
Sessiz Dönem Türk Sinema Antolojisi (1895-1928) – Ali Özuyar (Kitap Tanıtımı)
Okuma eyleminin İslam evreninde ki yeri başkadır. Ortalama her Müslüman bilir ki ilk ayet/ilk emir “oku” hitabıdır. Bundan dolayı olsa gerek İslam’ın yaklaşık bin beş yüzyıllık hikâyesinin önemli bir kısmında, İslam’a bağlı olanlar gerçekten “oku”muştur. Pek tabi bu okumaların karşılığını bilinen dünyaya hâkim olarak ve refah içinde yaşayarak almışlardır. Fakat bir yerden sonra bu okuma eylemi bir şekilde yorucu, gereksiz ve saçma görünmeye başlamış olmalı ki terk edilmiş. Bu terk edişin karşılığını da bugün zillet içinde ve devamlı bir savaş ortamında yaşayarak alıyoruz. Şimdi burada güncel halimizin okuma odaklı bir incelmesini yapıp boyumdan büyük laflar etmek istemiyorum ancak yazıma konu edindiğim kitap böyle bir giriş yapmayı gerekli kılıyor.
Ne tür bir kitabı okumak gereklidir ya da çok önemlidir? Sessiz Dönem Türk Sinema Antolojisi’ni elimde gören birçok arkadaşım/tanışım “Nerden buluyorsun bu gereksiz kitapları?” gibi anlamlandıramadığım tuhaf sorular sordular. Nasıl yani, “gerekli kitap” nedir ki? Kitap, okumasını bilene her daim iyi bir arkadaş değil midir? Hal böyleyken onları gerekli ve gereksiz diye tasnif etmek ne kadar mantıklı olabilir? Böyle bir sınıflandırmaya kim cüret edebilir? Cahiller mi? Sanırım sinema üzerine yazılmış bir kitap, bu gibi insanlar için bir kara deliği temsil ediyor olmalı. Okumaya başladıklarında onları yok edebilir, o nedenle uzak durmayı tercih ederler! Okumak üzerine daha fazla lafı uzatmak istemiyorum, etrafımızda ki tüm cahillere rağmen gelelim kitabımıza…
Sessiz Dönem Türk Sineması
Sessiz Dönem Türk Sinema Antolojisi ismiyle Ali Özuyar tarafından hazırlanan ve Küre Yayınları’nca basılan kitap; meraklısına sinemanın Osmanlı/Türkiye sınırlarına nasıl girdiğini ve bu coğrafya da nasıl geliştiğini, dönemin gazetecilerinin kalemiyle anlatan bir çalışma. Bu çalışmanın amacını ve nasıl hazırlandığını yazar şu cümleyle açıklıyor:
Matbuat üzerinde hareketle sesiz sinemanın Türkiye yıllarını daha geniş bir perspektiften okunmasına katkı sunmayı amaçlayan bu çalışma kapsamında, gazeteler hariç iki yüze yakın süreli yayın tarandı.
Dönemin gazetecilerinin sinemayla ilgili kaleme aldığı yazılar sadeleştirmeden Latin harfleriyle kitaba alınmış. Burada kitabın en önemli eksiği ortaya çıkıyor. Kitabı anlamak oldukça zor bir iş… O kadar anlamını bilmediğim kelime var ki bazı cümleleri sadece okudum ve hiç anlamaya uğraşmadım. Yazar/Derleyen her bir yazının bitiminde bir sözlük vermiş ancak sözlük odaklı bir okuma hiç bana göre değil. Ve tabi sözlüğün sayfa içinde bir yerde olmaması da ayrı bir dezavantaj olmuş. Çoktan ölüp gitmiş kelimelerin anlam karşılığında kullanılan yeni kelimeleri metin içinde verse daha iyi bir çalışma olabilirdi.
Sinema icat edildikten ne kadar sonra Osmanlı’ya gelmiş olabilir?
Osmanlı’nın yıkılmaya yüz tutuğu ve Türkiye’nin kurulma sancılarının yaşandığı bir dönemde birileri sinemayla ilgilenmiş olabilir mi?
Savaş yıllarında insanlar sinemaya gitmişler mi?
Osmanlı da kaç sinema salonu vardı?
İlk Osmanlı filmi ne zaman çekildi?
Soruları artırmak ve çeşitlendirmek mümkün ancak bu kadarı ile yetineceğim. Söz konusu kitap bu soruların cevaplarını bulabileceğiniz bir adres. Tabi ki bu soruların cevaplarını internette bulmak daha kolay olabilir ancak antoloji, dönemin ruh halini ve atalarımızın algılarını görmemiz açısından önemli bir fırsat yaratıyor. Sessiz sinemanın Osmanlı evreninde ki gelişimiyle ilgili olmasına rağmen kitabı okurken çok daha farklı konularda da atalarımızın düşünceleriyle karşılaşmamız kitap okumanın güzel bir yanını teşkil ediyor.

İlk Osmanlı Filmi
Sinematograf insanlığın hayatına 1895 yılında girmişken sadece bir yıl sonra İstanbul’da ilk sinema gösterimi yapılıyor. Oysaki modern anlamda ki matbaanın İstanbul’a gelişi için verilen en iyi tarih icadından yaklaşık elli yıl sonrasıdır. Matbaa için bu kadar zaman bekleyen Osmanlı sinema için oldukça aceleci davranmış. Lumiere Kardeşler sinematografı 28 Aralık 1895 tarihinde ilk genel gösterim ile duyurmuşken elimizde ki kitaba göre konuyla ilgili ilk makale 21 Kasım 1985 tarihli Servet-i Fünun gazetesinde “Lumiere’in Sinematograf Makinesi” başlığıyla yayınlanıyor. Kitapta yer alan ikinci yazı 1912 tarihli ve yine Servet-i Fünun gazetesinden ve ilk cümleleri dikkat çekici: “Evet, sinematograf cihan-ı medeniyeti istila ediyor, her şehirde, mutlak ondan vazgeçilmiyor.” Sadece 17 yılda alınan mesafeyi anlamak açısından bu cümle önemli. Teknolojik gelişmelerin cihan-ı medeniyeti istilası hiç durmayacak gibi devam ediyor. Sinematograf istilasını bütün bu istilaların başlangıç noktası yapmak sanrım yanlış olmaz.
Bir yanda ikinci dünya harbi devam ederken ilk Osmanlı filmi 1917 yılın da “Pençe” adıyla çekilmiş ve kanaatimce Yeşilçam’ın temelleri bu filmle atılmış. Daha bu ilk filmden kimliğini kaybetmiş ve uzun yıllar boyunca bulamayacak olan Türk sinemasının ayak seslerini duyduğumuzu Muhsin Ertuğrul’un 1918 yılında Temaşa dergisinde kaleme aldığı “Memlekette Sinema Hayatı” başlıklı yazısından anlıyoruz. Milli sinema ihtiyacına cevap olarak çekilen “Pençe” hem izleyici tarafından beğenilmemiş hem de eleştirmenlerden geçer not alamamış.
Kitabın son makalesi Kasım 1929 tarihli Hayat dergisinde Halit Fahri (Ozansoy) imzalı “Temaşa Sanatının Bugünkü Hali ve Sinema Karşısında ki Zaafı 2” başlıklı yazıdır. Yazıda tiyatro ve sinema mukayesesi/karşılaştırması yapıyor ve sadece bununla kalmayıp genel olarak eskiyle yeni hayat tarzının da bir karşılaştırmasını veriyor okuyucuya. Okurken “Nerde o eski Ramazanlar?” geyiğini anımsamamak mümkün değil! Daha o günlerde dahi insanımız eski durağan/yavaş hayatına bir özlem duymaya başlamış. “Yalnız bir kelime bugünkü hayata bütün manasıyla hâkimdir: Çabuk! Evet, çabuk daha çabuk.” Halit Fahri Bey bugünleri görse belki de bu “çabuk” kelimesini bile yeterli görmezdi.
Tarihe tanıklık etmiş 42 makalenin yer aldığı bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Özellikle bazı yazılar hala güncelliği koruyor. Güncel Türkçe kelimelerle herhangi bir gazete ya da dergide yayınlanmış olsa kimse bu yazıların yüzyıl öncesinden geldiğini anlayamaz. Bu bağlamda kitap sadece sinema ile ilgili olanlar için değil tarihle ve sanatla ve hatta Türkiye ile ilgili herkesin ilgisini çekecek farklı notlar taşımaktadır. İyi okumalar…
Yazar: Nuh Ürün