Cem Karaca’nın Gözyaşları (2024)

Cem Karaca’nın Gözyaşları (2024)

O, Anadolu Rock müziği dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri. Kartvizitine yazdırdığı “sanat yapar” ibaresini hak edecek kadar sanat ile hemhal olmuş, söz yazarlığı ve bestekarlığının yanında tiyatro ve sinema oyunculuğu da yapmış bir isim: Muhtar Cem Karaca. 6 yaşındayken müzik eğitimine başlayan, lise yıllarında müziğiyle vatanının sesi olmaya karar veren Cem Karaca, 59 yıllık yaşamına bir insanın ömrüne sığdıramayacağı kadar çok mücadele, acı ve başarı sığdırmıştır. Bu büyük “Anadolu rock ozanı”nın vefatının 20. yılında vizyona giren “Cem Karaca’nın Gözyaşları” (2024), Yüksel Aksu’nun dördüncü uzun metraj filmi olma özelliğini taşıyor. Cem Karaca’nın “Resimdeki Gözyaşları” şarkısına ithafen koyulan filmin ismi, aslında onun en buhranlı dönemini mercek altına aldığı için filme çok yakışıyor.

Dondurma, Gazoz ve Gözyaşı

“Yılan Hikayesi” (1999-2002) dizisinde ikinci yönetmen olarak kariyerine başlayan Yüksel Aksu’nun ismini ilk defa “Dondurmam Gaymak” (2006) filmiyle duymuştuk. Başroldeki Turan Özdemir’i saymazsak, bütün oyuncuları Muğla halkından olan bu film, samimi olduğu kadar keyifli ama her şeyin ötesinde çığır açan enteresan bir denemeydi. Bu filmle birlikte, işleri merakla beklenen bir yönetmene dönüşen Yüksel Aksu, adeta tüm Türkiye’nin sevgisini kazanmış ve akabinde Türkiye’nin Oscar adayı olmuştu. 

5 yıl sonra gelen “Entelköy Efeköy’e Karşı” (2011) filmi ise Yüksel Aksu’nun alışık olduğumuz üslubunu barındırmakla yetinmiyor, ünlü oyuncuları kendi dünyasında başarılı bir şekilde konumlandırırken hem komik hem de iyi yazılmış derinlikli bir eser ortaya koyuyordu. 

Yüksel Aksu, kamerasını büyük şehir ya da taşradan uzak tutup köy ve kasabalara çevirirken ne ağdalı cümlelerle bezeli, gerçeklikten uzak bir dramdan medet umuyordu ne de zıvanadan çıkmış bayağı bir komediye güveniyordu. Onun filmleri daha önce görmediğimiz kadar samimi ve gerçekçiydi. Aynı zaman da sürekli belirttiğimiz gibi çok da keyifliydi!

Yine bir 5 yıl sonra, oyuncuları yönetme konusundaki maharetini “İftarlık Gazoz” (2016) ile karşı konulamaz bir şekilde ispatlamıştı. Cem Yılmaz, onu hayal bile edemeyeceğimiz bir rolde, sanki mahallemizdeki bir esnaf kadar tanıdık duruyordu. Üstelik yönetmen, Türk toplumunun dine bakış açısını irdelediği bu filmde dinin kültüre sirayet etmesini çok farklı bir harman ile ele alarak bizi yine etkilemeyi başarıyordu.

Aradan geçen zaman diliminde televizyon dizilerine geri dönen Yüksel Aksu, uzun bir aradan sonra yeniden bir sinema filmi ile karşımızda. Son zamanlarda önünü alamadığımız ünlü şarkıcıların hayatlarını anlatan filmlere eklenen “Cem Karaca’nın Gözyaşları” (2024), bu bir Yüksel Aksu filmi diyebileceğimiz dokunuşları barındırmasa da eli yüzü düzgün bir biyografi filmi olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.

Türkiye’de Sanatçı Olmak

Başında esen kavak yellerini ardına alıp bir fırtınaya dönüşen Cem Karaca’nın hayatını anlatmak hiç de kolay bir şey değil. Kısa hayatına birçok farklı müzik grubu sığdırmış, toplumun sorunlarına parmak basan onlarca şarkıya imza atmış, sürgündeyken vatan hasretinin yanına babasını kaybetmenin acısını eklemiş, birbirinden çok farklı kadınlarla hayatını birleştirmiş, yıllarca savunduğu ideolojiyi bir kenara koyup İslam’ı anlamaya ve anlatmaya çalışmış… Elbette Cem Karaca, bunlardan biri ya da bir kaçı değil, hepsinin toplamıdır. Birini eksik bırakmak, onu eksik anlatmakla sonuçlanır. Böyle dolu dolu geçmiş bir hayatı da bir film süresine sığdırmak neredeyse imkansızdır. Bunun farkında olan senaryo yazarları, Cem Karaca’nın yükseliş öyküsünü mercek altına almayı tercih etmişler.

Filmin kalabalık bir senaryo ekibi var. Ama ilginç olan jenerikte, ortada iki tane senaryo varmış gibi iki kez senaryo ibaresi geçiyor olması! “Mezarlık” (2022) dizisinin senaristleri Onur Böber ve Özden Uçar ile Emrah Saltık üçlüsünün dışında, “Ayla” (2017) filminin senaristi Yiğit Güralp’in kurucusu olduğu Gayet Güzel Filmler ve Yüksel Aksu’nun ismi de ayrı bir senaryo başlığının altında yazıyor. Bu kalabalık ekip senaryoyu yazarken nasıl bir yöntem belirledi bilemiyorum ama ortada tıpkı filmin senaristinin kimin olduğunun tam olarak belli olmaması kadar karmaşık bir sonuç var.

Cem Karaca’nın hayatının satır başlarını belirleyen film, hiç riske girmeden ya da kendini hiç zorlamadan sanatçının hayatından kesitler vermekle yetiniyor. Cem Karaca ile yolları kesişmiş dönemin ünlü sanatçıları filmde kendine yer buluyor bulmasına ama bunun yeterli olmadığı aşikar. Bırakın o sanatçılar hakkında bir şey öğrenmeyi çoğu zaman isimlerini bile duymuyoruz. Birçok ünlü sanatçının filizlendiği bu çalkantılı dönem de elbette filmde layıkıyla anlatılmıyor. Dönemin olayları ucundan kıyısından gösterilirken Cem Karaca’nın içinde bulunduğu dönemi anlamımız bekleniyor. Ama şüphesiz o dönemi bilmeyenlerin ve sanatçının hayatına vakıf olmayanların bunu anlaması pek de mümkün değil. Zira Cem Karaca’nın Cem Karaca olması bu cenderede yoğrulması ile yakından ilgili. Yine de Cem Karaca’nın değişim yolundaki ilk adımlarının aslında askerdeyken gerçekleştiğini de unutmamak gerek. Bu yüzden askerlik onun hayatında bir milat niteliğinde. Tahmin edilebildiği üzere toplumunu ve ülkesini tanımayan aklı beş karış havadaki bir gencin, Anadolu ile tanışması oldukça sancılı oluyor. Ama bu kısımlar da filmde oldubittiye getiriliyor ve askerlik dönüşü çok keskin bir değişim geçirmiş Cem Karaca ile karşılaşıyoruz. Ama bu süreç doyurucu bir şekilde ve kanıtlar eşliğinde verilmediği için Cem Karaca’nın bu değişimi bizi ikna etmeye yeterli olmuyor.

Her şeye rağmen ilk yarıya kadar derli toplu giden bir film izlediğimizi söyleyebiliriz. Ama işler, Cem Karaca’nın Almanya’daki sürgün hayatını anlatmaya geldinde tamamen değişiyor.

Cem Karaca’nın Almanya’da verdiği mücadeleye, her ne pahasına olursa olsun konserlerine devam etmesine ve eserlerini üretmesine dair hiçbir şey görmediğimiz bu kısımlar hüzünlü müzikler eşliğinde adeta bir video klip havasında geçiştiriliyor. Yıllarca sürgünde kalan Cem Karaca’nın paltosunu giyinip Almanya’da boş boş dolaştığına inanmamız bekleniyor.

Cem Karaca’yı Yaşamak ve Yaşatmak

Filmde kusur bulamayacağımız bir şey varsa o da İsmail Hacıoğlu’nun oyunculuğudur. Bilgisayar efektleriyle son rötuşların yapıldığı iki buçuk saatlik bir makyaj ve gerçeklerini aratmayan başarılı kostüm tasarımları, ancak onun Cem Karaca’ya benzemesini sağlayabilirdi. Ama hareketler ve ses konusunda uzun süre çalışan oyuncu, bizi çoğu zaman “acaba perdede izlediğimiz kişi, gerçekten Cem Karaca mı?” diye şüpheye düşürecek kadar iyi bir performans sergiliyor. İsmail Hacıoğlu, yolda yürürken ya da şarkılara giriş yaparken perdede Cem Karaca’yı adeta yaşıyor ve yaşatıyor!

Bu bağlamda filmin şarkılar konusundaki başarısından da bahsetmemiz gerekiyor. Cem Karaca’nın unutulmaz şarkıları filmde kendine ne çok ne de az, tam kıvamında yer buluyor. Almanya’daki sahneleri tüm başarısızlığına rağmen katlanılır kılan da şarkıların kullanılış biçimi oluyor. Cem Karaca’nın Almanya’dayken yaptığı şarkıları filmde konularına göre fonda duymamız sahnenin atmosferini gerçekten de çok güçlendiriyor. Bunun dışında şarkıların bestelenmesi ve yazılması ile ilgili sahneler ise çok yerinde ve hoş bir şekilde filme yediriliyor. Bu sahneler, Cem Karaca’nın şarkıları icra eden yönünün dışında yaratıcı yönünü de görmemize olanak sağlıyor.

Öte yandan filmde makyaj ve kostümlerdeki başarının mekanlarda gösterildiğini söylemek ise biraz güç. Neredeyse bütün filmi iç mekanlara sığdıran yapısı ile “Cem Karaca’nın Gözyaşları”nın dönemi yansıtma konusunda sıkıntı çektiği ortada. Hele arşiv görüntülerine bel bağlaması, filmin kurmaya çalıştığı gerçeklik algısını yıkarak belgesele kayan bir üslubu akla getiriyor. Yine de filmin görsel yapısının zayıf olduğunu söylemek de doğru olmayacaktır. Yüksel Aksu, elindeki kısıtlı imkanlara rağmen görsel anlamda etkileyici çerçeveler ortaya koymayı başarıyor. Bu çerçeveleri birbirine bağlama konusunda da sıkıntı çekmeyen yönetmen, geçişler çok hızlı olsa da bağlatıların güçlü olmasına dikkat ederek dış mekan eksikliğini bir nebze olsun gideriyor.

Özetleyecek olursak “Cem Karaca’nın Gözyaşları”; bir yandan İsmail Hacıoğlu’nun enfes performansı, şatafatlı kostümlerin görsel şöleni ve hikayeyi güçlendiren şarkıları ile Cem Karaca’yı perdede izleme keyfini bize sonuna kadar yaşatıyor. Diğer yandan basit öyküsüne rağmen tutarlı bir dünya inşa etmekte zorlanan karmaşık yapısı ile yönetmen Yüksel Aksu’nun imzasını atmakta güçlük çektiği bir film olarak hafızalara kazınıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir