
İhanetler, Sırlar ve Pişmanlıklar: “REGRETTING YOU” (2025)
New York Times çok satan yazarı Colleen Hoover’ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan “Regretting You” (Pişmanım Ama, 2025), bir ailenin hayatlarını derinden sarsan trajik bir kaza sonrası paramparça olan bağlarını yeniden kurma çabasını merkezine alıyor. “The Fault in Our Stars” (Aynı Yıldızın Altında, 2014) filminden tanıdığımız Josh Boone’nun yönetmenliğini üstlendiği ve Susan McMartin’in senaryosunu kaleme aldığı filmin başrollerini Allison Williams, Mckenna Grace, Dave Franco ve en son “Black Phone 2” (Siyah Telefon 2, 2025) filminde izlediğimiz Mason Thames paylaşıyor.

Biz Büyük ve Çarpık Bir Aileyiz!
Çok fazla karakterin hayatını irdeleyen filmlerin yükü, kuşkusuz diğer filmlere göre çok daha ağırdır. “Pişmanım Ama” için de yükü ağır filmlerden diyebiliriz. Bir tarafta hayatta tüm isteklerini ertelemiş bir anne ve hayallerinin peşinden gitmek için herkesi karşısına almaktan çekinmeyen kızı var. Diğer tarafta ise sevdiği kadının en yakın arkadaşı ile evlenmesine tahammül edemediği için saçma sapan hatalar yapan bir adam ve kanser olan dedesi ile sinema okuma aşkı arasında yalpalayıp duran bir delikanlı var. Tabii bir de sırları ile ölüp giderken sevdiklerinde bir değil iki defa onulmaz yara açanlar var.
Elbette bütün bu karakterleri layıkıyla tanıtmak altından kalkılması zor bir iş. Ama Susan McMartin’in dengeli senaryosu, yönetmen Josh Boone’un ne yapacağını bilen yönetmenliği ile birleşince kendimizi zorlamadan bu garip ailenin bir parçası gibi hissediyoruz. Filmde bazı karakterler diğerlerinden daha fazla yer kaplıyor kaplamasına ama bu hikâyenin parçası olan tüm karakteri az çok tanıyoruz ve bu sayede onların motivasyonlarını anlayabiliyoruz. Tabii bu noktada filmin yer yer bir ergen filmine kaçtığı da söylemek zorundayız. Özellikle liseden mezun olmasına sayılı günler kalan ve tiyatro okumanın hayallerini kuran Clara Grant’in hayallerinden çok aşk hayatını mercek altına alan film, bize bir genci anlama şansı verir gibi gözükürken genç bir kızın cinselliği keşfetme sürecine anlamsız derecede uzun şekilde odaklanıyor.

Pişman Olmak Neye Yarar
Hazır söz ilişkilerden açılmışken filmde pek sağlıklı bir ilişki görmediğimizin de altını çizmemiz gerekiyor. Ablasını severken kardeşinden çocuk peydahlayan bir adam, ablasının kocası ile işi pişiren bir kız kardeş, sevgilisini B planı olarak elinde tutarken başka bir kıza aşkını ilan eden bir genç… Ama tabii burada filmin hakkını da yememek lazım, çarpık sevgi anlayışları karakterlerin hayatlarını layıkıyla yaşamamalarına sebep oluyor. Hepsi içinde bulundukları durumdan bir noktada pişman olup doğru kararı vermeye çalışıyorlar.
Film, adından da anlaşılacağı üzere pişmanlıklarla yaşamanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini, pişmanlıkları geride bırakıp ilerlemek gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Ama filmin büyük çoğunluğu geçmişe ve pişmanlıklara dair olduğu için yeni bir hayata dair pek bir şey görmüyoruz. Yani herkes sözüm ona yeni bir hayata yelken açıyor ama bizim hikâyeye tanıklığımız o anda bitiyor. Bu da filmin verdiği mesajın gücünü önemli ölçüde azaltıyor. Zira 17 yıl boyunca aşklarını içlerine gömen ve istemedikleri bir hayatı istiyormuşçasına yaşayan karakterlerin dönüşümlerine gerçekten inanacağımız kadar güçlü argümanlar bize verilmiyor. Her şey saman alevi gibi çok ani bir şekilde gerçekleşiyor. Film zamanda büyük bir atlama yaparken boşlukları doldurmakla da pek ilgilenmiyor. Birkaç kuru laf dışında aradan geçen onca yıla dair neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Bu durum ana hikâyeyi daha güçlü kılacak tüm detaylardan bizi mahrum bırakıyor. Üstelik aradan geçen zamana rağmen karakterlerimizde doğru düzgün fiziksel bir değişiklik olmaması da oldukça gülünç duruyor.

Sevginin Onarıcı Gücü
Yine de filmin tüm olumsuzluklara rağmen insanı iyi hissettiren bir tarafı da var. Sevginin iyileştirici gücüne tanık olduğumuz hayatlar, ilham olacak kadar güçlü bir şekilde perdede varlık gösteremeseler de kafamızda bir ışık yakacak kadar etkili olmayı başarıyorlar. Bu başarıdaki en büyük pay hiç kuşkusuz oyunculara ait diyebiliriz. Neredeyse tüm oyuncular karakterlerini öylesine samimi ve içten bir performansla canlandırıyor ki izlediğimiz olaylar sanki biraz ötemizde cereyan ediyormuş gibi sahici geliyor.
Tabii bu noktada yönetmenin oyunculara sunduğu sahici dünyanın da altını çizmek gerekiyor. Josh Boone ondan beklendiği gibi elindeki malzemeyi yoğurup servise hazır hale getirirken hikâyeyi son derece sade bir üslupla usul usul anlatmaya gayret ediyor. Ama bunu yaparken de hikâyeyi detaylarla renklendirmeyi ihmal etmiyor. Evet, “Pişmanım Ama”, belki yeni hiçbir şey barındırmıyor. Ama yanlış tercihler yapmış, içlerinde büyüttükleri sevgiyi başka insanlara vermiş yani bir anlamda kaybetmiş ve hayatı kaçırmış insanlara dair çarpıcı bir tablo sunuyor.