Türk Sinemasında Korku Türünün Tarihsel Gelişimi
Korku insanın hayatta kalmasını sağlayan temel içgüdülerinden biridir. Korkmak adrenalin seviyemizi yükseltir. Bu nedenle korku filmi izlemek, bastırılmış mutsuzluklarımıza yönelik boşalma terapisi yapar. Aslında insan bilinç altında yaşamak istediği tecrübeleri, güvenli bir alanda yani sinema perdesinde izleyerek tecrübe eder. Bu da insanı mutlu eder. Dehşete düşmekten ve korkutucu şeyler izlemekten zevk alınmasının sebebi de budur. Korku filmi izleme içgüdüsünün geçmişine gittiğimizde; giyotinle kafası kesilen insanı görmek için kalabalıkların meydanlara toplandığını hatırlarız. Uygarlığın biraz daha geliştiği dönemlerde ise uzun kış gecelerinde köylerdeki halkın, ocağın başına oturup korku hikayeleri anlattığını biliriz. Dönemin sosyokültürel bakış açısını yansıtan bu hikayeler ideolojik bir tavra sahip olurdu. Ve hikâyeyi dinleyenlerin korku ihtiyacını karşılardı.
Dünya sinemasında olduğu gibi Türk sinemasında da korku türüne ait örnekler folklorik öğelerden ve edebiyattan esinlenmiştir. Fakat ilk dönemlere baktığımızda, yazılı Türk edebiyatı ve Türk sinemasında korku türünde eserlere çok az rastlanır. Esasında Türk sinemasında bu türde birçok konu denenmiş ama bunlar deneme olarak kalmıştır.
Türk sinemasının korku türünde en çok iş yaptığı dönem 2000’lerden sonrasıdır. Bu yazıda Türk sinemasında korku türünün gelişimini inceleyeceğiz. Bu gelişimi kendimce üç döneme ayırarak anlatmaya çalıştım. O zaman ilk korku filmimiz olan Çığlık ile başlayalım.
YEŞİLÇAM DÖNEMİ
Çığlık (1949)
Yönetmenliğini Aydın Arakon’un yaptığı film terk edilmiş bir konakta geçen bir gerilim filmidir. Türk sineması tarihinde bilinen ilk korku filmidir. Kopyaları bir yangın sırasında yandığı için günümüze ulaşamamıştır. Birkaç sahneye ait fotoğraf ve afişleri dışında filme ait herhangi bir bulgu yoktur.
Drakula İstanbul’da (1953)
Film korku filmleri listesinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü birçok ilke imza atmıştır. Kont Drakula adı ile bilinen korku mitini işleyen bu film bir kitap (Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda romanından) uyarlamasıdır. Filmde Drakula’nın canı kan isteyince köpek dişlerinin uzadığını görürüz. İlk kez bu filmde kullanılan vampir dişleri bundan sonra çekilen vampir filmlerine ilham olmuştur. Ayrıca Drakula’yı tarihteki Kazıklı Voyvoda ile özdeşleştiren ilk filmdir. Bütün bunların yanı sıra filmdeki vampirimiz tarihte insanların boynundan kan emen, duvarda yürüyebilen ilk vampir imgesidir. Bu film ile ilgili ilginç anekdotlar vardır. Örneğin filmin sisler içinde çekilmesi gereken bir sahnesi vardır. Teknik yetersizlikten dolayı set ekibi yere yatıp hep birlikte sigara içer ve sigara dumanlarını sahneye üfler. Bu sayede sahnede sis etkisi yaratılır. Özellikle dekor açısından yetersizlikler yaşayan film, hikayesi bakımından oldukça başarılıdır. Gişede de başarı yakalamasına rağmen dönemin yapımcılarının gönlünü kazanamamıştır. Dolayısıyla bu türe olan ilgiyi arttırmayı başaramamıştır.
Ölüler Konuşmaz ki (1970)
Yavuz Yalınkılıç’ın 1970 yapımı korku denemesidir. Filmin senaryosu kendisi yazmıştır. Esrarengiz bir malikanede geçen film, Türk korku kültüründeki hortlak temasını işler. Bu temayı batıdaki vampir ve zombi filmleri ne benzeterek ele alır. Filmin gotik bir havası vardır. Gösterime girdikten sonra pek rağbet görmemiş, daha sonra da unutulup gitmiştir. Yıllar sonra film kaydı tesadüfen sinema araştırmacısı Sadi Konuralp’in eline geçmiştir. DVD baskıları yapılan film böylece gün yüzüne çıkmıştır.
Şeytan (1974)
Gelelim Yeşilçam’ın meşhur Şeytan filmine. Metin Erksan’nın Şeytan filmi, The Exorcist filminden uyarlanmıştır. The Exorcist filmi dünya sinemasında iyi gise yapınca, yapımcı Hulki Saner’in aklına filmi uyarlamak gelir. Metin Erksan büyük bir başarı ile filmi sahne sahne uyarlar. Sadece The Exorcist filminde kızın elleri üzerinde merdivenden inme sahnesi gibi birkaç zor sahneyi çıkarırlar. Film Yeşilçam standartları içinde değerlendirdiğimizde iyi bir filmdir. Hatta benim fikrimce Şeytan filmindeki hastane sahneleri The Exorcist filmindeki sahnelerden daha başarılıdır. The Exorcist din temalı bir filmdir. Hristiyan dinine ait ögeleri İslamiyet’e başarılı bir şekilde uyarlamışlardır. Örneğin kutsal su yerine zemzem suyunu kullanmak, şeytanı korkutmak için Hac yerine Kur’an-ı Kerim kullanmak gibi değişiklikler yapılmıştır. Tüm teknik yetersizliklere rağmen iyi sayılabilecek bir filmdir. Başarılı bir uyarlamadır. Fakat buna rağmen gişe yapamamıştır. Metin Erksan bu durumu Türk halkının korku sinemasına sıcak bakmaması açısından değerlendirmiş ve bu yüzden türün denemeden öteye gidemediğini söylemiştir.
Sevimli Frankenştayn (1975)
Nejat Saydam’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Bülent Kayabaş oynamaktadır. Türk korku komedi filmlerinin ilkidir. Timur Frank dedesinden kalan bir tıp kitabını bulur. Dedesi Frankenştayn’ın ta kendisidir. Timur ölü bir adamı diriltmeye çalışırken işler yolunda gitmez ve bir canavar yaratır. Yine maddi yetersizlikten kaynaklı son derece kötü kostümler ve görsel efektler kullanılmıştır. Bunun yanı sıra akıllara zarar esprilerle karşılaşabileceğiniz film aslında Mel Brooks tarzı filmlerin parodisi niteliğindedir.
Süt Kardeşler (1976)
Ertem Eğilmez’in Süt Kardeşler filmi, tıpkı Sevimli Frankenştayn gibi korku komedi türünde bir filmdir. Başka bir Türk korku miti olan gulyabaniyi işlemiştir. Hikâyeyi komediye dönüştüren unsur ise Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın (film yazarın Gulyabani kitabından uyarlanmıştır) Türk korku hikayelerini tiye alan üslubudur. Film muhteşem bir oyuncu kadrosu (Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen, Ali Şen, Ayşen Gruda, Hale Soygazi, Yasemin Esmergül), eğlenceli hikayesi, yaratılan komik karakterleri ile oldukça sevilen Türk filmlerinden biri olmuştur.
Toprağın Teri (1982)
Fikret Hakan ve Bulut Aras’ın oynadığı Natuk Baytan filmidir. Töre konulu, eski yeni çatışması üzerine bir filmdir. Bir korku filmi sayılmasa da filmin içinde son derece korkunç bir sahne vardır: bir rüya sekansı! Avrupa standartlarında bir gerilim sahnesidir. Özen Film’den çıkan film yurt dışında İngilizce isimlendirmeyle gösterime girmiştir. Toprağın Teri ile ilgili ilginç ayrıntılardan biri de film soundtrack albümünün oluşudur. Bu, o dönem için devrimsel bir harekettir.
Biri Beni Gözlüyor (1988)
80 sonrası video döneminde, bolca Amerika korku filmlerinin uyarlamaları yapılmıştır. Ama ucuz işler olduğu için pek de tutmamıştır. Bunlardan biri The Shining (Cinnet) filminin uyarlaması olan Biri Beni Gözlüyor. Tezcan Film’den çıkan filmin yönetmeni Ömer Uğur’dur. Başrollerde Tarık Tarcan ve Selin Dilmen oynamaktadır. Dört karakter ile tek mekân da çekilmiş minimal bir filmdir. Tabi ki The Shining ile kıyaslanması mümkün değil ama iyi bir denemedir. Yazarın yazdığı romandaki katille özdeşleşme süreci ve yavaş yavaş aklını kaçırması iyi bir şekilde verilmiştir. Türk sinemasının yıllar sonra gün yüzüne çıkmayı başaran kayıp filmlerinden bir diğeridir.
SİNEMADAKİ CİN MUSALLATI
Okul (2004)
Yeşilçam dönemi bittikten sonra 80’lerde dijital dönem başlamıştır. Sonrasında 90’larda başlayan sinema dilindeki dönüşümün ardından 2000’ lere gelinmiştir. Tüm bu süreçler tamamlandıktan sonra 2004 yılında Taylan Biraderler, Okul filmini çekmiştir. Filmin yapımcısı Sinan Çetin’dir. Film Doğu Yücel’in Hayalet Kitap adlı romanından uyarlanmıştır. Senaryosunu da Doğu Yücel yazmıştır. Kitapta yer alan olaylar bir okul ortamına yerleştirilirmiştir. Bu filmde Amerikan korku sinemasında kullanılan klişelere sıkça rastlanır. Film her ne kadar bir hayalet öyküsü olsa da alt metinlerde sınav korkusu temasına rastlamak mümkündür.
Büyü (2004)
İpek Tuzcuoğlu, Özgü Namal, Okan Yalabık, Ece uslu gibi oyuncuların yer aldığı filmin yönetmeni Orhan Oğuz’dur. Bir arkeoloji ekibinin bir kazı çalışması için gittiği yerde başına gelen doğaüstü olayları anlatır. Film İslam dininde yer alan büyü ve musallat konularını işler. Seçilen mekân hikâyenin etkileyiciliğini arttırmıştır. Filmde işlenen cin musallatı Türk sinemasına olacak olan cin musallatının habercisi sayılabilir.
Dabbe (2006)
Yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini Hasan Karacadağ’ın üstlendiği bir filmdir. Kur’an-ı Kerim’de Neml suresinde geçen, kıyamet alameti olarak görülen Dabbe’tül Arz’ı konu eder. Film her ne kadar İslami motiflere oturtulmaya çalışılsa da esasında alt metin olarak 2000’lerde hayatımıza giren internet ağı korkusunu konu ediyor. Bu da Hasan Karacadağ’ın Japonya’dan Türkiye’ye dönmesi ile yakından alakalı. Günlük hayatımıza giren internetin tam olarak ne olduğu bilinmediği için bir korku miti haline gelmişti. Yönetmen bu korkuyu İslam mistisizmiyle besleyerek bir efsaneye dönüşecek o filmi çekti. Film çok iyi bir gişe yaptı. Öyle ki Dabbe, daha sonra 7 filmlik bir seri oldu. Hasan Karacadağ’ın korkutma teknikleri Türk seyircisi tarafından beklenmeyecek bir şekilde sevildi. Bu türe karşı ilgiyi artıydı, hem de fazlasıyla! Dabbe, Türk sinemasında korku türünün dirilişi oldu. Ama bu kesinlikle filmin kusursuz olması ile alakalı değildi. Yönetmen iyi bir PR çalışması yaparak ilgi çekmeyi başardı. Film oldukça ses getirdi. Türk seyircisi korktuğu için ismini bile söyleyemeyen cinleri beyazperdede izlemekten büyük keyif alır oldu. Fakat çok geçmeden filmin ‘araklama’ olduğu ortaya çıktı. Bir Japon korku filmi olan Kairo’dan replika edilmişti. Yönetmen bunu kabul etmese de Amerikalılar filminin (Kairo’nun) telif haklarını alıp yeniden çekince Dabbe filminin özgün bir fikir olmadığı iyice kanıtlandı.
Karadedeler Olayı (2011)
2011 yılına geldiğimizde Erdoğan Bağbakan ve Erkan Bağbakan’ın Karadedeler Olayı filmi karşımıza çıktı. Filmin hikayesi beni çok heyecanlandırmıştı. 1989 yılında Davutlu köyünde yaşanan paranormal bir olayın, olayı yaşayanlar tarafından çekilen amatör görüntüler ile karşımıza çıkacağını düşünmüştüm. Böyle olsaydı gerçekten korkutucu olabilirdi. Ama görüntülerin sonradan çekildiği, olayların canlandırma olduğu çok belliydi. Filme belgesel niteliği katmak için ekledikleri sözüm ona gerçek kişilerle yaptıkları röportajlar hiç inandırıcı değildi. Paranormal Aktivite tadında çekilen Karadedeler Olayı filminin, korku sineması tarihine bir etkisi olup olmadığı tartışılır. Ama günümüz youtuberlarının ekmeğine yağ sürdüğü kesin. Korku temalı içerikler yapan YouTube kanallarına girdiğinizde bu filme benzer yüzlerce video izleyebilirsiniz. Film için o dönemde söylediğim ve hala geçerli olduğunu düşündüğüm şey şu; fikir güzel, film hayal kırıklığı.
Siccin (2014)
Cinli filmler çeken yönetmenlerden biri de Alper Mestçi. Başka bir İslami korku miti olan büyüyü keşfetti. İlk 2014 yılında çıkan Siccin filmi 6 filmlik bir seri haline gelip Dabbe filmi kadar uzun soluklu bir iş oldu. Din insanların afyonudur. Haliyle din referanslı filmler her zaman korkutur. Ama Alper Mestçi aynı zamanda filmlerin dramatik alt yapısını sağlamlaştırdı. Başarısının sırrının bu olduğunu düşünüyorum. Siccin serisinde ki aşk, aile, arkadaşlık gibi dramatik hikayelerinin içine yerleştirilmiş musallat hikayeleri sevmemin yanı sıra Türk korku sinemasındaki bu boyuttaki cin baskınından da hoşlanmıyorum. Bu durumu şöyle açıklayabilirim. Bu tarz filmlere çok iyi filmler demek istemiyorum ama benim sevdiğim bir tür aynı zamanda. Daha doğrusu korku filmi severim yerine cinli filmler severim diyorum. Çünkü çok iyi bir korku filmi beni korkutur. Ama Siccin serisi ya da Hüddam serisi gibi filmlerin korku dozu tam bana göre. Hem ‘saçmalık bu ya, film işte’ gibi bir boşluk bıraktığı için korkudan ölmüyorum. Hem de filmlerdeki korku unsurları gerçeklikten uzak olduğu için beni kendi gerçekliğimden uzaklaştırıp iyi hissetmemi sağlıyor. Bu yüzden bu tarz filmleri izlemekten zevk alıyorum. Ama sürekli bu tarzda filmler çekilmesinden, korku sineması denince akla bu türün gelmesinden de rahatsız oluyorum. Büyü’nün zeminini hazırladığı Dabbe’nin de kapılarını açtığı cinli filmler günümüzde Türk korku sinemasının karşılığı oldu maalesef. Korku sineması ticari bir tür haline geldi. Ünlü ya da tanınmış oyuncu oynatmak zorunda olmadığın bir tür aynı zamanda. Düşük bütçeyle insanları korkutmak iş yapınca yönetmen olmak isteyen ve bundan para kazanmak isteyen herkes cin filmi çeker oldu. Bu türde çekilen filmlerin sayısı artınca kalitesi düştü. Karanlıkta bağırarak korkutmaya çalışan birçok film türedi. Son dönemlerde bir yıl içinde çekilen filmlerin hatırı sayılır oranı bu tarz korku türü artık.
TOPLUMSAL TRAVMALARI KONU ALAN FİLMLER
Küçük Kıyamet (2006)
Korku türü toplumun travmalarından beslenir. Her ne kadar artık korku filmi dediğimizde aklımıza cinli filmler gelse korku duygusunun birçok alt dalı vardır. Yaşadığımız coğrafya deprem bölgesidir. Birçok deprem trajedisi yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Haliyle deprem korkusu bu coğrafyanın alışık olduğu bir korku türüdür. 2006 yılında Yağmur Taylan ve Durul Taylan’ın çektiği Küçük Kıyamet’te İstanbul depreminin yarattığı korkuyu beyazperdeye taşımıştır. Gerek hikâye, gerek oyunculuk, gerek seyirci üzerinde yarattığı gerilim, filmi çok başarılı yapmıştır. Beklentinin üstünde başarılı bir psikolojik gerilim filmidir. Küçük kıyamet deprem korkusunun sinemaya başarılı bir yansımasıdır.
Eve Dönüş (2006)
Bu ülkenin büyük travmalarından bir diğeri de 12 Eylül askeri darbesidir. Eve Dönüş filmi bu dönemi ele alan politik gerilim türünde bir filmdir. Bu filme korku filmi demek tabi ki yanlıştır. Eve dönüş doğrudan bir korku filmi değildir. Askeri darbenin insanlar üzerinde bıraktığı korkuyu işleyen, korku duygusunun alt başlıklarını ele alan bir gerilim filmidir. Sebepsiz yere tutuklanıp işkence gören genç bir adamın oradan çıktıktan sonra işkenceden bağımsız bir şekilde hala orada yaşadıklarından korkmasını ele alır. Toplumun, “Günümüz neslinin bu kadar apolitik olmasının nedeni askeri darbelerle halkın gözünün korkutulmasıdır” düşüncesini destekleyen bir hikayedir. O dönemde işkence odalarında yaşanan dehşeti hissetmemizi amaçlamıştır. Konu bakımından 1986 yapımı Ses filmine benzerlik göstermektedir. Sibel Kekilli ve Mehmet Ali Alabora’nın başrollerini oynadığı filmin yönetmen koltuğunda Ömer Uğur oturmaktadır. Altın Portakal Uluslararası Film Yarışmasında En İyi Kadın Oyuncu Ödülü almıştır. Film, 12 Eylül olaylarını doğrudan ele alsa da o vahşeti seyirciye birebir geçirmeyi tam olarak başaramamıştır.
Ulak (2008)
Bir Çağan Irmak filmidir. Filmin Türk masalları tadında bir anlatımı vardır. Kostümler ve mekân da bu hissi desteklemektedir. Türklerin geleneksel korku unsurlarını barındıran bir filmdir. Bir Türk geleneği olan hikâye anlatıcılığı üzerine kurulmuştur. Filmde gerilim anlatılan büyülü ve ürkütücü hikayeler ile sağlanmıştır. Türk korku unsurlarını içinde barındıran film, anlatım diliyle de Türk korku sineması başlığı altındaki yerini hakkeder niteliktedir.
Baskın: Karabasan (2015)
Politik alt metni olan, korku kavramına farklı bir açıdan bakan bir film Baskın: Karabasan. Can Evrenol ise gerilim türünde çektiği kısa metraj filmleriyle tanıdığımız bir yönetmen. Bu filmi de 2013 yapımı aynı isimli ve ödüllü kısa filminden uyarlamıştır. Gece devriyesinde ki beş polisin destek çağrısı üzerine eski bir Osmanlı karakolu harabesine gitmeleriyle başlayan bir kâbusu konu alır ve seyirciye cehennem azabı yaşatır. İnsana diken üstündeymiş gibi huzursuzluk veren film Türk korku sinemasında yeni bir soluktur adeta. Can Evrenol’un biraz daha çalışmayla dünya standartlarında bir korku filmi yönetmeni olabileceğini kanıtladığı bir film aynı zamanda. Batılı bir tarzı olan yönetmenin; Şeytanın El Kitabı, Ev Kadını, Peri: Ağzı Olmayan Kız gibi filmleri de korku türünden başka örneklerdir.
SONUÇ
Sonuç olarak fikrim şu: aslında Türk sinemasında korku temasının birçok alt türleri denenmiştir. Ama tıpkı Türk edebiyatında olduğu gibi sinemada da korku teması başlarda ilgi görmemiş, hep deneme olarak kalmıştır. Son dönemlerde özellikle Dabbe filmiyle korku türünde gözle görünen bir artış söz konusudur. Fakat bu ortaya konan işlerin kalitesini düşürmüştür. Korku sineması neredeyse cin filmlerinden ibaret hale gelmiştir. Bunların yanı sıra bir elin parmaklarını geçmeyecek şekilde iyi filmler de çekilmiştir.
Benim Türk sinemasından bu tür ile ilgili beklentim ise Türk korku mitlerini daha çok kullanarak filmler üretilmesidir. Çünkü sanatın kültür aktarımı için güçlü bir kanal olduğunu düşünüyorum. Bizim kültürümüzde de dönem hakkında mesajlar veren, oldukça kuvvetli korku mitlerimiz var. Ayrıca ölüm korkusu, yalnızlık korkusu, belirsizlik korkusu gibi daha insani duyguları içeren filmler de korku türündeki eksiklikleri kapatmak için güzel bir seçim olabilir. Tabii ki bunlar benim şahsi beklentilerimdir.
Korku türünün 1949 yılından bu yana gösterdiği gelişimi en yalın haliyle toparlamak istedim. Türün bundan sonra ne yöne doğru evirileceğini bekleyip göreceğiz.
Yazar: Ayşenur Özdemir