Revolver (2005)
İnsanoğlunun karşılaştığı en büyük savaş hangisidir? 1. Dünya Savaşı mı yoksa 6 yıl boyunca bitmek bilmeyen 2. Dünya Savaşı mı? Bence hiçbiri değil. En büyük savaşımız kendi egomuzla olan savaşımızdır. Bunu sadece ben değil Guy Ritchie de söylüyor. Nasıl mı? “Revolver” filmi aracılığıyla.
Vakti zamanında Madonna ile evlilik de yapan bu İngiliz beyefendisi, o vakitlerde popun kraliçesi sayesinde tanındığını, gereksizce reklamının yapıldığını ve şişirildiğini söyleyen otoriteler tarafından fazlaca yerin dibine sokulmuştu. Artık o sesler çıkıyor mu bilemem ama kendisi Madonna’dan boşandıktan sonra da hala iyi filmler yapıyor ve takdir topluyorsa üstelik kendi sinema dilini de kurduysa bence başkalarının rüzgârını arkasına almasına hiç gerek yok.
Aynı oyuncularla çalışması, suç filmlerine eğilimi ve İngiliz dilinin mistik konformizmini bizlere sunması ile dünya sinemasında kendine sağlam yer edinen Guy Ritchie, “Revolver” filminde bizleri insanın içindeki konuşan parazite, bedenimizdeki diğer ‘ben’e karşı olan savaşı özgünce sunmayı bilmiş.
Kafamın İçindeki Fısıltılar
Jack Green (Jason Statham) 7 yıl tek göz bir hücrede hapis yattıktan sonra tüm intikam ve hırs açlığıyla dışarıya, var olduğu sokaklara geri döner. İlk işi hapishaneye düşmesine sebep olan şehrin suç baronu Dorothy Macha (Ray Liotta)’dan intikam almak olacaktır. Dorothy Macha ise kirli işlerini hallettirdiği mezarcı lakaplı adamı “Fransız Paul” aracılığıyla çok büyük bir kumarhanenin sahibi olmuştur. Kumarhane hissedarının derinlere gömülmesi ile Dorothy Macha’nın ne kadar gözü kara olduğu ve karşısına çıkacak kim olursa olsun ezip geçebileceğini görürüz. Egosu en şişik karakterlerden biri filmdeki Macha’dır. Jack Green hırsına yenik düşüp ve kardeşinin karısının öldürülmesinin karşılığı olarak da Macha’yı mekanında küçük düşürmek ister. Bilir ki, Macha için öldürülmekten daha kötü olan tek şey şişik egosunun balon gibi söndürülmesinden ibarettir.
Aslında “Revolver” intikam hikayesi olarak başlıyor ama sonra Jack Green’in hayatının dersini aldığı bir yaşam öğretisine dönüşüyor. “Revolver”ın son saniyesine kadar Jack Green’in egosunu törpüleyip törpüleyemeyeceğini izliyoruz. Bu film suç, savaş sahnelerinin arasına serpiştirilmiş egonun anlamı ve bizi yöneten karanlık söylemin susturulup sonsuz sükûnete ve anlayışa açılan kapısı adeta.
Green’in egosu hiç susmuyor, yapacağı tüm işlerde onu farklı yönlere sürüklüyor onu kontrolü altına alıyor. Kumarhane vurgunu sonrası Avi (André Benjamin) ve Zach (Vincent Pastore) adlı iki gizemli karakter, Jack Green’e hayatının teklifini sunuyorlar ve devamında mükemmel bir seyir keyfi bizleri bekliyor.
Egonu Kontrol Altına Al!
Green’in var olduğunu ispatlama çabası asıl büyük derdi. 14 yıl toplu koğuşta kalma teklifini kabul etmeyerek 7 yıl tek başına hücrede geçirerek cezasını yarıya indiren bu benmerkezci birey, asansöre binme fobisini bile nasıl yenecek kıvama gelebilir? Onu yaptığı işlerde engelleyen, düşünmemesini sağlayan, kafasındaki şu cızırtılarda neyin nesi? Gün içerisinde hepimizin içinden iki farklı ses, iki ayrı görüş gelir geçer. Korkmayın deli değiliz. Normal bireylerin hepsinde var olan sıradan dürtülerdir bunlar. Biri kendi benliğimiz diğeri de egodur.
Ego söylemek istediklerimizi söyletmez aynı Green’in başına gelenler gibi. Macha’nın yatak odasındaki histerik kriz sahneleri egonun insanın önüne konmuş en büyük barikat olduğunu gösterir. O sahnenin sonunda Green’in egosunu yenip yenemeyeceğine şahit oluruz. Ego ben sizden üstünüm, beni sakın küçümsemeyin psikolojisinin getirdiği bir durumdur. Green de hapishaneden çıktıktan sonra kendine mini bir servet kazandırmıştır ama nefsi ona dur demez ve sonu olmayan bir yola girer. Egonun oluşması çevre etkisiylede olur. Etrafımızdaki insanların bizi övmeleri, abartmaları neticesinde de ego kalın duvarlar örmeye başlar beynimize. Macha’nın da eli silahlı adamları ile her istediğini yapabileceğini düşünmesi ve kendini şehrin hâkimi sanması buna örnek verilebilir. Hatta o kadar zıvanadan çıkmıştır ki Sam Gold’a bile kafa tutabileceğini sanır. Macha’nın Sam Gold’un elçisine sarf ettiği hakaretler, fevri davranması ve egoist kişiliğinin önüne geçememesi yüzünden başına gelmiştir.
Egonun bireyleri kontrol altına almasını anlatan en güzel yapımdır bu film. Egoları tarafından yönetilen insanları görürüz. Avi ve Zach haricinde herkes kaybedendir. Bu ikili ise sanki tüm şifreleri çözmüş gibi hep bir adım öndedir düşmanlarından.
Ego meselesini kapattıktan sonra Mark Strong içinde ayrı bir parantez açmak istiyorum. Biliniyor ki Guy Ritchie’nin fetiş oyuncusu olma yolunda Jason Statham ile yarışıyor. “Revolver” filminde hislerini bir anlık kaybeden ama o kaybedişinden sonra ego illetini gömen ıskalamayan Sorter rolünde. Macha onun ruhsuz olmasını istiyor. Sorgulamayan sadece öldüren acımasız bir katil. Hatta bir sahnede Sorter’e sana hissedesin diye para ödemiyorum diyerek de azarlaması Sorter’in aklını ve vicdanını Macha’ya teslim ettiğini apaçık göstergesidir. Mark Strong’un makyajı, tavrı, dili ve filmin en hareketli iki sahnesinde başrolde olması onu bu filmde sıyırmış ve Statham ve Liotta’dan rol çalmış desek yanılmayız.
Filmin yapımcı koltuğunda Luc Besson’u görmekteyiz. Yönetmenliği artık uzun soluklu yapmayan Besson yapımcılığı asli işi olarak görüyor ve mütemadiyen kendisini filmlerin yapımcı koltuğunda görüyoruz. Belki de Fransız Paul karakteri onun eseridir…
Son Bir Söz
Kafa kurcalayan bir film var karşımızda. İçine girilmesi zor defalarca izlendikten sonra yeni çağrışımlar yapan bir eser. Guy Ritchie’nin diğer filmleri bol aksiyon ve devamlı hareketlilik içeriğinden olsa gerek “Revolver” filmi seyircilere pek geçememiş. Ama filme doğru kadrajdan bakmayı bilirsek bize verebileceği çok fazla mesaj var. Oyuncu bazında Jason Statham, Ray Liotta her zamanki gibi beklentiyi fazlasıyla veriyorlar. Filmin sonundaki profesörlerin ego hakkındaki konuşmalarına kadar pek bir şey anlamadım diyenlerdenseniz yalnız değilsiniz. Farklı pencerelerden bakmak isterseniz “Revolver” filmini şu yaz sıcaklarında tekrar açın izleyin. Egolarınızı bir köşeye bırakıp pür dikkat izlerseniz de “Fight Club” filminde olduğu gibi Jack Green haricinde olanların aslında gerçeği yansıtmadığını hiçbirinin var olmadığını, her birinin Green’in alt egoları olduğunu görebileceksiniz. Şimdiden iyi seyirler.
Yazar: Umut Uçan