Türk Pasaportu / Turkish Passport (2011)
Üzerinden üç çeyrek asır zaman geçmesine rağmen II. Dünya Savaşı, hakkında en çok söz söylenen, araştırmalar yapılan, kitaplar yazılan ve filmler çekilen meselelerden biri. Ama buna rağmen, o döneme ait hala aydınlanmamış ya da unutulmaya yüz tutmuş olaylar bizi şaşırtmaya devam ediyor. Mesela “Türk Pasaportu”nda bir grup kahraman Türk diplomatın Fransa’daki Yahudi kökenli Türk vatandaşlarını kurtarmak için hayatlarını ve kariyerlerini hiçe saymalarını izliyoruz. Tarihin tozlu raflarından çıkarılmış bu bilinmeyen hikâyeyi, yönetmen Burak Cem Arliel, hamasi söylevlerin kurbanı olmadan, samimi ve vurucu bir şekilde ele almayı başarıyor.
Belgesel mi Kurmaca mı?
Belgesel dendiğinde çoğu kişinin aklına hayvanların yaşamından kesitler sunan filmler gelir. Ama belgeseller sadece bundan ibaret değildir elbette. Aslında belgesel, insanın kendi penceresinden hayatın herhangi bir gerçeğine tuttuğu bir ayna ve bu aynadan bize yansıyanlardır. Bu noktada “gerçek”in altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor. Zira yapılan bir mockumentary, yani sahte belgesel değilse, gerçekler belgeselin temelini oluşturur. Bu noktada kişinin, meseleye kendi penceresinden bakarken gerçeği çarpıtmaması ya da en azından mümkün olduğunca objektif olmaya çalışması çok önemlidir. Kanaatimce bir belgeseli gerçekten önemli yapan yegâne şey de işte budur: ele aldığı gerçeğe yaklaşım biçimi!
Zaten çoğu zaman belgeseller, anons çekimleri, arşiv belgeleri, tarihi fotoğraf ve videolar ile meseleyi görselleştirmeye çalıştıkları için seyirci, belgesellerden görsel anlamda çarpıcı bir şey de beklemez. Birinci planda, belgeselin özünü oluşturan “gerçek” vardır. Tabii ki görsel dilinin gücü ile bizi şaşırtan istisnalar da yok değildir. Ama bu yazının konusu olan “Türk Pasaportu”ndaki kadar titiz bir işçilikle kotarılmış, etkileyici canlandırma sahneleri de her belgeselde göremeyeceğimiz, yadsınamaz bir gerçektir.
Henüz filmin başında, canlandırma sahneler ile karşılaşıyoruz. Aslında bu, belgeselin devamında da ne ile karşılaşacağımıza dair önemli bir ipucu veriyor. Canlandırma sahneler o kadar başarılı ki film başladığında bu filmin bir belgesel değil de II. Dünya Savaşı dönemine ait kurmaca bir film olduğunu dahi düşünebilirsiniz. Bu noktada filmin belgesel ile kurmaca arasında bir yerde durduğunu da söylersek yanılmış sayılmayız. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var, “Türk Pasaportu” bir gerçeği aydınlatmak için o gerçeğin peşinden giderken, bunu dönemin tanıklarıyla yaptığı röportajlarla desteklemeyi ihmal etmiyor. Bu da seyircinin güven oyunu çabucak kazanmasını sağlıyor.
Bir Belgeselin Olmazsa Olmaz Unsuru: Röportaj
Paris’ten trenle 10 günde İstanbul’a gelerek ölümden kurtulan tanıkların bir kısmı ile yapılan röportajlar, belgeselin bel kemiğini oluşturuyor. Evet, belgesellerin büyük çoğunluğunda röportajlar, bilgi aktarma konusunda sıklıkla başvurulan bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Ama “Türk Pasaportu”nda sadece röportajların kullanılmış olması ve bir “anlatıcı”nın olmaması belgeselin gücünü azaltıyor. Röportajlar; canlandırma sahneler, tarihi belgeler, fotoğraflar ve videolarla desteklenip zengin bir anlatım dili oluşturulmaya çalışılsa da anlatıcının eksikliği film ilerledikçe daha hissedilir oluyor. Zira 90 dakikalık filmde sürekli röportaj görüntüleri izliyor olmak, bir süre sonra fazlasıyla yorucu bir hal alıyor. Ama filmin, farklı kişilerle yapılan röportajları kullanarak, sağlam, akıcı ve tutarlı bir hikâye kurmak konusunda ki başarısını da göz ardı etmemek gerek.
Röportajlarda, olayları yaşayanlar başından geçenleri anlatırken, bu görüntüler sanki bir flashback gibi canlandırma sahneler ile ekrana geliyor. Belgeselin canlandırma sahneler konusundaki başarısından zaten söz ettik. Ama röportajlarla paralel giden bu tarz canlandırma sahneler, belki de belgeselin en unutulmaz anlarını oluşturuyor. Dramatik etkiyi artırmak için canlandırma sahnelerde kullanılan müzikler ise genelde aşırıya kaçsa da hem dönemin tarihi dokusunu hissettirme hem de yaşanılan acılarla özdeşleştirme vazifelerini layıkıyla yerine getiriyor.
Unutulmuş Kahramanların Hikayesi
Aslında Türk diplomatlar sadece Türk vatandaşı olan Yahudileri değil; Türk olmayan birçok Yahudiyi de sahte Türk pasaportları ile ölümden kurtarmayı başarıyor. Dante’nin cehennemini aratmayacak bir kaosun içinde, insanı hayatın merkezine koyan duruşlarından hiç taviz vermeyen bu kahramanların isimlerini tekrardan hatırlattığı için bile “Türk Pasaportu” izlenmeyi fazlasıyla hak ediyor. Ama bu belgesele sadece duygusal bir bakış açısıyla yaklaşmak da harcanan onca emeğe haksızlık olur. Zira “Türk Pasaportu”, araştırma konusundaki üstün çabası, röportaj kesitlerini akıcı bir bütüne dönüştürmesi ve birçok kurmaca filmde bile göremeyeceğimiz kalitedeki canlandırma sahneleri ile mutlaka izlenmesi gereken bir belgesel drama örneği olduğunu ispatlıyor. Ayrıca bu filmin Türkiye’de II. Dünya Savaşı ile ilgili çekilmiş ilk belgesel drama olduğunu da notlarımızın arasına ekleyelim.