
Gayrimümkünü Mümkün Kılan bir Adamın Maceraları: “MISSION: IMPOSSIBLE – THE FINAL RECKONING” (2025)
Bundan tam 29 yıl önce, takvimler 1996’yı gösterirken “Mission: Impossible” (Görevimiz Tehlike) filmi vasıtasıyla tanıştığımız casus Ethan Hunt, gayrimümkünü mümkün kılan bir adam olarak bizi etkilemeyi başarmıştı. Ama aslında “Görevimiz Tehlike”, 1966’dan 1973’e kadar CBS’de yayınlanan popüler bir Amerikan dizisinin uyarlamasıydı. Impossible Missions Force ya da daha çok bilinen adıyla IMF adlı gizli bir ajan ekibinin tehlikeli görevleri tamamlayarak dünyayı kurtarmalarını anlatan bu dizinin kahramanları; titiz planlar, usta işi kılık değiştirme yöntemleri ve yüksek teknolojiye sahip aletler ile imkansız gibi görünen her şeyi çözerek gönülleri fethetmeyi başarmıştı. Ama dünyanın sürekli kıyamete sürüklendiği, ajanların kol gezdiği ve imkansız görevlerin imkan dahilinde olduğu bu dünyayı popüler kılan da hiç şüphesiz Tom Cruise oldu. İlk kez yapımcı koltuğuna oturduğu bu filmde ünlü aktör, asla unutulmayacak bir kahramanın temellerini oldukça sağlam atmayı başardı. Onun ellerinde yeniden canlanan seri, 8 filmlik dev bir külliyata dönüştü.“Mission: Impossible – Dead Reckoning” (Görevimiz Tehlike: Ölümcül Hesaplaşma, 2023) isimli serinin yedinci filminin tam anlamıyla devamı olan ve şimdilik serinin son filmi gibi gözüken “Mission: Impossible – The Final Reckoning” (Görevimiz Tehlike: Son Hesaplaşma, 2025) ise Ethan Hunt ve ekibinin, yanlış ellerde dünyanın sonunu getirebilecek tehlikeli bir yapay zekâyı durdurmak için zamana karşı yarışını mercek altına alıyor.

Tehlikeli Görevlerle Dolu Filmler
Kendi ekibinin ölümünden sorumlu tutulan Ethan Hunt’ın adını temize çıkarmak için uğraştığı “Mission Impossible” (Görevimiz Tehlike, 1996), Brian De Palma’nın usta ellerinde katıksız aksiyonu suç ve gerilim ile başarıyla harmanlarken karanlık bir atmosfer ortaya koyuyordu. Serinin daha sonraki filmlerinde kahraman casusumuz Ethan Hunt’ın ölümcül bir virüsün teröristlerin eline geçmesini engellemek için uğraşmasına; acımasız bir silah tüccarıyla yüzleşmek zorunda kalmasına; terörist olarak anılan adını temizlemek için çabalamasına; uluslararası bir dolandırıcılık örgütüyle mücadelesine; dünyayı küresel bir felaketten kurtarmak için zamana karşı yarışmasına ve insanlığın kaderini kontrol edebilecek yıkıcı bir silahı ele geçirmek için canını dişine takmasına şahit olduk.
Karmaşık entrikalar, beklenmedik olaylar ve sürekli değişen ittifaklar… Kahramanlar gibi biz de çoğu zaman kimin dost kimin düşman olduğunu sorgulayıp durduk ve kendimizi durmaksızın süren bir aksiyonun içinde bulduk. Bu noktada “Görevimiz Tehlike” serisinin yönetmen koltuğunu “Mission Impossible: Rogue Nation” (Görevimiz Tehlike 5, 2015) ile devralan Christopher McQuarrie ve Tom Cruise arasındaki iş ilişkisi için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Tom Cruise ile ilk kez “Valkyrie” (2008) filminde çalışan Christopher McQuarrie, usta oyuncuyu yönetme şansına ise “Jack Reacher” (2012) filmiyle erişmişti. Bu filmden sonra ikili, neredeyse hayata geçirdikleri tüm filmlerde birlikte çalışırken McQuarrie’yi senarist, yönetmen ve yapımcı gibi farklı görevlerde gördük. İkilinin bu muazzam uyumunun seriye çok farklı bir dinamizm kattığına hiç kuşku yok. Ama Christopher McQuarrie’nin serinin karanlık atmosferini törpüleyerek aksiyon dozunu şişirdikçe şişirdiği de bir gerçek.
“Mission: Impossible – The Final Reckoning” filmi de artık Christopher McQuarrie’nin alıştığımız aksiyon üslubunun en tepe noktasını sunuyor. Başlangıçta “Mission: Impossible – Dead Reckoning” dışında serinin diğer filmlerini anımsatan flashbackler de izliyoruz. Bu kısım hem seri hakkındaki anılarımızı tazelememiz açısından hem de filmin yakalamaya çalıştığı o nostaljik damarı güçlendirmesi açısından oldukça önemli bir görev üstleniyor. Zaten daha sonra kademeli olarak tırmandırılan ve neredeyse nefes almamıza izin vermeyen bir aksiyona giriş yapıyoruz.

Düşmanımız Yapay Zekâ!
Elbette ilk filmin üzerinden geçen 30 yıllık zaman diliminde, her şey gibi sinemadaki trendler de değişti. Önceden casus filmlerinde soluksuz izlediğimiz şeylerin modası ister istemez geçti. Bunun farkında olan yaratıcı ekip, çözümü geçmiş ile bugünü harmanlamakta bulmuş dersek yanılmış olmayız. Hem casus filmlerine has köklü bir kültürü yaşatmak hem 30 yıllık bir hikâyenin mirasını kullanmak hem de günümüzün popüler “sorun”u yapay zekâyı es geçmemek ve bunları tek bir potada layıkıyla eritmek kolay iş değil elbette. Zaten “Mission: Impossible – The Final Reckoning” filminde bunun tam anlamıyla doğru formüllerle yapıldığını iddia etmek de biraz güç.
Filmde gördüğümüz neredeyse her şey geçmişte izlediğimiz casus filmlerini anımsatırken hikâyenin merkezine yerleştirilen ve baş düşman olarak nitelendirebileceğimiz yapay zekâ, hiç kuşku yok ki yeni nesli yakalamak için yapılmış bir hamle! Bu hamle, hoş bir detay olsa da filme çok bir şey kattığı ne yazık ki söylenemez. Neticesinde serinin önceki filmlerinde dünyayı yok edecek bombalar ve benzeri çok tehlikeli unsurlar karşımıza çıkmıştı. Bu filmde de insanlık yine benzer bir tehlike ile karşı karşıya kalıyor. İşte bu yüzden de filmdeki yapay zekâ, son derece basit bir kılıftan ibaret oluyor. Johnny Depp’in oynadığı “Transcendence” (Evrim, 2014) filmindeki gibi her şeyi yavaş yavaş ele geçiren bir yapay zekâ yok karşımızda; dünyayı kestirmeden bir nükleer savaşın eşiğine getirmeye çalışan, “güçlü” bir bombadan pek farkı olmayan bir yapay zekâ var! Yapay zekâ konusuna yeni bir bakış getiremeyen film, yapay zekâ ile mücadeleyi de eski usul yöntemlerle yapınca sonuç olarak serinin hayranlarının yabancısı olmadığı bir hikâye sunmuş oluyor.

Olayların Merkezindeki Kahraman
Öte yandan Tom Cruise’un hayat verdiği Ethan Hunt karakterinin bu film ile adeta süper kahraman kisvesine sokularak dünyayı ondan başka hiç kimsenin kurtaramayacak oluşunun altının çizilmesi de hikâyeye çok büyük zarar veriyor. Daha önce imkansızı başardığını gördüğümüz bir karakterin imkansızın da imkansızını tek başına yapması, filmin kendi yarattığı evrende dahi inandırıcılığını kaybettiği bir noktaya gelmesine sebep oluyor.
Tek bir karakteri yüceltme konusunda ipin ucunu fazlasıyla kaçıran bu egoist bakış açısı, filme oldukça katkı sağlayan yardımcı karakterlere de haksızlık yapılmasına sebep oluyor. Ekibin diğer üyeleri Ethan Hunt’ın yolunu açmak, onun sıkıcı bir karaktere dönüşmesini engellemek için kullanılan birer araçtan öteye gidemiyor. Elbette bir şekilde bizi etkileyen ve perdede az görünse bile başarılı oyunculuklar sayesinde aklımızda kalan karakterler var ama her şeyin Ethan Hunt için ayarlandığı bir evrende bu karakterlerin öne çıkması pek mümkün olmuyor. Söz gelimi Ving Rhames’in hayat verdiği Luther Stickell karakteri daha önceden kolayca vazgeçilen bir karakter olmasına rağmen bu filmde sanki hikâye için inanılmaz bir öneme sahipmiş gibi gösteriliyor. Ama aslında filmin ihtiyaç duyduğu şey, Ethan Hunt’ı daha da yüceltecek ve ona duygusal anlamda güçlü bir motivasyon verecek kurbandan başka bir şey değil. İşte bu sebepten Luther Stickell, bu filmde ani ama şatafatlı bir şekilde ölüyor.
Elbette Ethan Hunt’ın perdede koşturup imkansız gibi gözüken şeyleri gerçekleştirmesine şahit olmak büyük bir keyif veriyor, bu konuda itiraz edecek hiçbir nokta yok. Üstelik Tom Cruise’un tehlikeli akrobatik hareketleri bizzat kendisinin yapması, serinin aksiyon sahnelerine gerçekçilik katarken heyecan katsayısını da fazlasıyla arttırıyor.
İlk filmde Ethan Hunt, sistemin kurbanı haline gelen ve adını temize çıkarmaya çalışan sıradam bir casusken her yeni görevde daha büyük riskler aldı ve daha fazla kişisel fedakarlıkta bulundu. Sıradan bir casus, tüm dünyanın kaderini omuzlarında taşıyan bir kurtarıcı figürüne dönüştü. İlk filmin ardından iyice belirginleşen Ethan Hunt’ı yüceltme gayretinin “Mission: Impossible – The Final Reckoning” filminde tahammül edilemez bir noktaya ulaştığı yadsınamaz bir gerçek. Hatta bu durumun hikayenin tam anlamıyla önüne geçtiğini bile söyleyebiliriz.

Her şeyin bir Zamanı Var
Her filmde çıtayı biraz daha yukarı koyan serinin, bu filmde aksiyonu artırırken çok daha sürükleyici bir hikâye izlememizi sağladığı ortada. Ama aslında pek de yeni bir şey izlemediğimizin altını çizmemiz gerekiyor. Modernize edilmiş, günümüze uyarlanmış gibi gözüken hikâyenin temelinde bile eski tip bir anahtar ile açılması gereken bir kilit ile karşılaşıyoruz. Bu anlamda aslında serinin kendini hiç yenilemediğini, sadece kendini yeniymiş gibi gösterme gayretinde bulunduğunu maalesef söylemek gerekiyor.
Üstelik oldukça basit bir hikâye, yaklaşık üç saatlik bir uzunluğa yayılarak anlatılmaya çalışılıyor. Evet, serinin tüm filmleri gibi bu film de yüksek tempolu aksiyon sahneleriyle dolu. Kovalamacaların, patlamaların, dövüşlerin ve gerilim dolu anların ardı hiç kesilmiyor. Bununla birlikte her zamanki gibi problemleri çözmek için zaman kısıtlaması var; Ethan ile ekibi, bu filmde de felaketi önlemek için zamana karşı yarışıyor. Tüm bunlar hikâyeyi daha diri ve merak uyandırıcı kılıyor kılmasına ama daha önceden aşina olduğumuz formülleri tekrar izlemek ne olursa olsun bir süre sonra sıkıcı bir hal alıyor. Hasılı “Mission: Impossible – The Final Reckoning” filminin yeni bir şey vaat etmeyen keyifli bir seyirlik sunduğunu söyleyebiliriz. Filmin sonunda serinin devam edeceğine dair bazı ipuçları verildiğini de söylemeden geçmeyelim.