin “faşo” zihniyetleri tarafınca video kayıtlarına konmamıştır. Günümüzde ise Kemal Sunal’ın imzası haline gelen eşşoğlueşek lafı bile sansüre uğruyor. Sonra Türk sineması niye bu halde? 

Velhasıl kelam Kibar Feyzo benim çok güldüğüm, çok sevdiğim ve çok dolu bulduğum bir film. Hatta okullarda ders niteliğinde okutulacak yeterlilikte. Ve her şeyiyle (derdiyle, fikriyle, özüyle, sözüyle, müziğiyle, esprisiyle, küfrüyle) “Türk sineması” örneği. Yazıyı yazarken, filmi izlerken aldığım kadar keyif aldım. Umarım siz de okurken keyif almışsınızdır. Yorumlarınızı esirgemeyin, sevgiyle, sevdiğiniz şeylere ilgiyle kalın.

Yazar: Ayşenur Özdemir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir