The Passion of the Christ / Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi  (2004)

The Passion of the Christ / Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi (2004)

“The Passion of the Christ / Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi” filmi hakkında “Bence İsa’dan daha büyük bir kahraman öyküsü yoktur. Ve filmim tüm zamanların en büyük macera öyküsüdür.” diyor Mel Gibson, “Düşünsenize, Tanrı bir insan şekline bürünüyor ve insanlar da Tanrı’yı öldürüyor. Artık bu da aksiyon değilse hiçbir şey değildir!”

“Mad Max / Çılgın Max” serilesi ile şöhreti yakalayan Mel Gibson, “The Man Without a Face / Yüzü Olmayan Adam (1993)” ve “Braveheart / Cesur Yürek (1995)” filmleri ile yönetmenlik alanında da son derece yetenekli olduğunu ispatlamıştı. Özellikle Cesur Yürek ile İskoç tarihinin efsanevi kahramanı William Wallace’u bir daha unutmamak üzere hafızalarımıza kazımayı başaran Gibson’ın çekeceği 3. film herkes tarafından merakla bekleniyordu, ta ki filmin konusu açıklanana kadar! Film, konusunun açıklanmasıyla beraber tartışmalara yol açmış, senaryosu el altından dini grupların eline geçmiş, Yahudi ve Katolik organizasyonlar tarafından eleştirilmişti. Evet, doğru tahmin ettiniz. Mel Gibson’ın, İsa’nın son 12 saatini anlatan Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi filminden bahsediyorum…

Film, “İsa’nın Son Yemeği”nin ardından dua etmek için gittiği zeytin bahçelerinde açılıyor. Bu sahne karanlık ve kasvetli atmosferiyle her an bir şey olacak hissi uyandırıyor bizde. İsa’nın kan terleyerek Tanrı’ya yakarışını ve şeytana karşı direnişine şahit oluyoruz. Ardından da havarisi Yahuda tarafından 30 gümüş dinara ele verildiğini görüyoruz. Gece yarısı apar topar tutuklanan İsa, baş kâhine götürülüyor ve baş kâhinin avlusunda, din bilginleri ve ihtiyarlar tarafından yargılanarak ölüm cezasına çarptırılıyor. Tokatlar ve yumruklarla başlayan işkence film ilerledikçe daha da dayanılmaz bir hale geliyor. Özellikle İncil’de “O zaman, Roma Valisi Pilatus, İsa’yı kırbaçlattı.” diye tek bir cümle ile anlatılan kırbaçlama sahnesi belki de sinema tarihinin en vahşi ve en gerçekçi işkence sahnesini sunuyor bize. “Filmim hoşgörüyle ilgili” diyen Mel Gibson, bu sahnelerdeki kan ve şiddet hatırlatıldığında: 

“Buna karşı iki kelimem var. Kill Bill. Bu konuda ben neden suçlanıyorum ki!” diyerek kendini savunuyor. Sansür kurulu tarafından izleyici yaş sınırının 17 olarak belirlenmesine de: “İncil’in de yaş sınırı olmalı” diyerek karşı çıkıyor. Mel Gibson, kısıtlı öyküyü flashbacklerle zenginleştirmeye çalışmış. Flashbackler, filmin önemli ve anlamlı yerlerinde girse de bazen çok zayıf kalıyorlar. Mesela bir sahnede fahişe olan Mecdelli Meryem’i taşlayan halkın önüne geçen İsa, kuma bir çizgi çeker ve halk ellerindeki taşları bırakır. Burada İsa’nın söylediği “İlk taşı günahsız olanınız atsın.” Sözü filmde kullanılmamış. Şahsen ben bu etkileyici sözü İsa’nın ağzından duymak isterdim. 

“The Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat (1998)” filminde sergilediği başarılı oyunculuk ile üne kavuşan James Caviezel, bir “insanın” dayanılmaz işkenceler karşısında çektiği acıyı en gerçek haliyle seyirciye yansıtırken adeta İsa’yı yeniden ete kemiğe büründürüyor. Özellikle “Eloi, Eloi, lama Sabachthani?”* diye yakardığı sahne son derece etkileyici. Ama İsa olmak zor iş tabi… Hatırlarsanız filmin çekimleri sırasında omzu çıkmıştı ve kendisine yıldırım çarpmıştı.

Sonuç olarak Mel Gibson, Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi ile dini ve ideolojik tarafı bir yana, görsel ve teknik açıdan kusursuz aynı zamanda da cesur bir film ortaya koyuyor. Ayrıca filmi, günümüzde artık kullanılmayan Latince ve Aramice dillerinde çekmiş olması gerçekten de takdir edilmesi gereken bir husus.

Aramice’de “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” anlamına gelir. Markus’un incilinde bu şekilde yazar. Matta’nın incilinde ise “Eli, Eli, lama sabachthani?” diye geçer.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir