Argylle / Gizli Casus (2024)
“Kick-Ass” (2010) ve “X-Men: First Class” (X-Men: Birinci Sınıf, 2011) dışında üç filmlik “Kingsman” külliyatından da tanıdığımız çılgın yönetmen Matthew Vaughn, roman ve çizgi roman uyarlamalarından sonra ilk kez özgün bir öyküyü beyaz perdeye aktarıyor. Yönetmenin daha önceki filmlerinden alışık olduğumuz ciddiyeti laubalilik ile harmanlayan üslubu bünyesinde barındıran “Argylle” (Gizli Casus, 2024), çizgi roman evreninden fırlamış gibi duran dünyası ile bizi cezbetmeyi de başarıyor. Ama bu kez senaryoda Matthew Vaughn’ın parmağı yok. “Pan” (2015) filminin senaristi Jason Fuchs, “Argylle” (2024) ile hem peşinden koşacağımız karakterler yaratıyor hem de sürükleyici bir dünya inşa ediyor. Ajanların kol gezdiği bu dünya, tekinsiz olduğu kadar eğlenceli de…
Bu arada, birazdan okuyacağınız bu yazının filmle ilgili sürprizleri bozacak bilgiler içerebileceğini unutmayın!
Ajanların Dünyasında Kadın Olmak
Ajan dendiğinde aklınıza kim geliyor? Benim aklıma, bıçak sırtında dolaşmaktan zevk alan 007 kod adlı James Bond ve “Mission: Impossible” serisinin başına buyruk kahramanı Ethan Hunt geliyor. Eski bir dünyaya ait olmalarına rağmen günümüzde hala varlıklarını sürdürmeyi başaran bu ajanların maceralarını izlemenin hala çok büyük bir keyif olduğunu itiraf etmek gerek. Ama bu karakterler daha çok erkek seyirciyi hedef alan pederşahi bir düzenin kapılarını aralıyor. Kadınlar bu ajanların filmlerinde daha çok dolgu malzemesi görevi görüyor. Hikayede kendine yer bulabilen kadın karakterler ise akılda kalacak bir sürekliliğe ve tutarlılığa sahip değiller.
Gücü sembolize eden erkek ajan karakterleri, bir anlamda 90’lı yıllarda erkek çocukların vazgeçilmez oyuncağı “Action Man” gibi yetişkin erkeklerin kendi hayal alemlerinde birer aksiyon figürüne dönüşmelerini sağlıyor. Ama kabul edelim dünya değişiyor. Filmlerde gördüğümüz ajanlar artık sadece erkeklerden ibaret değil. Mesela Angelina Jolie’nin hayat verdiği “Salt” (Ajan Salt, 2010) ya da Charlize Theron’un başrolde oynadığı “Atomic Blonde” (Sarışın Bomba, 2017) gibi örnekler ilk akla gelenler arasında. Tabii bunlar da erkeklerin dünyasına uyum sağlamış “sert” ve “erkeksi” kadınlar! Hele “Atomic Blonde” filminde karşımıza çıkan Lorraine Broughton karakteri, John Wick’in dişi versiyonundan ibaret.
İşte bu bilgilerden sonra “Argylle” filminin, erkeklerin dünyasına adapte edilmiş ruhsuz bir kadın ajan değil de kadın olmanın getirdiği özellikleri yitirmeyen bir kadın ajanı sinema tarihine armağan ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Geçmişin Girift Labirenti ve İç İçe Geçen Hikayeler
Debdebeli ajan filmlerini aratmayan bir başlangıç ile neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Sonra bir rüyadan uyanır gibi az önce gördüğümüz her şeyin gerçek olmadığını öğreniyoruz. Bu gördüklerimiz, aslında bir yazarın “Argylle” isimli romanında okuyucuya sunduğu hayal ürünü olaylar. Acaba bu olaylar gerçekten hayal ürünü mü? Yoksa… Okuyucu gibi biz de şüpheleniyoruz. Zira yazar, dünya genelinde vuku bulan gizli operasyonları detaylarına kadar biliyor. Ama sonra karakterimizi tanıyınca, kedisiyle yaşayan Elly Conway isimli bu yalnız kadının ajan olamayacak kadar “hanımefendi” olduğunu fark ediyoruz. Sonrasında da tahmin edebileceğiniz gibi ajanların dünyası için fazla nahif kalan Elly’nin kendisini ölümle burun buruna geldiği olayların içinde bulmasıyla asıl hikaye giriş yapıyoruz.
Bu noktada senarist Jason Fuchs’u özellikle tebrik etmek gerekiyor. Bir yazarın yarattığı dünyanın, gerçek dünya ile iç içe geçmesi filmde çok başarılı bir şekilde gerçekleşiyor. Karakterimizin kafasını karıştıran bu durum, bizim de kafamızı bir hayli karıştırıyor ve beklenmedik hamleler ile sürekli şaşırmamızın önü açılmış oluyor. Evet, “Argylle” seyircisiyle oynamayı seven, onu senaristten zekiymiş gibi hissettirip ters köşeye yatırmasını bilen zeka dolu bir senaryoya sahip. Ama bunun yanında senarist, sadece sürprizlere kafa patlatmakla yetinmiyor. Aynı zamanda karakterlerin yeteneklerini gösterirken onların kişiliklerini başarıyla yansıtmasını bildiği gibi, nispeten zayıf geçmiş hikayelerine rağmen derinlikli karakterler yaratmayı da beceriyor.
Ayrıca söz karakterlerden açılmışken, kendisini görmeye pek alışık olmadığımız aksiyon dolu bir rolde Bryce Dallas Howard’ın bize etkileyici bir performans sunduğunu ve Sam Rockwell’ın filmin sürprizi olarak hiç beklemediğimiz türden bir oyunculuk ile bizi kendine hayran bıraktığını notlarımızın arasına ekleyelim. Öte yandan filmde önemli bir konumda bulunan Kedi Alfie’ye de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Zira bir eşya gibi değil de sessiz bir yan karakter gibi kullanılan Alfie, hikayeye verimli bir şekilde hizmet ediyor. Bu durum hem başkarakterimizin dünyasını daha iyi anlamamızı sağlıyor hem de en gerilim dolu sahneleri bile eğlenceli dokunuşlarla yumuşatıyor.
Gerçek ve Kurgu Karşı Karşıya
Senaristin sürekli olarak sürprizler ile bizi yanılttığından, beklentilerimiz ile oynadığından bahsettik. Bu durum başkarakterimizin peşine takılan bizi, bilinmez bir diyarda gerçeği aramaya mecbur bırakıyor. Yazar karakterimiz Elly, yaşadığı olayların şoku ile gerçek ile kurguyu ayırt edemez hale geliyor. Bunun sonucunda yazarın yarattığı ajan karakteri Argylle’in gerçek dünyadaki ajan Aidan Wilde ile bütünleşmesi çok başarılı bir şekilde bize sunuluyor. Burada sadece çekimler ve kurgu anlamında bir başarıdan söz etmiyorum. Elbette özellikle Elly’nin Aidan ile tanıştığı tren sekansı oldukça etkileyici ve çekmesi her babayiğidin harcı olmayan dövüş sahneleri ile bezeli! Yönetmen bu sahneler ile aksiyon konusundaki maharetlerini daha üst bir seviyeye taşıdığı gibi, vaat ettiği sürükleyici seyirliği de fazlasıyla veriyor. Ama bunun dışında bu sahneler, hayalimizde canlandırdığımız imgenin gerçeğinden çok farklı olmasına güzel bir atıf oluyor.
Sürpriz doğuran sürprizlerle bezeli senaryoyu ele alırken doğru hamlelerle filmin ritmini yakalamayı başaran yönetmen Matthew Vaughn, aksiyonda çıtayı hep bir karış yukarı koyarak görmediğimiz türden sahneler ile bizi büyülerken maalesef aksiyon sahnelerini fazla abarttığı kısımlarda efektlerin göze batmasına engel olamıyor. İlk yarıyı şok edici bir gelişme ile sona erdiren yönetmen, daha sonra da bir dedektif gibi puzzle parçalarını yerleştirip hikayeyi tamamlamaya çalışan seyirciyi filmin sonuna kadar düşünmeye sevk eden bir yapı kuruyor. Bu sayede finale kadar merakımız diri kalmayı başarıyor. Hasılı toparlamamız gerekirse, yönetmen Matthew Vaughn ve senarist Jason Fuchs ikilisinin büyük bir uyumla çalışarak ortaya koydukları “Argylle”, sıra dışı bir ajan dünyası yaratırken popüler ajan filmlerine zekice göndermeler yapmayı da ihmal etmeyen eğlenceli bir film olarak hafızalara kazınıyor.
Jenerikten sonra, “Argylle” dünyasını “Kingsman” dünyasına bağlayan ufak bir sahne ile karşılıyoruz. Daha sonra da “Argylle: Book One – The Movie” isimli filmin geleceğinin müjdesi veriliyor. Bakalım bizi neler bekliyor…