
Süper Olmaya Çalışan Bir Adam: “SUPERMAN”(2025)
O, geçmişte defalarca çizgi romanlarda, sinema perdelerinde ve televizyon ekranlarında karşımıza çıkmış bir isim! 1938 yılında yazar Jerry Siegel ile çizer Joe Shuster tarafından yaratılan ve ilk kez Action Comics #1’de okuyucularla buluşan Superman, hiç şüphesiz DC Comics evreninin en ikonik süper kahramanlarından biri. Peki, Superman kimdir? Superman denince aklınıza ne gelir? Yok olan bir gezegenin son neferi… Yetiştiği ücra bir çiftlikteki sıradan bir ailenin üyesi… Clark Kent kimliğiyle dünyanın sorunlarına dikkat çekmeye çalışan bir gazeteci… Lois Lane ile olan ilişkisini yürütmeye çaba sarf eden bir eş adayı… Baş düşmanı Lex Luthor ile amansız mücadelesini nihayete erdirmeye çalışan bir kahraman…
Superman’in çizgi romanlarını okumamış veya filmlerini izlememiş biri bile bu saydıklarımdan en az birkaç tanesini ezbere bilir. Logosu her yerde karşımıza çıkan, ismi her tarafta zikredilen böylesine popüler bir karakteri yeniden layıkıyla anlatmak, işte tüm bu sebeplerden ötürü çok zor, hatta neredeyse imkansızdır. En azından bu filmi izlemeden önce, tam olarak böyle düşünüyordum. Çünkü bu kadar çok bilinen ve tekrarlanan bir hikâyenin bize yeni bir şey sunamayacağına adım gibi emindim. Ama yanılmışım!

Ön Yargıları Yıkan Yeni Bir Başlangıç
Superman’in sinemadaki yolculuğuna baktığımızda ilk olarak yönetmenliğini Lee Sholem’in yaptığı ve George Reeves’in Superman rolünü üstlendiği “Superman and the Mole Men” (1951) isimli düşük bütçeli film ile karşılaşırız. Ama Superman’i gerçek anlamda sinema dünyasında ortaya çıkaran Richard Donner’ın yönettiği “Superman” (1978) filmi olmuştur. Bu filmde Superman’e hayat veren Christopher Reeve’in karizmatik performansı Superman dendiğinde akla gelen o meşhur imajın da ortaya çıkmasını sağlamıştır. Christopher Reeve, toplamda 4 filmde Superman olarak karşımıza çıkar. Yıllar sonra gelen “Superman Returns” (2006) ise geçmişe saygı duruşunda bulunan bir deneme olmanın ötesine geçemez. Ardından DC Genişletilmiş Evreni’nin (DCEU) temellerini atan filmlerde daha karanlık bir Superman portresi ile yüz yüze geliriz.
Daha önce defalarca anlatılmış bir karakter düşünüldüğünde “Superman” (2025) filminin yaptığı yeni başlangıç ile gerçekten inanılmaz bir şey başardığını vurgulamak gerekiyor. Önyargıları yıkması bir kenara “Superman” hem izlemesi çok keyifli hem geçmişe saygı duyan tarafıyla dikkat çekiyor hem de bütün bunların yanında yepyeni bir hikâye anlatıyor. Superman’i yeniden ete kemiğe büründüren David Corenswet ise Christopher Reeve’i aratmayan karizması ile etkileyici bir performans ortaya koyuyor. Daha ne olsun? Üstelik mizah ile dramı tadında harmanlayan yapısı, filmden alınan lezzeti daha da pekiştiriyor. Bu anlamda “Guardians of the Galaxy” (Galaksinin Koruyucuları) serisinden tanıdığımız James Gunn’ın yönetmen koltuğunda oturuyor olmasının büyük bir şans olduğunu belirtmeliyiz. Zaten filmden sonra, Superman için yapılan bir “reboot” filmini bu kadar eğlenceli ve başarılı kılacak olan da ancak onun gibi çılgın bir yönetmen olurdu demekten kendimizi alamıyoruz.
Film, ne Bryan Singer’ın çektiği “Superman Returns” (Superman Dönüyor, 2006) gibi güdük bir aksiyon ve neredeyse tiyatroya kaçan bir dram sunuyor, ne de Zack Snyder’ın “Man of Steel” (Çelik Adam, 2013) filmi gibi bizi insan faktöründen yoksun sadece aksiyondan ibaret bir filme mecbur bırakıyor. Bunların yerine dram ve aksiyonu doğru dozlarda ayarlanmış, zengin karakter kadrosu ile güçlendirilmiş güzel bir harman izliyoruz.
Üstelik senaryoyu da kaleme alan yönetmen James Gunn, zaten onlarca kez izlediğimiz, çizgi romanlarda yüzlerce kez gördüğümüz şeyleri bildiğimizi varsayarak detaylı bir şekilde anlatmaktan kaçınıyor. Bu durum sayesinde de filmin diğer kısımlarına, yani bize sunacağı yeni Superman hikâyesine daha fazla zaman ayırarak çok doğru bir karar veriyor.

Yeni Karakterler ile Gelen Birlik Ruhu
“Galaksinin Koruyucuları” filmlerinde fazla karakter ile çalışmak konusundaki maharetlerini ispatlayan yönetmen, bu filmde de çok sayıdaki karakteri dengeli bir şekilde senaryoda konumlandırırken onların gelişimini inandırıcı bir şekilde aktarmayı beceriyor. Üstelik daha önce sinema perdesinde görmediğimiz karakterlerin ilk kez bu filmde arzıendam etmesi de hikâyenin yenilikçi ruhuna çok yakışıyor.
Bu filmde bizi birbirinden çok farklı özelliklere ve güçlere sahip karakterlerle tanıştıran yönetmen, görünürde sadece Superman’e ait bir film sunsa da aslında bir ekip filmi ortaya koymaya gayret ediyor. Bu anlamda filmin en güzel tarafı, her şeye muktedir gibi gözüken bir karakterin bile yardıma ihtiyaç duyabileceği fikri oluyor. Bu fikir ile en büyük gücün birlikten doğduğu mesajı senaryoya çok çarpıcı bir şekilde yediriliyor. Superman’in yanında Adalet Birliği’nin ilk tohumları diyebileceğimiz Green Lantern, Hawkgirl ve Mr. Terrific’ten oluşan üçlü bir ekip görüyoruz. Bu karakterler kendilerine çok fazla yer ayrılmamasına rağmen hem hikâyenin kaderi için önemli bir konumda bulunuyorlar hem de senaryoda güzel konumlandırmaları sayesinde akılda kalıyorlar.

Yardımcı Karakterlerin Gücü
Bu noktada filmde ilk kez gözüken karakterlere ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Özellikle Mr. Terrific, aslında önemli bir çizgi roman karakteri olmasına rağmen şimdiye kadar hiçbir filmde gözükmemişti. Peki, Mr. Terrific kimdir? İlk Mr. Terrific olan Terry Sloane’un ölümünden sonra, 1997 yılında Spectre #54’te gözüken ikinci Mister Terrific yani Michael Holt, yazar John Ostrander ve çizer Tom Mandrake tarafından yaratılmıştır. Küçük yaşından beri inanılmaz zekasıyla şaşırtan bir multi-milyoner olan Mister Terrific’in alametifarikası nanoteknoloji tabanlı T-Küre adını verdiği uçan robotik cihazlardır. Onu tüm karizmasıyla ilk kez bu filmde, hem de önemli bir rolde görüyoruz. Mr. Terrific, bu filmde Superman’in çıkmaza girdiği anlarda ona yardım ederek unutulmaz bir şekilde hafızalara kazınıyor.
Onun kadar ön planda olmasa da yine ilk kez bu filmde karşımıza çıkan Element Man de kolay kolay unutamayacağımız bir karakter olduğunu gözüktüğü her sahnede ispatlıyor. Element Man olarak da bilinen Metamorpho, 1965 yılında The Brave and the Bold #57’de yazar Bob Haney ve çizer Ramona Fradon tarafından yaratılmıştır. Maceracı Rex Mason, Mısır’daki bir görev sırasında radyasyonla temas etmesi sonucu vücudunu istediği herhangi bir elemente dönüştürme yeteneği kazanmıştır.
Unutmadan, bir de Superman’in meşhur köpeği Krypto’dan bahsetmemiz gerekiyor tabii ki. Krypto, başına buyruk ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan tavırları sayesinde filmin merak duygusunu artırdığı gibi, filme büyük bir dinamizm katıyor. Üstelik beklenmedik sürprizlerle karşımıza çıkması da cabası. Bu anlamda filmde Superman’den sonra en önemli karakterin Krypto olduğunu söylersek, pek yanılmış sayılmayız.
Bütün bu saydığım karakterlerin hepsi “metahuman” adı verilen süper insanlar. Ama bütün bu süper insanların yanında, en az onlar kadar önemli görevler alan ve Superman’e yadsınamaz şekilde destek olan sıradan insanların da olduğunu görüyoruz. Mesela başta Lois Lane olmak üzere Daily Planet’in sahibi ve diğer gazeteciler, Superman’in başındaki dertlerden bazılarının çözülmesine çok önemli katkı sağlıyorlar. Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere, Superman filminin aslında bir ekip filmi olduğunu ve bu ekibin çok iyi kurulduğunu, karakterlerin iyi yazıldığını ve Superman’in etrafında güzel bir şekilde konumlandırıldıklarını söyleyebiliriz. Bu da aslında Superman’i yardıma ihtiyaç duyan, bir anlamda “çok da süper olmayan” ama daha inandırıcı, daha gerçekçi ve ekip ruhu kuvvetli bir karaktere dönüştürüyor.

Kötü Adam Sorunu
Yönetmenin Superman’i destekleyen iyi karakterlere verdiği önem kadar, Superman’i zorlayan bir baş düşman için de fazlasıyla kafa yorduğunu görüyoruz. Bu oldukça önemli bir mesele. Zira bir kahramanın filminde, kötü adamın en az kahraman kadar güçlü olması, filmin de güçlü olmasının yolunu açıyor. Lex Luthor’un zekice hamlelerle filmin sonuna kadar Superman’i hep köşeye sıkıştırması, seyir keyfi sürekli yükselen bir film izlememize olanak sağlıyor. Bu anlamda, Lex Luthor’a hayat veren Nicholas Hoult’u da gerçekten tebrik etmek gerekiyor. X-Men’deki Beast karakterinden J.R.R. Tolkien’e birçok farklı rolde karşımıza çıkan başarılı oyuncu, belki de şimdiye kadar izlediğimiz en iyi Lex Luthor performansını ortaya koyuyor.
Aslında filmdeki bütün kötülüklerin babası diyebileceğimiz kişi Lex Luthor. Ama bir yandan da aslında günümüzdeki problemlere parmak basan, farklı okumalara açık olan bir ülke işgali mevzusu da filmde kendine önemli bir yer ediniyor. Bu da aslında filmin politik tarafını ortaya çıkarıyor. Ancak bu politik taraf, hikâyeye o kadar güzel yedirilmiş ki hiçbir şekilde sırıtmıyor ve can sıkmıyor; verilmek istenen mesaj alttan alta ama sağlam bir şekilde veriliyor. Tam bu noktada şunu belirtmem gerekiyor ki Lex Luthor’un dışında kalan diğer kötü adamlar çok iyi işlenmiyor. Lex Luthor, sürprizlere gebe bir aksiyon için tek başına yeterli olsa bile filmin diğer kötülerinin biraz kıyıda köşede kalması heyecanı baltalıyor.
Velhasılıkelam, hikâyeyi sil baştan anlatmasına rağmen kıyas yapmadan izleyeceğimiz kadar başarılı bir “Superman” uyarlaması ile karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öte yandan bu film, başarılı bir çizgi roman uyarlaması ve keyifli bir süper kahraman filmi olmasının yanında, mesajlarını göze sokmadan verirken iyi ve kötünün çatışmasına dair güçlü bir alt metin de barındırıyor.