Bir Türlü Varılamayan Son Durak: “FINAL DESTINATION: BLOODLINES” (2025)

Bir Türlü Varılamayan Son Durak: “FINAL DESTINATION: BLOODLINES” (2025)

Yaratıcısı Jeffrey Reddick olan serinin ilk filmi “Final Destination” (Son Durak, 2000) ile karakterlerimizin ölümün pençesinden kurtulmak için var güçleri ile mücadele etmelerine şahit olmuştuk. Bu filmde bir grup genç, talihli birinin mistik öngörüsü sayesinde uçak kazasından kıl payı kurtulmayı başarıyordu. Ama bunun akabinde gelişen olaylar, “kaderden kaçılmaz” teması ile yaratıcı olduğu kadar ürkütücü de olan “kaza”ların sebep olduğu ölümleri gözler önüne seriyordu. Serinin sonraki filmlerinde de benzer şeyler izlediğimizi söyleyebiliriz. Her defasında farklı bir felaketten kıl payı sağ kurtulan karakterlerimiz, uçak düşmesinin ardından zincirleme trafik kazası, lunaparkta hız treni faciası, araba yarışında meydana gelen felaket ve dev bir köprünün çökmesi gibi birbirinden beter musibetlerle karşılaştılar. Şimdi ise ölüm, yepyeni bir sayfa açarken dehşete düşürmeye devam ediyor. 

Guy Busick ve Lori Evans Taylor’ın senaryosunu birlikte yazdığı, yönetmen koltuğunda ise ayrılmaz ikili Zach Lipovsky ve Adam B. Stein’in oturduğu serinin altıncı halkası olan “Final Destination: Bloodlines” (Son Durak: Kan Bağı, 2025), 25 yıllık maceranın adeta genel bir özetini sunuyor.

Ölümün Pençesinden Kaçış

Tesadüf bu ya, “Final Destination: Bloodlines” filmini izlediğim gün, ilk olarak Emaar Skyview isimli seyir terasına gittim. İstanbul’da Emaar Square Mall’un üzerindeki Address Hotel İstanbul’un 47. ve 48. katlarında yer alan Emaar Skyview sayesinde şehri 300 metre yükseklikten izledim. Avrupa’nın en uzun cam balkonu olan yaklaşık 30 metre uzunluğundaki Skywalk’ın üzerinde biraz ürkerek ama genel olarak keyif alarak yürüdüm. Tüm bunların bu film ile ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Çok büyük bir ihtimalle, ilk olarak filmi izlemiş olsaydım Emaar Skyview’e gitmezdim. Zira seyir terasında yürürken ister istemez aklımı kurcalayan “Acaba burası yıkılsa ne olur?” minvalinde soruların cevabı, işte perdede karşılığını buluyordu. “Final Destination: Bloodlines” filminin temelleri, Sky View adındaki bir gökdelen restoran kulesinin çökmesinin üzerine inşa edilmişti! 

Serinin diğer filmlerinde olduğu gibi bu film de izleyicinin hem dehşete düşmesini sağlayan hem de gözlerini perdeden ayırmadan merakla izlemeye mecbur eden “ihtişamlı” bir felaket sahnesiyle başlıyor. Daha önceki felaketler düşünüldüğünde, bu sefer hem ilk filmdeki gibi yükseklik korkusunu işleyen hem de beşinci filmdeki gibi büyük bir yapının çöküşünü harmanlayan farklı bir “kaza” var. Dev bir gökdelenin çöküşüne, seyir terası sayesinde anbean şahit olmamız unutulmayacak kadar gerilim dolu bir deneyim vaat ediyor. Filmin asıl hikâyesini şekillendiren bu geçmiş hikâyesinden sonra ise felaketin günümüze nasıl sirayet ettiğini izliyoruz. Bu sefer de daha önce görmediğimiz karakterlerle karşılaşıyoruz. Elbette bu durum hiç şaşırtıcı değil. Zira serinin her filminde tanıştığımız karakterler ölümün korkunç pençesinden kurtulmayı başaramıyor; başardıklarını düşündüklerimiz ise beklemediğimiz anlarda can veriyordu. Bunun istisnası olarak tek bir isim sayabiliriz. O da “Final Destination 2” (Son Durak 2, 2003) filminde ölümü alt eden Kimberly Corman’dır. Fakat onun akıbeti de belirsizdir. 

Bu noktada anacağımız bir başka isim de daha önceki filmlerde sıkça karşılaştığımız, serinin ikonik karakterlerinden William Bludworth’dur. Bu filmde karakterin geçmişindeki önemli bir olaya şahitlik ediyoruz. Böylece onun diğer filmlerde gizemli bir figür olarak var olması sağlam bir temele oturtulmuş oluyor. Serinin hayranlarını mutlu edecek bu güzel detay dışında filmde geçmişe yapılan göndermelerin ve ufak sürprizlerin ara sıra karşımıza çıktığını da belirtmek gerekiyor. Örnek vermek gerekirse Iris’in araştırmalarını içeren defterde önceki filmlerdeki olaylara ait gazete kupürleri ve fotoğraflar yer alıyor. Aslında bu bağlantılar, “Final Destination: Bloodlines” filmini yeni bir hikaye anlatırken aynı zamanda serinin evrenine derinlik katan bir yapım haline de getiriyor.

Hiç Yaşamaması Gereken İnsanlar

“Final Destination: Bloodlines” filminde “ölüm”ün yapabileceği her şeyi ve karşısına çıkabilecek irili ufaklı tüm felaketleri hesaplayarak, adeta kafayı yeme pahasına araştırmalar yapan bir karakterimiz var: Iris! Gökdelen felaketinden kurtulmayı başaran ve oradaki insanları da kurtaran kişi… İşte Iris sayesinde bu filmde aslında hiç yaşamaması gereken onlarca insanın soyları devam ediyor, soyağaçları dallanıp budaklanıyor. Bu yüzden de ölüm yeni bir yol çizip yavaş yavaş ama emin adımlarla ilerlemeye başlıyor. Sıra ise tahmin edebileceğiniz gibi kahramanımızın ailesine geliyor! 

Iris, çok orijinal bir karakter olmasına rağmen filmde kendine yeterli yeri bulamıyor. Onlarca yıl boyunca yaptığı araştırmalar, sadece kendisinin anlayabileceği bir karmaşıklıkta deftere yazıldığı için torunu Stefani Reyes tarafından anlaşılamıyor ve maalesef neredeyse hiçbir işe yaramıyor. Bu yüzden de Iris’in tuttuğu defterin filmde layıkıyla kullanılmadığını düşünüyorum. Bir süre sonra zaten defter önemi yitiriyor ve karakterlerimiz kendi deneyimlerine göre yolu bulmaya çalışıyor.

Iris ile ilgili değineceğimiz bir başka nokta ise onun kendini kapattığı evin korkunç bir yer olması! Sanki onu ele geçirmek isteyen bir ordu varmış gibi dikenli tellerle çevrilmiş yüksek duvarlar, kazıklarla güçlendirilmiş kapılar ve bir siperi andıran ön bahçe ile karşılaşıyoruz. Ev, adeta büyük bir savaşa hazırlanmış gibi duruyor. Zaten ölümden kaçmanın neredeyse imkansız olduğunu düşündüğümüz de böylesine tehlikelerle dolu bir yerde, Iris’in kendini yıllarca sözüm ona saklaması biraz inandırıcılıktan yoksun kalıyor. Film boyunca, ölümden saklanmak için az eşyanın olduğu, basit bir yer inşa etmesi daha mantıklı olurdu diye düşünmeden edemediğimi de söylemem gerekiyor.

Kaderin Kaçınılmazlığı Üzerine 

Filmin merak unsurunu çok iyi kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Ölüm”ün ailenin büyüklerinden başlayarak belirli bir sırayı gözetmesi, ölecek insanları bilmemize neden olsa da sürekli sürprizlere gebe olan film, beklentilerimizle oynayarak bu konuda da bizi şaşırtmayı başarıyor. Film boyunca “böyle olacak” dediğimiz her an, beklediğimizden çok farklı bir sonuçla karşılaşıyoruz. Bu da öğrenme isteğimizin canlı kalmasına, “ölüm”ün bir sonraki hamlesini heyecanla beklememize, beklerken sürekli tahminler yapmamıza ve her gelişmeyi aynı merakla takip etmemize sebep oluyor. Bu sayede film boyunca bulmaca çözerken aldığımız hazza benzer bir haz duyuyoruz. 

Ama bundan daha önemlisi film, karakterlerle neredeyse aynı hayatta kalma motivasyonu ile bizi bu ölüm kalım savaşına dahil etmeyi başarıyor. Böylece bir yandan bize bir şey olmayacağını bilmenin rahatlığıyla bu kan ve vahşet dolu “eğlence”nin keyfini çıkarırken bir yandan da kendimizi karakterlerin yerine koyup ölümden kurtulmanın yollarını arıyoruz. 

Şüphesiz filmin bizi bu denli içine çekmesinde görsel anlamda oldukça etkileyici bir tablo sunmasının payı büyük. Ölüm sahnelerini hiçbir şekilde göstermekten çekinmeyen film; kan ve vahşeti en üst noktalarda sergilemesine, hatta hassas bünyeler için sakıncalı olabilecek şekilde sunmasına rağmen bu vahşet pornografisini dozunda tutmaya özen gösteriyor. Bu anlamda filmin hem gerilim ve korkuyu hem de mizahı harmanlama konusunda iyi bir iş çıkardığını, bu sayede seyirciye nefes alacak anlar bıraktığını belirtmeliyiz.

“Final Destination: Bloodlines”, serinin hayranlarına aşina oldukları gerilim, kan ve beklenmedik ölüm sahnelerini fazlasıyla veriyor. Ölümün acımasızlığı ve kaderin kaçınılmazlığı üzerine yüzeysel bir film ne kadar başarılı olabilirse, bu film de o kadar başarılı bir iş ortaya koyuyor! Can çekişen seriye adeta yeniden hayat veren film, bir devam filmi olarak da bir korku filmi olarak da vaatlerini layıkıyla yerine getiriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir