The Tunnel / Tünel (2011)
Korku sinemasının birçok alt türü vardır: gotik, psikolojik, doğaüstü (okült), slasher, canavar filmleri… Kanadalı yönetmen David Cronenberg’in 1980’lerde yaptığı filmler toplu olarak “body horror” olarak isimlendirilmiştir ve türe girmişlerdir. İstismar sineması veya aşırı şiddet içeren filmlerde korku sinemasını besleyen unsurlar olmuşlardır. Bazı korku biçimleri, belirli zamanlarda daha popüler olmuşlardır. Mesela 1930’larda klasik gotik korkular daha revaçtayken, 1980’lerde slasher filmleri patlamışlardır!
Görüldüğü gibi korku sinemasının beslendiği alt türler çok fazla ve dönem dönem her biri hükümranlığını kabul ettirmiş. Sinemanın yüzyılı aşan tarihinde her daim ileri gidilmiş ve yeni buluşlar, fikirler geliştirilmiştir. Bu gelişmelerden korku sineması da nasibini almış ve yukarıda saydığım türlere yeni bir halka daha eklenmiştir: Found-Footage ya da Buluntu Film!
Nedir Bu Buluntu Filmin Alamet-i Farikası?
Buluntu Film, ilk olarak “Blair Cadısı” (The Blair Witch Project, 1999) filminde gördüğümüz bir tekniktir. Daha sonra bu teknik tuttuğundan mütevellit, birçok benzeri peyda olmuş almış başını yürümüştür. Türkiye’de bile “Karadedeler Olayı” (2011) filminde atmosfer yaratma ve gerçekliğin manipüle edilmesi amacıyla önce reklam stratejisi olarak, sonra da filmdeki belge-görüntülerle buluntu film tekniği kullanılmıştır.
Kısaca bahsetmek gerekirse, buluntu film tekniğiyle çekilmiş filmlerinde işleyiş şu şekildedir: bir olay patlak verir. Bu olayı araştıran bir ya da bir grup, o olayın olduğu yere yapacağı yolculuk ve o yolculukta karşısına çıkan anormal veyahut paranormal olaylar anlatılır. Buluntu filmlerinin olmazsa olmazı ise filmin başında, “İzleyeceğiniz film gerçek hikâyeden kurgulanmıştır” ya da “Gerçek bir olaydan esinlenilmiştir” denmesidir. Hepsinde olmasa da el kameraları kullanılır ve bu filmin gerçekliğini artırmaktadır. Adeta belgesel-film izliyormuş hissine kapılırsınız. Neden bu tarz filmler son on yılda arttı sorusuna cevap olarak ise ucuz olması, daha ilk haftada maliyetini çıkarması ve hatta üzerine koyması, seyircinin artık bu türü bağrına basması olarak düşünüyorum.
Ve şimdi sizlere buluntu film türünden başarılı bir yapım tanıtmak istiyorum: Avustralya yapımı “Tünel” (The Tunnel, 2011) filmi!
Yerin 100 Metre Altında…
Yönetmen Carlo Ledesma’nın ilk filmi olan “Tünel”, konudașlarının aksine mekân olarak orman, ev, köşk gibi yer üstünü değil yer altını mesken tutuyor. Ayrıca “Derin Kâbus” (As Above, So Below, 2014) filminden önce yer altının mekân olarak kullanan ilk buluntu film. “Derin Kâbus”tan ayrılan yanı ise filmin geçtiği yerler metro istasyonunun kullanılmayan kısımları ve yaklaşık 100 metre yerin altındayız. Varın siz düşünün korkunun boyutunu…
Enzo Tedeschi ve Julian Harvey’in kaleminden çıkan senaryoda yer yer eksiklikler olsa da bu filmin bütününe yansımıyor. Film vaat ettiği korkuyu son 40 dakikasında tazyikli bir şekilde seyircinin üstüne sıkıyor! Peki ya ilk 40 dakika? Adeta sıkıntıdan kan ter içinde kalacağınız o ilk 40 dakikalık bölüm çok uzatılmış ve olay örgüsü bir türlü bağlanamamış. Eğer o sancılı bölümleri başarıp da atlatabilirseniz final bölümüne kadar film zembereği boşanmış bir yay gibi süratleniyor.
İzlediklerimin Gerçek Olmadığını Biliyorum Ama Çok Korkuyorum!
Filmin konusuna gelecek olursak… Başarılı bir gazeteci olan Natasha Warner (Bel Delia), 3 kişilik ekibini toplayarak evsizlerin sırra kadem bastığı, kurtulan nadir evsizlerin ise aklını kaçırdığı Galler Metrosu’nun karanlık dehlizlerine iniyor. Yasak olan bu bölgeye girmek için devlet bakanına bile uğrayan bu haber takımı, gerekli izinleri koparamadıkları için çareyi illegal yollara başvurmakta buluyorlar. Sonrası ise tam bir ölüm geçidi provası, “Dyatlov Geçidi Vakası” muammasını aratmayan olaylara gebe!
Karanlık atmosfer filmde korku ögesi olarak kullanılan tek unsur değil. Spoiler vermek istemediğimden habercilerin başına musallat olan “șey”in ne olduğu söylemeyeceğim. Ama “Outlast” oyununu oynayanlar ne demek istediğimi anlarlar. Ayrıca karşınızda bol bol twist sahnelerle sizi şaşırtan bir yapım olduğunu unutmayın.Özellikle giriş ve final bölümleri bir müzik klipiymişçesine defalarca izleme (ve dinleme) isteği uyandırıyor. Hani sevdiğiniz bir romanı okuyup bitirdikten sonra, uzun bir müddet mutlulukla kitabın kapağına bakmaktan kendinizi alamazsınız ya işte öyle bir etki bırakıyor bu film de bittiğinde.
Evet, resmen sabun köpüğü kıvamında, izle ve unut tipi klasik buluntu film anlayışına sahip filmlerin etrafımızı sardığı şu zamanda, bu “ayrık otuna” şans vermek, böylesi akılda kalıcı bir yapıtı seyretmek gerek. Karanlık yerlerde çekim yapmaya gittiğinizde yanınıza yedek pil almayı unutmayın. Karşınıza nelerin çıkacağını bilemezsiniz. Bol çığlıklar…
Yazar: Umut Uçan