Predator 2 / Av 2 (1990)
İlk filmde Dutch önderliğindeki özel bir timi Latin Amerika ormanlarında dize getirip işi kedi fare oyununa döndüren “Yautja” ırkından olan Predator’ün bireysel şovunu izlemiştik. Avcı, bu sefer avını aramaya şehre indi… 1997 yılında çetelerin birbirini amaçsızca katlettiği, her köşe başında ölümün kol gezdiği distopik bir dünyadayız. Bir de bu keşmekeşin içine Predator dalar. Şimdi varın siz düşünün cümbüşü…
İkinci Filmde Yönetmen Değişikliği: Stephen Hopkins
1988 yılında çekmiş olduğu “Dangerous Game” filmiyle yönetmenlik kariyerine başlayan Stephen Hopkins, filmin başarısından sonra henüz ikinci filminde “A Nightmare on Elm Street 5: The Dream Child”in yönetmenliğine getirilir. Zaten bu film sebebiyle de korku janrında isim yapması ve plastik makyaj, hilkat garibeleri tasarımlarına artık yabancı olmayışı “Predator 2” filmini çekmesine ön ayak olur.
1993 yılında “Judgment Night”, 1994 yılında “Blown Away”, 1996 yılında “The Ghost and The Darkness”, 1998 yılında “Lost in Space” ve 2000 yılında çekmiş olduğu “Under Suspicion” filmlerinde bol yıldızlı, Amerika’nın ödüllü ve kaliteli oyuncularıyla filmler çektikten sonra bir anda Hopkins sinema filmlerinden elini eteğini çeker ve dizi yönetmenliğine soyunur. 2016 yapımı “Race” filmi haricinde 2000’li yıllarda o dizi senin bu dizi benim gezmiş durmuştur.
Gelelim Hopkins tercihinin başarılı olup olmadığına… İlk filmin yönetmenliğini John McTiernan yapmıştı bildiğiniz gibi. Predator serisini başlatan ve aslında bir seri olmasını sağlayan da bana kalırsa McTiernan’ın şapkadan tavşan çıkartmasıydı. Az film çekip bu filmlerle adından söz ettiren ve aksiyon sinemasında belirli bir konuma gelen McTiernan, serinin ilk filminde senarist kardeşler Jim ve John Thomas ile birlikte önemli bir başarıya imza atmıştı. Arnold başta olmak üzere diğer egolu ve sorunlu bazı oyuncuların olmasına rağmen onlardan en iyi performans alması, sık ağaçlarla kaplı, zorlu orman atmosferinde korku ve aksiyon türünü başarıyla harmanlaması, 8 dakika gibi kısa bir süre gözükmüş olmasına rağmen Predator mitini yaratabilmiş olması taktire şayandı. Hopkins’e gelecek olursak, zaten elinde film öncesi hazır ve tutmuş bir şablon mevcut. İkinci filmde de Arnold’un oynayacağını ancak şehir atmosferini sevmediği ve bu ortamın revize edilmesini istediği için (bir başka neden olarak da daha yüksek bir ücret talep etmesi) filmden ayrıldığını görmekteyiz. Oyunculardan Danny Glover, Gary Busey, Steve Kahan da yapımcı Joel Silver’in “Lethal Weapon” filminden getirdiği oyuncular. Yani Hopkins yapımcının getirdiği oyuncular ve senarist ekibinin yarattığı bir vizyonda dünya sunuyor bize. Peki görsel olarak bu dünya seyirciyi nasıl karşılıyor ve en önemlisi doyuruyor mu?
Bana kalırsa ilk film Akhalı Akhilleus ise ikinci film ise İthakalı Odysseus’tur. Hızından ve geriliminden hiçbir şey kaybetmemiştir. İlk filmdeki korku unsuru olan Predator’ü tanımayışımız ve bilmeyişimiz onu çok daha korkunç yapmıştır. Bu sefer ise korku yerini meraka bırakmıştır. Bu merakımızı da Predator’ün yeni özellikleri ve silahlarını göstererek gideriyorlar. Predator ikinci filmde daha fazla ekranda gözüküyor ve Hopkins kapışma sahnelerini daha estetize ve temiz kamera hareketleriyle çekmiş. Olumsuz olarak bazı sahnelerin karanlık ve hızlı kurguyla bir nevi hile ile geçiştirilmesi yönetmenin hanesine eksi puan yazdırmış olsa da ve ortada muazzam bir yönetmenlik başarısı olmasa bile seriye ihanet eden bir yapım izlemiyoruz. Tam tersi yönetmen, Predator efsanesine yeni bir boyut ve heyecan getirmesini sağlıyor. Karanlık atmosfer filmin hemen hemen tümüne sirayet etmiş olduğu için bir nebze ötelenebilir ancak Predator’ün bir takım kapışma sahnelerini doya doya izleyemeyişimizi de 35 milyon dolarlık kısıtlı bütçesine dayandırabiliriz. Filmin bütçesi hakkında 20 ile 35 milyon dolar arasında tahmini rakamlar söyleniyor, net bir rakam yok. Film 57 milyon dolar gişe hasılatı elde ederek kazanç sağlıyor. Kısaca yakar top Hopkins’in kucağında kalmıyor; yıllar sonra gelecek devam filmlerin yönetmenlerine doğru meylediyor…
Çok Sıcak Bir Distopya Şehri
1990 yılında çekilen bu ikinci film, 1997 yılının Los Angeles’in de geçiyor. Bilimkurgu filmi olarak adını yazdıran Predator serisinin bu ikinci filminde, bu sefer bilimkurgu yükünü ve mesajını veren tek öge Predator karakteri değil. Film, açılışından itibaren çoğu yerde sıcaklık konusuna dem vuruyor. Bu sebeple hem ekolojik hemde bilimsel bazı çıkarımlarda dolaylı yoldan bulunmuş oluyor. Filmin ikinci yarısından sonra gece sahneleri olduğu ve tek bir günde geçtiğinden sebep, bir daha bu aşırı sıcaklardan bahsetmese de küresel ısınmaya kıyısından köşesinden değinmesi bile önemli. Neden önemli sorusuna gelecek olursak, birinci olarak 1990 senesinde günümüzün en büyük problemlerden birini arka planına alması söylenebilir. Hatırlatmak gerekirse Bill Gates yakın zamanda yaptığı açıklamayla Covid’in belli bir zaman sonra biteceğini, ancak küresel ısınmanın aşısı ya da kısa vadede bir önlemi olmadığı için 6-7 sene içerisinde dünyada çok büyük sorunlara yol açacağını belirtmişti. Bu sorunlar da zaten Dünya’nın farklı bölgelerinde kendini gösteriyor. Kimi yerlerde su baskınları olurken, kimi yerlerde de sıcaklar tavan yapabiliyor. Filmin açılış sekansında da kuraklıktan ve barajlardaki su seviyesinin azlığı vurgulanıyor. Karakterler sürekli terli, bitkin ve yorgun. Konuşmalarının arasına havanın “çok sıcak” olduğunu belirtmekten kaçınmıyorlar. Şehir ise bu sıcaklıkla kontrast oluşturan bir şekilde tozlu, sarı ve kırmızı renklerin ele geçirdiği bir tonda hastalıklı gibi duruyor. Zaten çeteler başta olmak üzere polislerin hatta Predator’ün aklını kaçırmış gibi davranmasının sebebinin bu sıcaklık artışı olduğunu bile söyleyebiliriz.
İkinci filmin birinci filmden en büyük farkı orman atmosferinden şehir ve oradan sokaklara geçiş yapmasıydı ki bu da en büyük radikal kararlardan biri. Hatırlanmalı ki daha sonraki Predator filmleri mekan olarak niyeyse ormanı kullanıyor (Alien vs. Predator filmlerini saymıyorum). Hatta çekilmiş olan ve benimde izleyebildiğim iki Predator kısa filmi de ormanda geçiyordu. Öncelikle Predator kullanma kılavuzunda, Predatorler sadece ormanda avlanır diye bir şey yazmadığı için şehir tercihinin çok isabetli olduğunu, yeni çekilecek devam filmlerinin de mümkünse orman harici farklı ve ilginç atmosferlerde geçmesini temenni ediyorum. Evet bir avcı olan Predator’ün yeşilin hakim olduğu, gökyüzüne uzanan ağaçların bulunduğu orman içinde daha iyi gizleneceği ve daha fazla istifade edeceği kağıt üstünde doğru ancak ilk filmde de ikinci filmde de gördük ki aslında Predator’ün ona en fazla avantaj sağlayan özelliği görünmezliği. Bu sebeple orman olmuş, bataklık olmuş, yer altı veya şehir olmuş fark etmeksizin her ortama bukalemun gibi adapte olabilme özelliğine sahip. Ağaçlar yerine bulutlara değecek kadar yüksek binalar, orman yerine arabalar, karanlık, sisli ve puslu şehir ortamı aslında Predator için bir farklılık yaratmıyor. Oldu ki seyirci olarak da ben bu hadiseyi yargılamadım. Şehrin oluşunun bir diğer yansıması da az önce bahsettiğim küresel ısınmanın şehri yok etmesinin Predator terörü ile görselleştirilmesi. İlk filmdeki katliamın nasıl Vietnam savaşına gönderme olduğunu belirttiysem bu filmde de Predator’ün icraatları ve varlığı küresel ısınma ve sonuçlarının alegorik anlatımına eş değer olabilir. Zaten önemli mesajları olduğu için ben bu seriyi seviyorum , izlediğimiz salt Predator terörü değil.
Dutch’ın Yerine Yüzbaşı Mike Harrigan
Birinci filmde 7 kişilik özel eğitimli asker ve rehine olarak aldıkları yerli kadın ile birlikte Predator’ün gazabından kurtulmaya çalışan bir güruh vardı. İkinci filmde ise senaristler Jim ve John Thomas, ilk filmin tutan formülünü devam ettiriyorlar. Bu sefer Dutch ve ekibi yerine Yüzbaşı Mike Harrigan (Danny Glover), Dedektif Leona Cantrell (Maria Conchita Alonso), Dedektif Danny Archuleta (Ruben Blades) ve Dedektif Jerry Lambert (Bill Paxton)’dan oluşan grup, Predator ile yüzleşiyor. Ekibin çevresine aperitif niyetine Jamaikalı voodoo çetesi ve Özel Ajan Peter Keyes (Gary Busey) önderliğinde çok gizli ve hükümet destekli, 10 yıl önceki Predator kıyamını öğrenip onu araştırmaya koyulan bir grup derin devlet çalışanını da eklemişler. Hatta daha sonraki 2 devam filminde de yine ormanda askeri gruplar Predator avlamaya çalışacak ya da av olacaktı. Son filminde de yine bir grup var ancak bu kişiler suçlu kimseler olmalarının yanında askeri geçmişleri de vardı. Farklılık olarak “Alien vs. Predator” filmini söyleyebiliriz. Orada da yine belirli sayıdaki oluşumun bir araya geldiğini görmekteydik ancak en büyük farklılık olarak Predator ve insanın işbirliğine gittiğini ve ortak dertleri sebebiyle birlikte savaştıklarını görmüştük. Filmimize gelecek olursak Predator cephesinde yine yeni bir şey yok. Birinci filmin matematiği tıkır tıkır işlemeye devam ediyor.
Danny Glover’ın oyunculuğunu sevdim. Kendisini “Lethal Weapon” serisinde Mel Gibson ile birlikte polis rolünde izlemiştim ki en bilinen rolü budur. Yıllar sonra “Saw” filminin ilkinde yine polis müfettişi rolündeydi. Ana akım filmlerdeki rolleri ilginçtir genelde hep polis oluyor ve Predator 2 filminde de yine polis ancak bu sefer suçluların yanında kozmik uzaydan gelen canlıları da enselemeye çalışıyor. Ülkemizde Danny Glover’ı daha çok Mahsun Kırmızıgül’ün “New York’ta Beş Minare” filmindeki Marcus rolüyle hatırlayabilir okurlarımız. Predator 2 filmine yakıştığını düşünüyorum, hiç sırıtmıyor ve ne rol verildiyse yapmış gözüküyor. Ancak bir itirazım var, ilk filmde body salonundan çıkmamaya yemin etmiş elit askeri birliğini duman eden Predator’ü hatırlayacak olursak, Arnold ile son kapışmasında bile Predator resmen karşısındakine avans vermiş, hatta yenilgiyi galibiyete çevirmek adına kendini imha etmişti. Demek istiyorum ki Predator durdurulamaz değil ancak Yüzbaşı Harrigan’ın şehirdeki bir başka Predator’ü adeta madara etmesi bence Predatorlere saygısızlık. Hele de kendi silahlarıyla rezil bir konuma düşmesi Predator için utanç vesile oluyor. Bunu belirtirken Predatorlere taraflı baktığımı düşünmeyin, tüm külliyata baktığımızda en adaletsiz ve haksız karşılaşmanın ikinci filmde olduğunu düşünüyorum. Sıradan bir insanın donanımlı bir Predator karşısında normal şartlarda hiç şansı olmaması lazımken Harrigan ezelden beri Predator katili gibi davranması hoşuma gitmeyen kısımdı. Onun haricinde Danny Glover, olduğu her sahnede kalitesini konuşturmayı biliyor.
Diğer oyuncular arasında harikalar yaratan biri yok. Standart doldur boşalt karakterleri. Ancak Bill Paxton için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bildiğiniz gibi bu ikinci filmin sonundaki sahne sebebiyle (Predator’ün uzay mekiğinde kupa niyetine sergilediği iskeletler arasında Alien iskeleti de vardı) iki Alien vs. Predator filmi çekilmişti ve bu canavarların dünyaları ortak bir filmde buluşmuştu. Şöyle ilginç bir detay var: Bill Paxton “Aliens”, “ Predator 2” ve “The Terminatör” filmlerinde oynayıp mevta olan birisi. Daha da ilginci bu üç filmde oynayan tek oyuncu kendisi değil. Hem Ailen hem Predator tarafından içi deşilen üzerine Terminatörden sopa yiyen bir oyuncu daha var. O da Lance Henriksen. “Aliens”, “Alien vs Predator” ve “The Terminatör” filmlerinde oynayarak üç efsanede de görünen bir diğer oyuncu olarak adını unutulmazlar listesine yazdırmış…
Daha Teknolojik Ancak Daha Güçsüz Bir Predator
Predator 2, tam bir muamma olan Predator hakkında ufak da olsa bazı soruları cevaplıyor. Bir kere bu Predator daha fazla teknolojik donanıma sahip. Görünmez olması, omuza monte lazer topu ve üçgen şeklindeki lazer ısısı, bilek bıçakları yine olduğu gibi durmakta. Bunların yanına havalı bir mızrak (boyutu değişen, savaş anında uzayabilen, kapalı durumda matruşka gibi iç içe geçen, ilkelliği çağrıştırsa da modern bir tasarım ürünü), ağ silahı, küçük bir mermi oku, disk şeklinde bumerang benzeri el silahı (Zeyna’nın silahını andırıyor) yeni eklenen oyuncaklarından. Ben bu tasarımları çok sevdim ve her film karakterin üzerine koyarak gelişmesi ancak geliştikçe de bileğinin bükülmesinin kolaylaşması ayrı bir ironi olmuş.
Tıbbi malzeme kiti ilk filmde gördüğümüzden daha ayrıntılı. Mavi renkler sonrasında yeşil parlak kan ekranda göründükleri her an dikkat çekiyor. Predator’ün ölümcül silahları yanında kendisi hakkında da bazı çıkarımlar elde edebiliriz diye düşünmekteyim. Öncelikle söyleyeceklerim ırk olarak değil de bireysel olarak ekranda film boyunca gördüğümüz Predator için geçerli olacaktır. Her ne kadar ilk filmdeki ile ikinci filmdeki Predator’ün hemen hemen aynı vasıflara sahip olduklarını söyleyebilsek de davranışlarını genellememiz yanlış olur. Filmin sonunda ortaya çıkan 10’a yakın Predator’ün varlığı bir takım ipuçlarına götürmektedir bizleri. Bence iki filmde de gördüğümüz Predatorler kendi gezegenlerinde bir nevi suçlu ve oradan kaçıp soluğu dünyamızda alıyorlar. Predatorler savaşçı bir ırk olsa da durup dururken zarar verme huyları yok, eğer sorunlu ve arıza modellerden biri değilse. Bu çıkarımımın tam tersi de olabilir; amaçları sadece suçluyu alıp götürmekti ve dünya umurlarında değildi. Kalabalık Predator grubunun Dedektif Harrigan’a ödülünü verip çekip gittiğini görüyoruz. Dertleri başka gezegeni istila etmek olsa emaresini ufak olsa da görürdük (bahsi geçen çıkarımlarım birinci ve ikinci film için geçerlidir). Ya da şans eseri Harrigan erdemli veya çok meşgul, acelesi olan Predator grubuna denk geldi. Ne olursa olsun hala bilinmezliğe sahip olması bence diğer filmlerin heyecanını daha yükseltiyor. Predator’ün içgüdüleriyle hareket eden bir varlık olduğunu bilmek daha lezzetli kılıyor izlenenleri.
Ödül olarak Predatorlerin lideri tarafından Harrigan’a verilen 1718 tarihli çakmaklı tabancanın da aslında bir hikayesi var. Bir nevi o sahnenin varlığı Alien vs. Predator serisinin yolunu açıyor. Tabancanın üzerinde “Raphael Adolini” yazmaktadır. “Predator: 1718” adlı çizgi romanda Predator ve kaptan Adolini omuz omuza savaşmaktadır ve çok yakın dost olurlar. İlginç değil mi? Muhakkak bu hikayenin kısa veya uzun metraj filmi çekilmeli hem de muhakkak…
İlk filmdeki burun kıvırmalardan biri de Predator’ün kadını neden öldürmediği idi. Kasap gibi insan derisi yüzen Predator’ün kadınlara karşı zaafı mı var sorusu akıllara gelmişti. Bunun cevabını ikinci filmde öğreniyoruz ve ilk filmdeki hayatta kalan kadın da 2-3 saniye bilgisayar ekranlarında gözükerek filme dahil oluyor. Harrigan’ın ekibinden Dedektif Leona’ın hamile olması Predator tarafından öldürülmesini engelliyor. Buyrun buradan yakın… 1 veriyor 3 cevaplanmamış soru ortaya çıkıyor. Bu davranış sebebiyle duygusal varlıklar olarak görebilir miyiz Predatorleri? Bir diğer cevaplanması gereken soru da Predatorler de cinsiyet kavramı var mı? Varsa ilk iki filmdeki Predatorler dişi idi de mi kadınları öldürmediler, acaba onlarda o anda hamile oldukları için mi empati kurabildiler? Predatorlerin hamile olması onları sinirli bir hale sokuyor olmasın, doğurana kadar insanları tehdit görüyor olabilir mi? İşte Predator serisini bu yüzden seviyorum, cevapların yanında düzinelerce soru yığılıyor.
Kendini İmha Modu Aktif: Geri Sayım Başladı
Mızrak artık çuvala sığmıyor. Çok fazla soru birikti ve bu soruların cevaplanması gerekiyor. 2.20 metrelik Kevin Peter Hall’a Predator olmak nasıl diye sormak isterdim ancak 35 yaşında çok erken bir yaşta hayata veda etmiş. Serinin diğer filmlerinde Predator kostümünü başka performans sanatçıları devralıyor. Jim ve John Thomas, bu filmde daha genç, daha kibirli bir yaratık tasarlamışlar. Predator’ün Aztek mühendislerinin elinden çıkma uzay gemisini andıran tasarımı da salya akıtan cinsten.
Filmde bolca kan var, zaten Predator aşırı şiddet içeren sahneleri sebebiyle R derecesi ile vizyona girmiş. Bunun yanında film izleyene keyifli anlar yaşatan bir yapıya sahip. Seriden haberiniz yoksa bile bu filmi solo olarak izleyebilirsiniz de. Ben diğer önceki filmle bağ kurup filmi deşmek istediğim için biraz fazla eşeledim filmi. Karşımızda şehir manzarası arkasına gizlenmiş, birinci filmin hemen hemen karbon kopyası bir film var. Bu demek değil ki film kötü, aksine gemi ara da sırada su alsa da yoluna dolu dizgin devam ediyor.
Bu benzerliklerden biride şu: ilk filmde Billy’nin (Kızılderili, ruhani kişilik) teke tek Predator’ün karşısına çıkmasını hatırlarsınız, en epik sahnelerden biriydi. İkinci filmde de bu sahnenin benzeri olarak voodoo büyücüsü Kral Willie’nin (isimlerde birbirini andırıyor) Predator karşısına çıkması yer alıyor. Filmi bu gözle izlerseniz daha birçok benzerlik fark edeceksiniz.
Filmin türü olarak ne korku ne de tam anlamıyla bilimkurgu diyebiliriz. Bence bu film tam manasıyla bir polisiye. Hatta ismi bile hazır: yeni nesil yaratık polisiyesi. Önce Show TV, sonrasında Star TV Parliament Sinema Kulübü’nde defalarca izlediğim Predator, geçen 31 seneye rağmen hala taptaze ve seyircisine keyifli anlar vaat eden bir film olmaya devam ediyor. Acaba serinin diğer filmleri için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Bir sonraki Predator yazımı bekleyip göreceğiz…
Yazar: Umut Uçan