
Sevimli Kediler ile Soluksuz Bir Macera: “GABBY’S DOLLHOUSE” (2025)
Gerçek çekimler ile animasyonu birleştiren Netflix dizisi “Gabby’s Dollhouse” (Gabby’nin Hayal Evi, 2021), Traci Paige Johnson ve Jennifer Twomey tarafından yaratılmıştır. Popüler dizinin ana karakteri Gabby, kedi kulaklı oyuncak evine küçülerek girer ve bu evde yaşayan birbirinden sevimli hayali kedi arkadaşlarıyla eğlenceli maceralara atılır. Yaratıcılığı, problem çözmeyi ve hatalardan ders çıkarmayı teşvik eden dizi, sadece minik izleyicilerin değil, ebeveynlerin de beğenisini kazanmıştır.
Dizinin ilk sinema macerası olan “Gabby’s Dollhouse: The Movie” (Gabby’nin Hayal Evi: Film, 2025) ise büyükannesi Gigi ile yolculuğa çıkan Gabby’nin oyuncak evini kaybetmesini ve heyecan dolu bir maceraya atılmasını konu ediniyor. Yönetmen koltuğunda dizinin ruhunu beyaz perdeye taşırken yeni dokunuşlarla bu dünyayı geliştirmeyi de ihmal etmeyen Ryan Crego otururken Gabby karakterine dizide olduğu gibi yine Laila Lockhart Kraner hayat veriyor.

Basit Görünümün Ardındaki Zenginlik
Bu film, ilk bakışta sadece çocuklara yönelik bir yapım izlenimi verse de çok geçmeden Gabby’nin sinema macerasının herkese hitap eden bir lisana sahip olduğunu görüyoruz. Evet, San Francisco’daki Golden Gate Köprüsü’nün pespembe bir versiyonunun bulunduğu “Kedi-Francisco” isimli bir şehirde geçen hikâyenin her bir zerresi çocuksu tatlarla bezeli olabilir. Pamuk şekeri kıvamında bir dünya ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan garip karakterler olmasına rağmen filmin alt metni güçlü inşa edilmiş bir senaryosu ve ne anlattığını bilen bir yönetmeni var.
Ryan Crego, ilk uzun metraj sinema filmi olan “Gabby’nin Hayal Evi: Film” ile kahramanımız Gabby’nin kendini keşfetme yolculuğunu tabiri caizse kitabına uygun bir şekilde anlatıyor. Seyirciyi içine çekmeyi başaracak denli sürükleyici bir yolculuğun anlatıldığını da özellikle belirtmemiz gerekiyor. Öyle ki bazı anlarda kendinizi dur durak bilmeyen bir aksiyon filminin içindeymiş gibi hissediyorsunuz. Tabii bu durum bir çocuk filminin doğası gereği büyüme teması üzerinden işleniyor. Daha önce başka filmlerde de karşımıza çıkan, bir çocuğun büyümeye başlayınca oyuncaklarıyla oynamaması, yani çocukluğunu unutması, filmin omurgasını oluşturuyor.

Hayal Gücünün Tetikleyicisi Oyuncaklar
Aslında filmin özünde büyümek ve oyun oynamak arasındaki ilişkiyi irdelediğini söyleyebiliriz. Mesela Gabby’nin büyükannesi Gigi, büyümüş olmasına rağmen oyun oynamaktan vazgeçmemiş bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Öte taraftan filmin antagonisti Kedi Kadın Vera ise oyun oynamaktan tamamen vazgeçmiş biri olarak kendini gösteriyor. Filmin oyuncaklar üzerinden ilerleyen hikâyesini düşündüğümüzde “oyun oynamaktan” kastettiğimiz şeyin “oyuncaklarla oynamak” olduğunu ve oyuncaklardan vazgeçmenin de aslında hayal kurmaktan vazgeçmek demek olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Zira oyuncakların milattan önceki dönemlerden bu yana varlığını sürdürmesi, insanoğlunun hayal gücünü tetiklemek için her zaman bir aracıya ihtiyaç duyduğunu ve oyuncağın da bu anlamda ne kadar güçlü bir sembol olduğunu kanıtlıyor.
Gabby’nin en yakın arkadaşları, bir oyuncak ev dolusu oyuncak kediden ibaret. Ama tabii ki Gabby’nin küçülüp bu evin içine girmesi ve bu oyuncak kedilerle oynaması onun hayal gücüyle doğrudan ilişkili bir durum. Bu yüzden, filmde karşımıza çıkan büyüyen bir çocuğun oyuncaklarından vazgeçmesini, hayal kurmaktan yavaş yavaş vazgeçtiğine dair bir işaret olarak okumak gerekiyor. Hayal kurmaktan vazgeçen birinin insanlardan uzaklaşacağı, hayattan zevk alamayacağı ve etrafındaki güzellikleri göremeyeceği mesajı da Gabby’nin tam zıttı olan Kedi Kadın Vera karakteri üzerinden çarpıcı bir şekilde veriliyor.

Tüketiyorum Öyleyse Varım
Kedi Kadın Vera… Giyimi kuşamı ile Batman’in gedikli baş düşmanlarından biri olan Catwoman’ı çağrıştıran Vera, karakteriyle ise “101 Dalmatians” (101 Dalmaçyalı, 1996) filmindeki Cruella de Vil’i anımsatıyor. İstediği her şeyi alabilecek kadar zengin olan Vera, kediler ile ilgili her şeye takıntı derecesinde düşkün olduğu için evini adeta bir kedi müzesine dönüştürüyor. Ama Vera, tabiri caizse tüm bu kedili oyuncakları sadece alıp evine koymakla yetiniyor ve hiçbiriyle ilgilenmiyor! Aslında film Vera üzerinden oyuncaklar ile bağ kuramayanları eleştiriyor. Netice de oyuncaklar, insanın hayal gücünü yansıtan, yönlendiren ve harekete geçiren güçlü araçlardır. Vera’nın onları sadece bir biblo gibi eve yerleştirmesi, onların asıl görevlerini yerine getirmediklerini gösteriyor. Üstelik Vera’nın bu tutumu, aynı zamanda tüketim çılgınlığına yönelik etkili bir eleştiriyi de bünyesinde barındırıyor. Film, kedinin hakkı kediye, basit görünen yapısına rağmen eleştirilerini çok ince bir çizgide ve etkili bir şekilde yapmayı başarıyor.
Vera, çok şatafatlı bir hayata sahip olmasına rağmen aslında yapayalnız biri. Tek arkadaşı onunla yaşamaktan pek de memnun gözükmeyen suratsız bir kedi. Vera’nın yetişkinlerle olan ilişkisi yalnızca para ve maddiyat üzerinden kuruluyken çocuklarla ilişkisi ise yok denecek kadar az. Hatta çocuklardan nefret ettiği her hareketinden belli oluyor. Tabii ki böyle birini çocukların da sevmesini bekleyemeyiz. Aslında Vera karakteri, tüm abartılı ve karikatürize dünyasına rağmen modern insana dair çok yerinde bir eleştiri tablosu sunuyor. Zira modern dünya; her şeyi metalaştıran, insan ilişkileri zayıf ve sadece kontrol edebildiği şeyleri seven yalnız bireyler oluşturan bir fabrika görevi görüyor.

İyilerin ve Kötülerin Dönüşüm Hikâyesi
Çocukken oyuncakları sevmesi ve büyüyünce hayal kurmaktan vazgeçmesi dışında Vera’nın hakkında doğru düzgün bir bilgiye sahip olmamamız senaryonun önemli bir zayıflığı olarak görülebilir. Ancak bu noktada şunu da belirtmemiz gerekiyor ki Vera’nın Gabby ile birlikte çıktığı yolculuk, bu zayıflığı kapatacak kadar önemli bir gelişim ortaya koyuyor. Filmin bittiğini düşündüğümüz anda başlayan bu yolculuk ile aslında iki karakterin, Gabby ve Vera’nın geçirdiği dönüşüme şahit oluyoruz. Biri, büyümenin hayal kurmaktan vazgeçmek olmadığını fark ederken diğeri ise büyüdükten sonra hayal kurmaktan vazgeçtiği için pişmanlık duyuyor ve çocuk olmanın değerini anlıyor. Gabby’nin büyüme ile ilgili sorunlarını çözdüğü bu yolculuğa Vera’nın da dahil olması ve kaybettiği çocukluğunu bulması, gerçekten çok güzel bir fikir. Fakat bu yolculukta diğer karakterler, bu iki karakterin yolculuğunda birer araç olmanın ötesine gidemiyor. Bu durum da aslında haddinden çok karakteri bünyesinde barındıran filmin bunları kullanmak konusunda sıkıntı çekmesinden kaynaklanıyor. Her karaktere aynı özveri gösterilmediği için ister istemez bazı karakterlerin filmdeki varlığını sorguluyoruz.
Filmdeki sürpriz karakter ise Papyon isimli oyuncak bir ayı oluyor. Beklenmedik bir anda karşımıza çıkan ve değersiz bir yan karakter gibi gözüken Papyon, iyi niyetli bir karakterden kötü bir figüre dönüşürken aslında sadece sevgi isteyen ancak aradığı sevgiyi bulamayan birinin, düşüncesiz, kaba saba ve etrafına zarar veren birine dönüşmesini anlatması açısından önemli bir karakter olarak hafızalara kazınıyor. Sürekli değişen iyi-kötü mücadelesi seyircinin sıkılmasını engelliyor ve seyir zevkinin artmasını sağlıyor. Film, özellikle çocuklar için eğitici ve öğretici içerikleri senaryoya doğru bir şekilde yedirmeyi de ihmal etmiyor. Örneğin, aksiyonun doruklarda olduğu bir anda bile Gabby’nin karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklemesi gibi çocuklar için yol gösterici bilgiler filmde doğru yerlerde doğru şekilde kullanılıyor.

Hayal ile Gerçek İç İçe
Gerçek oyuncularla çekilmiş kısımları olmasına rağmen “Gabby’nin Hayal Evi: Film”, animasyon film kategorisinde değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Zira gerçek dünya, filmde sadece bir sos vazifesi görüyor. Ama gerçek dünya ile animasyon dünya arasındaki geçişler oldukça keyifli bir şekilde gerçekleştiği için herhangi bir yabancılık da hissetmiyoruz. İki dünyanın birleştiği, yani gerçek dünyada animasyon karakterlerin olduğu sahneler ise filmin en keyifli kısımlarını oluşturuyor. Hasılı filmin geneline baktığımızda yönetmenin elindeki imkanları en iyi şekilde kullanarak gerçek ve animasyonun iç içe geçtiği eğlenceli bir sonuç çıkardığı görülüyor.
Ancak bu, filmin bazı eksiklerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Mesela hikâyenin geçtiği “Kedi-Francisco” denilen şehrin pembe köprüsü dışında başka hiçbir ayırt edici özelliğinin olmaması pek kabul edilir bir durum değil. Bir şehre kocaman pembe bir köprü yapılıyorsa, bu tarz yapıları şehrin başka noktalarında da görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama film şehri tanıtmakla hiç ilgilenmiyor ve hikâyeyi sadece oyuncak bir ev ve gerçek bir ev arasında gidip gelen lokal bir bakışın içine hapsediyor. Bu yaratıcı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Böylece zaten animasyon dünyada bir evde geçen film, gerçek dünyaya geldiğimizde yine bir evde derdini anlatıyor. Ama öte yandan birçok farklı maceraya gebe olan enteresan bir şehirden neredeyse hiç faydalanılmaması biraz göze batıyor.
Özetle gerçek dünya ile animasyon dünyayı başarıyla harmanlayan “Gabby’nin Hayal Evi: Film”, çocuklar için eğitici ve bilgilendirici bir senaryoyu eğlenceli ve sürükleyici bir şekilde anlatmayı layıkıyla başarıyor. Diziyi hiç izlememiş olanların da keyifle izleyeceği bu film, ailelerin çocuklarıyla birlikte sıkılmadan izleyeceği bir yapım olarak öne çıkıyor.
