“Sağlıklı Fikirler” ile Dolu Kısa Filmler

“Sağlıklı Fikirler” ile Dolu Kısa Filmler

Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SETEM) tarafından Yeşilay’ın iştiraki ile yürütülen, İstanbul Kalkınma Ajansı destekli ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteklediği senaryo yarışmasının sonuçlarını, “Sağlıklı Fikirler Senaryo Yarışması Kazananları Belli Oldu!” başlıklı haberimizde duyurmuştuk.

Ayrıca madde, tütün, alkol ve teknoloji bağımlılığı olmak üzere 4 kategoride düzenlenen  senaryo yarışmasını kazananların ödüllerine kavuştuğunu ve ödül alan bu senaryoların çekildiğini de “Bağımlılığa Karşı En İyi Senaryolar Ödüllendirildi!” başlıklı haberimizde söylemiştik.

Şimdi ise sıra bu filmlere ve Maksat Sinema Olsun yazarlarının filmlerle ilgili yorumlarına geldi. İyi seyirler…

1. ŞİŞEDEKİ UMUTSUZLUK – Uğur Tatar

Alkol kategorisinde yazdığı senaryo ile rakiplerini geçip 1. olan Uğur Tatar’ın kaleminden çıkan “Şişedeki Umutsuzluk” gerçekten de dikkatleri üzerine çekmesini biliyor. Alkole neden başlandığı, etkileri ve sonuçları ile alakalı tüm verileri içinde barındıran film, gerçeklerden sapmayarak alkolizmin aile içi çatışmasına sebebiyet vermesini, bireyin yoksunluk ve histerik krizlerini  metaforik ve kapsamlı anlatımıyla, birinciliği ne kadar hak ettiğini ispatlıyor. 

Bireyin beden ve ruh sağlığını, aile, sosyal ve iş uyumunu bozacak derecede kötü etkileri olan alkol ve alkolik bireyin başından geçenleri 3 dakikadan biraz fazlaca bir sürede anlatan kısa filmimiz, isimsiz başkarakterimizin evin her köşesine dağılmış alkol şişelerine saldırarak şişelerdeki son yudumu bile içmek için verdiği savaşla açılıyor. Şişede durduğu gibi durmayan alkollerin bittiğini anlayan kahramanımız bu tükenişin ardından hayatının da önemli bir viraja girdiğini idrak ediyor. Hayata tutunmasını bir yudum alkolün içine hapsolmuş balık imgesiyle (kısa filmde suyun içinde olarak gözüküyor balık)  veren Uğur Tatar, balığın çırpınışları ile alkolik bireyin hayatındaki hezeyanlarını girift bir şekilde birleştirerek çok anlamlı bir renk paleti oluşturmuş. Senaryonun ortasına oturttuğu balık adeta kısa filminde bel kemiği hüviyetine bürünüyor. Akabinde ailesi ile kavga eden alkolik adam tipik alkol yan etkileri sergiliyor. Karısını dövüyor, bu anı gören kızı da büyük bir yıkım yaşıyor. Bu yaprak dökümüyle alkolün kötü etkileri doğru bir düzlemde aktarılarak izleyicide empati duygusu kırbaçlanıyor. Çerçeve içindeki mutlu aile tablosu ve alkol alan adamın elleri ucundan kayan o eski güzel hatıraları, küçük çocuğunun resim çerçevesini fırlatmasıyla ailenin dağılışının peliküldeki yansımaları başarılı bulduğum sahnelerden. 

Kişi sosyal yaşantısında hem baba, hem patron veya çalışan, hem eş hem evlat hem de arkadaş olabilir. Alkol kullanımı tüm bu rollerden kişiyi istifa etmeye zorlar. Sorunlar öncelikli olarak kişinin en yakın çevresinde hissedilir. Aile bireyleri bu sorunları hisseden kişiler olurlar çoğunlukla. Filmde de ufak bir aile sorununun büyüyerek ailenin içten çatlamasını sonrada yok oluşunu izliyoruz. Sistematik olarak alkolün zararları tutarlı olarak gösterilmiş filmde. Kısa filmin sonundaki solo performans bence yıkımın doğal halini tatmin edici ve ajite etmeyerek seyirciye sunmuş. Ama genel olarak oyunculuk adına pek olumlu yorum yapamayacağım.

Diğer kısa filmlerinde başarısı su götürmez ama “Şişedeki Umutsuzluk”, hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği metaforik anlatımıyla, yalın görsel anlatım yerine kullandığı simgeselciliğiyle, diyaloglardan neredeyse arındırılmış haliyle ve bunun yerine gücünü görsellikten alması sayesinde başarısını taçlandırmış bir yapım. (UMUT UÇAN)

Eleştirinin tamamını okumak için tıklayın…


2. GEÇ KALMA – Eray Midem

İçki, bütün kötülüklerin anasıdır. Alkolün zararları, fiziksel ve ruhsal zararlar, topluma zararları, aileye etkisi, suç oranlarını arttırması, trafik kazaları gibi çok geniş bir açıdan ele alınabilir. Bu nedenle, “bütün kötülüklerin anası” ifadesi oldukça yerindedir. Hayata geç kalma. Sevdiklerini üzme. Alkolün kurbanı olma. Alkol Bağımlılığı kategorisinde 2. olarak başarısını taçlandıran genç senarist Eray Midem’in kaleminden dökülen “Geç Kalma” kısa film olarak arzı endam ediyor! Her ne kadar başkarakterin tam olarak içe sinmeyen performansı akla Nicolas Cage’nin rolünde süper bir iş çıkardığı “Leaving Las Vegas / Elveda Las Vegas (1995)” filmini getirip bir kıyas yaptırsa da kısa film vermek istediği mesajı senaryonun kuvveti ile vermeyi başarıyor. 

Film kasvetli bir atmosferde açılıyor. Duble içmeye başlayan alkolik birey bağımlılığının cezasını, işine, çocuklarının tiyatro gösterisine, hayata geç kalarak ödüyor. Kamu spotu olarak insanları alkolden uzaklaştırmayı amaçlayan bu kısa film, televizyon ekranlarında dönmeye başlarsa birçok bağımlının battıkları bataklıktan çıkmalarına vesile olabilir. Son zamanlarda kamu spotu olarak gördüğümüz kısa filmleri gülerek izliyoruz. Bunun nedeni başarısız senaryolar ve oyuncuların isteksiz, yapmacık davranmaları. Geç Kalma filminde bunların hiç biri yok. İzleyiciyi derinden etkileyen kısa film, müzikleri ile de kontrast uyumuna girerek vermek istediği mesajı ulaştırmayı başarıyor. İzlerken bunalım yaşatmıyor ve anlatmak istediğini belli bir kesimi yargılamadan anlatıyor. Üstelik düz ve yalın bir anlatımla da başarılı senaryo ve kısa filmlerin çıkabileceğini gösteriyor.

Son kertede, Eray Midem’in eseri, alkolizmi hiç karikatürize etmeden gerçekleri anlatarak izleyenlerin tekrar tekrar düşünmesini sağlıyor. Alkolün sağlığa, topluma, aileye ve ekonomiye zararları üzerinde durularak, kullananların bu zararlı alışkanlıklarından kurtulmalarına vesile olmak, özenenler için de alkolün hiç de özenilecek bir tarafının olmadığının anlaşılmasına yardımcı olmak amaçlanmış. Genç kalemşörün başarılarının daim olmasını diliyorum ve SETEM’in açtığı yoldan başka örgüt ve kurumlarında giderek toplumu bilinçlendirmesini temenni ediyorum. Çünkü milletimizin bilinçlenmesi adına bu tarz yarışmaların daha da fazla olması gerekiyor… (UMUT UÇAN)

Not: Video daha sonradan SETEM Akademi’nin Youtube hesabından kaldırılmıştır.


3. HAYATA TUTUNAMAMAK – Hüseyin Böyük

Alkolün kişiyi ne kadar değiştirebileceği bilinen bir gerçek. Uzun süreli bir bağımlılık sürecindeki bir insan, yavaş yavaş hayattan, kendisinden ve tüm yakınlarından kopmaya başlayacaktır. Öyle bir değişim içinde olacaktır ki kişi, ne o kendinin kim olduğunuzu hatırlayabilecek ne de insanlar artık onu tanıyabileceklerdir. Nitekim Alkol Bağımlılığı kategorisinde üçüncü olan Hüseyin Böyük’ün yazdığı “Hayata Tutunamamak” adlı kısa filmde, kişinin alkolle birlikte kendi hayatına nasıl veda ettiğini görüyoruz…

Film başlangıcında alkol bağımlısı adamımız park kenarında oturuyor ve birden çocukluğu aklına geliyor. Adamı çocukluğuna veda ederken görüyoruz. Daha sonrasında ailesi ve son olarak iş yerinde arkadaşları tekrar tekrar el sallayarak ona veda ediyorlar. Adamımız artık tüm kapılar suratına kapanmış bir vaziyette bankta otururken yaşadığı hayatını film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi, istenen mesajı güzel bir şekilde pekiştirmiş. 

Bir kamu spotu olarak televizyonlarda tekrar tekrar gösterebilecek ve insanların izlediğinde mesajı kolayca alabilecekleri bir film olmuş “Hayata Tutunamamak”. Alkolün sevdiklerinize ve kendinize bir veda olduğunu bizlere kısaca el sallayarak anlatmış Hüseyin Böyük. (TAYLAN KAAN TORUNOĞLU)

Not: Video daha sonradan SETEM Akademi’nin Youtube hesabından kaldırılmıştır.


1. ASIL GERÇEK – Elif Kırmacı

Bağımlılık yapan maddeler içerisinde en sinsi olan şüphesiz sigaradır. Vücuda yavaş yavaş etki eder ve etkileri uzun vadede gözüktüğü için insanlarda zararsızmış gibi bir algı yaratır. Daha doğrusu insanlar bu zararı umursamazlar; asıl gerçeği görmek istemezler…

Tütün Bağımlılığı kategorisinde birinci olan Elif Kırmacı’nın yazdığı “Asıl Gerçek” isimli film, bir nevi insanlara sigara konusundaki gerçeği hatırlatma görevini üstleniyor ve bunu da çarpıcı sürpriz sonu ile başarıyla yapıyor. 

Film son derece minimal bir yapıda olmasına karşın özellikle tezatların kullanımı bakımından detaylar üzerine kafa yorulduğu belli. Mesela filmin geçtiği yer sigaranın sağlıksız dumanıyla büyük bir tezat oluşturan yemyeşil ağaçlarla bezeli bir park. Sigarayı kullanan genç ise dışarıdan bakıldığında son derece “masum” ve “sağlıklı” duruyor. Zaten film bize mesajını bu tezatlar üzerinden verirken bir anlamda, “dış görünüşümüzle ilgilenirken içimizin çürüdüğünün farkında bile değiliz” diyor.

Sürpriz sonun iyi gizlendiğini ve ressam rolündeki oyuncunun role çok yakıştığını söylemeliyim. Ama genci oynayan oyuncuyu biraz tutuk bulduğumu da belirtmeliyim. (UĞUR TATAR)


2. DUMANI ÜSTÜNDE ACILAR – Tolga Han Erder

Doğanın bütün güzelliğine ve verdiği huzura inat, insan, huzuru ve keyif alacağı şeyleri başka seçeneklerde aramak hatasından vazgeçmiyor. Tolga Han Erder’in yazdığı, Tütün Bağımlılığı kategorisinde ikinci olan “Dumanı Üstünde Acılar” tam da bu vazgeçilmeyen hataya değiniyor.

Filmde karşımıza çıkan baba figürü, ceplerinde sürekli kendisine keyif verecek o maddeyi ararken, kendi zevklerine, kendi hayatına o kadar yoğunlaşmıştır ki eşini, onu bir gölge gibi takip eden oğlunu, sorumluluklarını göremez olmuştur. Aile bireylerinden babaya, umursamaz, asabi, keyfine düşkün, derin duygu ve düşüncelere sahip olmayan bir rol biçilirken kadına, hayatını ailesine adamayı tercih etmiş, hayatında olumsuz veya hoşlanmadığı şeylere karşı çaresiz kalmış bir rol verilmiştir. Ailenin başına gelenlerde ise öncelik her zaman çocuğa verilmiştir. Her türlü kötülüğe ilk başta çocukların maruz kaldığını dramatik bir şekilde aktaran film, maalesef oyunculuklar konusunda pek başarılı değil. (ÜLKÜ TATAR)


3. CEZA – Zafer Çaltekin

Film SETEM’in resmi sosyal medya hesaplarında paylaşılmamıştır.


1. CANIM TELEFONUM – Emre Aran

Söz konusu teknoloji bağımlılığıysa eğer, akla ilk gelen şeyin cep telefonu olması kaçınılmazdır elbette. Bu mucizevi(!) alet, icadından bu yana insanoğlunu her daim büyülemiştir; bunun yanında teknolojinin her yıl daha çok gelişmesiyle birlikte birçok farklı teknolojiyi bünyesine katarak sahiplerini kendine köle etmeyi de başarmıştır.

Diğer bağımlılıklara göre nispeten daha az zararlı olan teknoloji bağımlılığı, bu sebepten ötürü hep klişelerin kurbanı olacak şekilde eleştirilmiştir. Mesela cep telefonu bağımlılığı dendiğinde akla telefonu elinden bırakmayan, gerçek dünyayla iletişimi kesmiş ve “deli gibi” telefonuna odaklanmış bireyler gelir. Bu yavan eleştiri belki başlangıçta hem etkiliydi hem de yerindeydi ama artık temcit pilavı gibi sürekli önümüze sunulmasının bir esprisinin kalmadığı da ortada.

İşte tam bu noktada, Teknoloji Bağımlılığı kategorisinde birinci olan Emre Aran’ın yazdığı “Canım Telefonum” isimli filmin başarısı ortaya çıkıyor. Zira Emre Aran, cep telefonu bağımlılığını eleştirmek için kullanılan bu klişeyi alıp hem eğlenceli hem de vurucu bir hale dönüştürmeyi iyi biliyor doğrusu. Cep telefonu üzerinden internetin saçma kullanımını, sosyal medyanın günümüzde geldiği noktayı, insanların nasıl duygusuz birer robota dönüştüğünü çok kısa sürede ama hafızalardan silinmeyecek bir şekilde anlatıyor.

Senaryonun iyi yazılması elbette filmin en önemli kozu ama bunun yanında bir kamu spotunda görmeye pek alışık olmadığımız bazı unsurların da altını çizmemiz gerekiyor: ne anlatmak istediğini bilen yönetmen titizliği, kurgunun başarılı ritmi, oyuncuların eğlenceli atmosferi güçlendiren performansları, sade ama oldukça hoş olan animasyonların kullanımı, müziğin görüntülerle uyumu gibi… Ama senaryodan sonra en çok övgüyü de sanırım başroldeki kadın oyuncunun performansı hak ediyor. (UĞUR TATAR)


2. SİYAH & BEYAZ – İlker Emon

Teknoloji bağımlılığı denildiğinde akla gelen ilk şey bir iletişimsizlik problemidir. Kişi etrafında olan bitene daha az önem verir ve bunun sonucunda kendine veya bir başkasına zarar geldiğinde buna tepki verecek süresi olmaz. Muhtemelen o an kişiyi bir kafese koysak, onun için hayatta hiç bir değişiklik olmaz. Teknoloji Bağımlılığı kategorisinde ikinci olan İlker Emon’un senaryosunu yazdığı “Siyah & Beyaz”, bize teknolojinin getirdiği umursamazlığı, tembelliği ve insanları nasıl ele geçirdiğini özetlemiş.

Parkta oturan bir anne ve çocuk görüyoruz. Ellerinde telefon olanlar yani teknolojiye bağlanmış kişileri bize gri renkte gösteren kısa film, bununla hayatın renklerinden kopmuş insanları güzel bir şekilde anlatıyor. Yalnız bu noktada, buradaki efektleri biraz özensiz bulduğumu söylemeliyim. Hatta bir yerde gri olması gereken teknoloji bağımlısı karakteri de atlamışlar. Kısa filme dönecek olursak, parkta oynamak isteyen çocuğumuz yerinde duramıyor ama annesi onunla ilgilenme konusunda isteksiz. Çocuk doğal olarak oynarken üzerini kirletmeye başlıyor ancak annesi bu sorunu artık kökünden çözme konusunda kararlı. Ona yanında getirdiği teknolojik aleti şeytani bir gülümsemeyle veriyor. Sonunda çocuk kendini Siyah-Beyaz renkteki hayatın içinde buluyor.

Siyah & Beyaz, teknolojinin insanı nasıl kolaycı bir hale getirdiğine ve bağımlıların sevdiklerini de hayatın renklerinden kopardığını bize kendine özgü anlatımıyla veriyor. (TAYLAN KAAN TORUNOĞLU)


3. DÜŞ PEŞİMDEN – Furkan Dağlı

Teknoloji Bağımlılığı kategorisinde üçüncü olan Furkan Dağlı’nın yazdığı “Düş Peşimden” isimli film, “Canım Telefonum” ile benzer bir konuyu, daha eğlenceli ve yer yer komediye kayan bir üslup ile işliyor. 

Yine “cep telefonunu elinden bırakmayan birey” klişesi üzerine kurulu olan film, bu klişeyi etkili bir cep telefonu bağımlılığı eleştirisi için kullanırken, bir yandan da eğlenceli bir komedi unsuruna dönüştürüyor. Her ne kadar başroldeki oyuncunun bazen olmuş dedirten ama bazen de eğreti gelen “arada” performansı bizi biraz rahatsız etse de, eğlenceli atmosferi destekleyen müzik ve bu müzikle uyum içerisindeki kurgu, bunu görmezden gelmemizi sağlıyor. 

Furkan Dağlı, bir nokta da çok benzeştiği Emre Aran’ın senaryosundan farklı olarak, cep telefonu bağımlılığını internet/sosyal medya kullanımı üzerinden değil, “cep telefonunun insan vücudunun vazgeçilmez bir parçasına dönüşmesi” fikrinden yola çıkarak anlatıyor ve istese bile cep telefonunu bırakamayan bir adamın trajikomik halini gözler önüne seriyor. Üstelik film, sonun da dördüncü duvarı yıkarak, bizlere, yani tüm teknoloji bağımlılarına göz kırpmayı da ihmal etmiyor… (UĞUR TATAR)


1. ESARET ŞARKISI – Aslıhan Yesir

Ülkemizde görülen en büyük sorunlardan biri de madde bağımlılığıdır. Modernizmin ve kentleşmenin getirdiği bireysel ve toplumsal huzur kavramları; her zaman beklenen sonucu vermemiş daha çok, gençlerin huzuru başka taraflarda aramasına yol açmıştır. Varoşlara çekilen birey, içinde bulunduğu kaos durumundan çıkmak içinde sahte bir dünya yaratmasına vesile olan maddeye kurtarıcı olarak sarılmıştır. 

Önemli bir toplum sağlığı sorunu olan madde kullanımı ve bağımlılığı üzerine kalem oynatan Aslıhan Yesir, Madde Bağımlılığı kategorisinde birinci olarak kaleminin gücünü göstermiştir. Kısa film olarak çekilen “Esaretin Şarkısı” senaryonun gücünü pek arkasına alamasa da, film sonunda patlayıcı etkiyi yapmasını biliyor ve söylemek istediklerini görsel tatmin duygusuyla seyirciye geçirebiliyor. 

Filmimizin baş karakteri olan madde bağımlısı gencimiz piyano virtüözü ve işinde çok başarılı. Parmaklarının kıvraklığıyla tuşları ağlatan sanatçı, notaların ritminde büyülenip seyircileri de etkiliyor. Ama uyuşturucu öyle kötü bir illet ki insanı kurutup yozlaştırıyor. Hem kullananın sonunu acı bir şekilde getiriyor hem de ailelerin üzülmesine neden oluyor. Sevdiği işi bile yapamaz duruma getiren uyuşturucu, piyano sanatçısının annesi önünde gerçekleştirdiği konseri bitirememesine sebep oluyor. 1 dakikayı biraz geçen bu kısa film, seyircide tokat etkisi yaratıyor. Maddenin esiri olan gençlerin kendilerini bitiren bu beladan kurtarmak için yapılan son zamanlarda izlediğim en etkileyici kısa film. 

Bir dönem televizyonlarda haber furyası olan bonzai salgınını hiç birimiz unutmayız. Yüzlerce genci mezara götüren geride kalanları gözü yaşlı bırakan kısa süreli mutluluk kaynakları ne yazık ki gerekli çalışmaların yapılamaması yüzünden hala revaçta ve birçok gence göz dikmiş durumda. Umarım bu tarz kısa filmleri görmeye devam ederiz. Şimdi yeni bir başlangıç yapmanın tam da zamanı değil mi? (UMUT UÇAN)


2. HAYAT KIRIKLIĞI – Burak Ergin

Günümüz toplumunda insanlar tek bir şekilde var olabileceklerine inandırılmışlardır: “tüketiyorsun öyleyse varsın!” Fakat tüketen, aslında kişi değildir; kişi tükettikçe tükenir. Bu yüzden de günümüz tüketim kültürü, insanları hep daha çok tüketmeye ve bunun akabinde bağımlılığa davet eder. Fakat bazı şeyler vardır ki sizi sadece sistemin kölesi yapmakla kalmaz. İşte uyuşturucu bunlardan biridir. Sizi yavaş yavaş “modern bir zombi”ye dönüştürür ve sonra da öldürür! 

Bana göre uyuşturucu ile alakalı filmler dendiğinde akla ilk gelen, “Trainspotting (1996)”, “Requiem for a Dream / Bir Rüya için Ağıt (2000)” ve “Candy (2006)”  üçlüsüdür. Bu filmler, -genel bir başlık altında toplarsak- uyuşturucunun insanı nasıl sahte bir mutluluğa sevk ettiğini, içten içe nasıl çürüttüğünü, hayatta değer verilen her şeyi birer birer nasıl yok ettiğini ve sonunda bağımlı kişinin hayatını nasıl kaybettiğini, kendine has üslupları ile çok etkili ve çok vurucu şekilde anlatırlar.

Elbette, uyuşturucu hakkında yapılmış birçok film vardır. Zira uyuşturucu insandaki etkisi bakımından diğer bağımlılık yapan maddelere kıyasla çok daha geniş bir malzeme içerir. Üstelik bağımlılığın bir numaralı gerekçesi olan “kaçış” faktörünü çok çabuk gerçekleştirir. Uyuşturucu hakkında bir film yapmanın en büyük zorluğu da işte buradan gelir. Yönetmenin tam tersi bir düşüncesi olsa bile insanlar filmin uyuşturucuya özendirdiğini iddia edebilirler. Mesela “Trainspotting” bu konuda birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

İşte tüm bu sebepler yüzünden, uyuşturucu hakkında lafı olan yeni bir senaryo yazmak ve bunu çekmek bence oldukça güç bir iştir. Hele bunu 1 dakikalık bir süreye sıkıştırmak çok daha güçtür. Ama Madde Bağımlılığı kategorisinde ikinci olan Burak Ergin’nın yazdığı “Hayat Kırıklığı” isimli film bunu layıkıyla başarıyor.

Gergin bir müzik bizi karamsar bir atmosfere davet ediyor. Sonrasında tek bir açı ve tek bir oyuncu karşılıyor bizi. Onun da sadece yüzünü görebiliyoruz. Sinemanın tüm anlatım olanaklarından kendini soyutlayan film aslında gücünü de bu kısıtlı halinden alıyor. Yönetmenin ve görüntü yönetmenin ortak marifetleriyle morg tepsisinin üzerinde yatan bir kadının yüzü, uyuşturucunun korkunçluğunu görselleştirmek için yetiyor da artıyor bile. Tabi bu noktada kadın oyuncunun performansının ne kadar takdire şayan olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Bakışları bizi delip geçiyor, mimikleri pişmanlığı somutlaştırıyor ve ses tonu bizi derinden etkiliyor. Film böyle bitse bile fazlasıyla etkileneceğimiz garantiyken sonra bir şey oluyor ve yanağımıza bir tokat daha iniyor. Böylece hem bir kısa film hem de bir kamu spotu olarak “Hayat Kırıklığı”, ne kadar başarılı olduğunu ispatlıyor. (UĞUR TATAR)


3. GİRDAP – Ahmet Kılıç

Senaryosu, Madde Bağımlılığı kategorisinde üçüncülüğü elde eden Ahmet Kılıç’a ait olan “Girdap” adlı kısa film, ismi ile yüklü bir anlam taşıyor aslında. Çünkü bağımlılığı, kapılıp gidilecek bir girdaba benzetmek fazlasıyla yerinde ve etkileyici. Girdap kelimesine bir başka açıyla baktığımızda ise sadece bireyin değil, kendisiyle birlikte arkasından ona tutunanları da o çıkmaz sokağa sürükleyeceği gerçeğini görüyoruz. 

Bu kötülüğe, bu girdaba kapılanın yeni doğmuş bir bebeğin, yani dünyada iyilik ve kötülük namına hiçbir şey bilmeyen ve anne ve babasının şefkatine aç, dünyayı tanımaya gelmiş ama dünyanın en acı yüzüyle karşılaşmış olan bir bebeğin olması ise filmin en çarpıcı yanı oluyor. Özetle Girdap, “Siz kötülüğü sadece kendinize yapmakta değilsiniz”i en güzel şekilde ifade etmeyi başarıyor. (ÜLKÜ TATAR)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir