Maksat Sinema Olsun “6” Yaşında: Gördüğün Gibi
Takvimler 31 Temmuz 2011 tarihini gösterdiği zaman “Her şey bir Rüya ya da Maksat Sinema Olsun” demiştik. Şimdi aradan tam altı yıl geçti, anlayacağınız Maksat Sinema Olsun şimdi altı yaşında! Bildiğiniz gibi her senemizi bir hikaye ile kutluyoruz. Bu sene de geleneği devam ettirerek, Ülkü Tatar‘ın yazdığı “Gördüğün Gibi” ile sizleri baş başa bırakıyoruz.
Gözlerini açtın. Kapattın. Açtın. Kapattın. Gözlerini bir kere daha açmak için cesaretini toplaman ve derin bir nefes alman gerekliydi. Derin bir nefes aldın ve gözlerini açtın. Karanlığa, karanlığın getirdiği o sonsuz boşluğa bakan gözlerin hala emin değildi. Görüyor muydun? Kalp atışların hızlandı. Şimdi derin bir nefes almak daha zordu. Almadın da zaten. Aksine nefesini tuttun. Karanlık kendinle ve etrafınla ilgili şeylerde şüpheyi arttırıyordu. Şüpheleri ortadan kaldırmak için, kendini ikna etmek için hareket etmek istedin. Hareket etmenle beraber ayakların bir çıtırtıya sebep oldu. Beklenmedik bu sese karşılık sıçradın yerinden. Ayakların önündeki koltuğa çarptı. Gözlerini kapadığını fark ettin.
Çıtırtılar devam ederken ellerin kendinden çok önde ilerledin. Neden? Karanlıktan kaçmak istedin. Gözlerini yanında oturan adamın uğraştığı telefona çevirdin. Kalbinin normal seyrinde atmasını istedin. Görmek istedin. Olağan olsun istedin. O yüzden ilerledin. Kulakların uğuldadı. Kulaklarını ellerinle kapatıp sahnenin geçmesini bekledin. Bekledin bir yandan da. Her an her şeyin olmaması için bir sebep yoktu çünkü. Ellerine ağaç gövdeleri çarptı. Ellerinle kontrol edince onların ağaç gövdesi olduğunu anladın.
İlerledin.
Yüzüne yapraklar düştü. Serinlik hep vardı.
İlerledin.
Çünkü karanlık bitecekti. Bitmeliydi. Neden böyle hissettiğini düşündün bir yandan da. Seni korkutan, sana zarar verecek olan neydi? Karanlık? Geçecekti. Ormanın sessizliği yeterdi aslında. Arkada oturan seyircilerin konuşmaları hariç.
Biteceğini bildiğin için belli belirsiz bir huzur hissettin. Orada değildin. Bu, o an için farkında olduğun en güzel şeydi.
Bitmedi. Ağaç gövdeleri bitmedi. Ormandaydın hâlâ. Ayaklarının çıkardığı o çıtırtılara, o ürkünç seslere kızdın. Gözünün açık ve kapalı olması arasındaki olmayan farka kızdın. Korktun ama ilerledin.
* * *
Gözlerini açtın.
Uzun süre karanlığa maruz kalan gözlerin ışıkla karşılaşınca afalladı. Telefonun ışığı fark edilmez oldu. Rahatladın.
Gözlerini tekrardan açıp kapatmış olsan da sebebi farklıydı bu sefer. Işığa alışmak içindi. Işığa alıştın. Işığın somutluğuna alıştın. Işığın seni ve etrafını ortaya çıkarmasına… Işığın içinde var ettiği o rahatlamanın adı huzurdu. Tanıdın. Ve tadını çıkardın.
Ormanı gördün. Ağaçları ve onun yapraklarından görünmeyi başarmış bir parça gökyüzünü. Şehrin gri havası, çorak dağları ne kadar uzaktı artık. Yıllardır görmediğin bir ormanı görmenin huzuruydu belki de bu. Yanındaki telefon ışığına ve arkadan gelen konuşmalara inat hem de. O bir parça gökyüzünü zihnine kazıdın.
Gözlerin gördü ve kalbin inandı. Güvendeydin, ormandaydın. Artık ilerlemek daha kolay ve keyifliydi. İlerledin. İlerlemek şimdi bir kurtuluş değil, keşifti. Işık senin keşfetmen için vardı. Tadını çıkardın.
Kuşları görmeyi hiç aklından geçirmemiştin. Gördün. Yaşadığın gri gökyüzünde göremeyeceğin kadar yakından gördün hem de.
Güzeldi. Hep böyle devam edecek sandın. Yanıldın. Güzelliklere bir anda alışan gözlerin sana başka şeyler de gösterecekti. Hazırlıklı değildin. Biliyordun iyiyi ve kötüyü. Tanımışlığın vardı. Ama ne zaman karşılaşırsan karşılaş yine de tepki verirdin. İyiye de kötülüğü de… İnsan, hayret bir varlıktı.
Tepki verdin.
Yuvasında olmayan, annesinin gagasına yapışmış beslenmeyen, aksine yerde yatan bir yavru kuş gördün. Ölüydü. Tüyleri varla yok arası. Durdun. Kimse senin yüzüne bakmıyordu. Sen kimsenin yüzüne bakmıyordun. Burada herkes kendi hüznünü kendisi için yaşardı.
Onu görünce içinde, kalbinde bir yerlerde tanıdık bir his belirdi. Kalbin ağırlaştı. Ağrıdı. Kuş, gözlerinin önünde kuş olmaktan çıktı. Belki de uçtu. Kalbin ağırlaştı. Gözlerin doldu. Ama durdurmak ne mümkündü. Seni, gözlerini…
Kuş gitti. Sen yerindeydin. Yalnız, bir köşede, ölü ve tüylerin varla yok arası. En çok bunun için üzülmedin mi zaten? Kuş gitti. Sen onun yerine geçtin. Geçebildin. Geçecektin. Bunu bildiğin için üzüldün. Sana huzuru veren ışığın içinde, ışığın gösterdiği o şeye üzüldün. Üzüldün ama ilerledin. Bedeninin ağırlaştığını hissettin. Hüzün seninleydi. Konuşmalar silindi. Telefonun ışığı söndü. Hüzne kayıtsız kalmadı kimse. Yine kimse kimsenin yüzüne bakmadı.
Keyfin yoktu artık. Keşif yapmanın yerini, bu yolculuğun sonunda ne olacağına dair bir merak aldı. Sadece merak ettin. Bu ormanda daha neler vardı? Neler çıkacaktı karşına? Hepsini öğrenmen, hepsine şahit olman mümkün değildi. İlerlemek güzeldi.
Hüznün yavaş yavaş geçti. Anladın. Ama biraz kaldı. Hep biraz kalacaktı. Bunu da bildin. Yolda ilerledikçe bildin. Ekran karardı. Bu sefer karanlık seni korkutmayı başaramadı. Yazılar akıp giderken insanlar da gitti.
Yazar: Ülkü Tatar