
Baskerville’lerin Köpeğinin Laneti: SHERLOCK HOLMES
2012-2013 sezonunda, Sir Arthur Conan Doyle’un “Dans Eden Adamlar” ve “Bohemya’da Cinayet” hikayelerinden uyarlayarak Sherlock Holmes’u ilk kez Türkiye sahnelerine taşıyan Kerem Kobanbay olmuştu. Bu kez ise yazılmasının üzerinden geçen bir asırdan fazla bir zamana rağmen asla eskimeyen ve onlarca defa sinemaya uyarlan bir Sherlock Holmes macerası olan “Baskerville’lerin Köpeği”, Volkan Demirci tarafından tiyatro sahnesine taşınıyor. Hem de komedi sosuyla harmanlanmış bir şekilde!
Fikir Sanat Tiyatrosu tarafından, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi katkılarıyla hayata geçirilen “Sherlock Holmes: Baskerville’lerin Köpeği” oyununu, 25 Şubat 2025 tarihinde Kocaeli’nin Gebze ilçesindeki Osman Hamdi Bey Kültür Merkezi’nde izleme fırsatı buldum.

Gerçek mi? Latife mi?
Daha oyunun henüz başında bizi şaşırtan bir şey oluyor ve sanki teknik bir aksaklık olmuş gibi oyun bir anda kesiliyor. Ama sonradan bunun aslında oyunun bir parçası olduğunu anlıyoruz. Bu latifeci üslup, aslında bize oyunun geri kalanı hakkında da çok önemli bilgiler veriyor. Zira sürekli şakalar yapan, şaka yapmadan duramayan latifeci insanlar gibi bu oyun da muziplikleri ile bir an olsun bizi rahat bırakmıyor.
Bunun en bariz örneğini, karakterlerin canlandırılmasında görüyoruz. “Sherlock Holmes” karakterini Volkan Demirci oynarken “Dr. Watson” olarak Müfit Çağlayan ve “Sir Henry Baskerville” olarak ise Semiha Özgür Demirci seyircinin karşısına çıkıyor. Peki, diğer karakterler? Kitabı okuduysanız zaten biliyorsunuzdur, aslında hikayede çok daha fazla karakter var. Bu sebeple kadrodaki üç oyuncu, ana karakterleri dışında başka karakterlere de hayat veriyor. Bu komedi türündeki bir oyun için muazzam bir fırsat, buna şüphe yok. Ama bu durum, avantajının yanında birçok dezavantajı da beraberinde getiriyor. Zira diğer karakterler, hikayede önemli bir görevi olsa bile oyunda basit bir tip olmanın ötesine geçemiyor. Öte yandan oyuncular büründükleri her karakteri, doğal olarak aynı oranda başarıyla yansıtamıyor. Hem mental hem de fiziksel anlamda çok zorlayıcı olan bu tercih, bir yandan bize çok komik sahneler armağan ederken bir yandan da oyundan kopmamıza sebep olabiliyor.
Üç oyuncunun da oyunculuğuna diyecek bir şey yok. Gerçekten hepsi de asıl rollerinde şahane bir performans sergiliyor. Yine de bu iyi oyunculuklar oyunu tam anlamıyla kurtarmaya yetmiyor. Bireysel çabaların fazla ön plana çıktığı, hikayenin ise geri plana itildiği oyunda, bilerek ya da bilmeyerek kitabı okumayan birinin hikayeyi tam anlamıyla anlayamayacağı bir karmaşıklığa sebep olunuyor.

Bilinçli Aksaklıklar ile Absürt Mizahın Buluşması
Sherlock Holmes karakterini ete kemiğe büründürmesi dışında kitabı sahneye uyarlayan ve aynı zamanda oyunun yönetmeni de olan Volkan Demirci, orijinal hikâyeyi sadık bir biçimde ama komedi dozunu fazlasıyla abartarak yeniden ele almayı tercih ediyor.
Usta yönetmen Guy Ritchie’nin “Sherlock Holmes” karakterini deyim yerindeyse yeniden meşhur ettiği ve Robert Downey Jr.’ın dünyaca ünlü dedektif ile adeta özdeşleştiği sinema uyarlamalarını akla getirirsek mizah ile gizemli dedektiflik hikâyesinin yan yana gelmesine bir şekilde alıştığımız söylenebilir. Ama Volkan Demirci bu konuda daha da ileri giderek Sherlock Holmes’u sulu bir komedinin merkezine yerleştiriyor. Asla bir araya gelmeyecekmiş gibi duran, uyumsuz bir sonuç ile karşılaşacakmışız gibi hissettiren bu tercih, aslında ilginç ve nispeten de başarılı bir komedi uyarlamasının doğmasına sebep oluyor.
Öte yandan oyunun ilerleyen dakikalarında absürt mizahın dozu abartıldıkça abartılıyor, “aksaklıklar”ın sıklığı arttıkça artıyor ve artık dördüncü duvar bir daha geri inşa edilemeyecek şekilde yıkılıyor. İşte o zaman işler değişiyor ve oyun, seyirci için oldukça yorucu bir hal almaya başlıyor. Fazlasıyla içine girdiğimiz ve keyifle izlediğimiz bu oyuna bir anda yabancılaşarak neye uğradığımızı şaşırıyoruz! Oyunun hikayesi böyle anlardan hemen sonra tekrar normal seyrine dönmeyi tercih ediyor etmesine ama açıkçası seyircinin buna adapte olması öyle kolay olmuyor. Seyirciyle etkileşimli bir oyun olması ve bu etkileşimin hikayeye başarılı bir şekilde yedirilmesi olumlu bir durum olsa da bu durumun dozunun çoğu zaman aşırıya kaçması, yer yer tavsayan oyunu kurtarmak için kullanılan bir kozmuş gibi hissettiriyor.

Vakit Saat Aramayan bir Macera
“Sherlock Holmes: Baskerville’lerin Köpeği”nin artık klasikleşmiş ve birçok dedektiflik macerasına örnek olmuş bir gerilim hikâyesini mizah ile zenginleştirip eğlenceli bir hale dönüştürmeye çabalarken farklı bir tiyatro deneyimi sunduğu aşikar. Alışılması zor bir üsluba sahip oyun, ilk başta garipsediğiniz ama sonradan keyif aldığınız bir seyir vaat ediyor. Ama bu güzel başlangıç maalesef ki aynı şekilde devam etmiyor ve oyun, tatmin edici bir şekilde nihayete ermiyor.
Belki de oyunun en büyük problemi zamana hiç aldırmamasından kaynaklanıyor. 2 perdelik oyunun 120 dakika sürdüğü söylense de oyun neredeyse 180 dakika sürüyor. Bu durum hiç gerek yokken hikâyenin sündürülmesine, sırf komik olsun diye yarısının tekrar oynanmasına ve hikâyedeki boşlukların adeta yama görevi gören diyaloglar ve olaylarla doldurulmasına neden oluyor.
Parlak bir fikir, eşine az rastlanacak cesur denemeler, enterasan bir hikâye akışı ve keyifle izlenen müthiş oyunculuklar… Böylesi bir harmandan kötü bir sonuç çıkması zor gibi gözükebilir. Gerçi “Sherlock Holmes: Baskerville’lerin Köpeği” için kötü bir oyun demek de pek mümkün değil ama aşırılıklara hiç ket vurulmaması, tempo sorunlarına sebep olacak kadar etkileşimli bir oyunun tercih edilmesi ve sürenin hiç iyi kullanılmaması, düşüncelerimizi ikiye bölecek kadar kararsız bir ruh haline girmemize sebep oluyor. Nihayetinde izlemesi keyifli olsa da hayal kırıklığı yaratan bir eser ortaya çıkıyor.