Scent of a Woman / Kadın Kokusu (1992)

Scent of a Woman / Kadın Kokusu (1992)

Alfredo James Pacino yani daha bildiğimiz şekliyle Al Pacino’ya “En İyi Erkek Oyuncu” Oscar’ını kazandırarak tarihte yerini almış bir kült film olan Scent of a Woman’dan (Kadın Kokusu) bahis açacağız. Film 1992 yılında Martin Brest yönetmenliğinde çevrilmiş ve döneminde dört dalda Oscar’a aday gösterilmiştir ancak sadece “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazanabilmiştir.

Filmimiz bir kolejin ders sonu yapma sahnesiyle başlayınca sanki bir kolej/gençlik filmiyle karşı karşıyaymışız izlenimine kapılıyorsak eğer çok önyargılıyız demektir. Bir ara bu alışkanlığımızı gözden geçirelim. 

İlk sahnelerde sigara için kullanılan terimler özelikle dikkatimizi çekiyor olmalı. Ne kadar iğrenç bir şey olduğu konusunda hem fikir olduğumuzu varsayıyorum lakin Şair Ali Ayçil gibi “sevgili tütün” şeklinde başlayıp “tütüne güzelleme” yapanlar da illa ki vardır içimizde ancak onları bir süreliğine görmezden gelelim. Yönetmenimiz küçük mesajlar vermeye devam ediyor. Gençlerin arasında ki pahalı bir organizasyona gitme diyaloğundan arkadaş seçiminin dünyanın en belalı/zor işi olduğunu çıkartmak çok zorlama bir çıkarım olmaz. Ve bu arada müdür beyin o Jaguar’ı hak etmediği konusunda gençlere katılmamak mümkün değil.

Brest’in oyuncu tercihlerini genelde beğenirim ancak bu filmde özellikle çok hoşuma gittiğini söylemem gerek. Öğrenci grubuna biraz yakından baktığımızda zenginin tüm olanaklarına ve bunlardan doğan şımarıklığına rağmen huzursuz olduğunu, buna mukabil parasal olarak kötü durumda olan ana karakterlerimizden Charlie’nin ne kadar da huzur dolu ve dingin olduğunu görebiliyoruz. 

Hayatınızda hiç kör birine yardım ettiniz mi? Yardım edilmesinden tüm insanlar hoşlanır ancak körseniz bazen yapılan yardımda ki abartılı acıma sizi kırabilir. İşte bu nedenle de Charlie en baştan uyarıyı alıyor. Ve kahramanımızın Yarbay Frank Slade’in önce sesini duyuyoruz ardından tüm aksiliği ve ürpertici karizmasıyla karşımıza çıkıyor.  Al Pacino’yu gördüğümüz ilk sahnelerden muhteşem bir filme muhatap olduğumuzu anlıyor olmalıyız.  Aksi ihtiyar, iyi bir subay olmanın verdiği özgüvenle bizim genç Charlie’yi sıkıştırmaya başlıyor, kesinlikle zor bir hafta sonu olacak…

“Deha Her Zaman Basittir.”

Kötü arkadaş insanı her zaman zor durumda bırakır. Peki, neden yanlış kişi olduğunu bildiğimiz insanlarla arkadaşlık etmekte ısrar ederiz? Gençlik mi cevabımız, belki… 

Tarkovski, “Deha her zaman basittir.” diyor Solaris (1972) filminde. Makam aracını hele ki bir Jaguar’ı asla hak etmeyen müdüre komik ancak aşağılayıcı bir şaka hazırlıyor deha! Ancak dehadan yoksun müdürümüz balıklama dalıyor şakanın ortasına… Harikasınız kötücül dâhiler… 

Diğer bütün karaktersizler gibi müdürümüz de zengin olanın üzerine gidemeyeceğini daha doğrusu gitmesinin kendisi için iyi olmayacağını bildiği için bu komik şaka meselesinin aydınlanmasında bizim fukaranın üzerine yürümeye devam ediyor. Geleceğimiz, hakkında endişe duyduklarımız listesinden ilk sıralarda yer alır ve bunu iyi bilen müdürümüz hayata karşı oldukça deneyimsiz olan Charlie’yi geleceğinden yakalayıveriyor. Geleceğine barikatlar kurmak, bugününü tsunamiyle vurmak, geçmişini acı hatırlarla eşelemek… Ve çaresizlik.

İnsanlık Dolu Mesajlar

Filmimizin ismi kadın Scent of a Woman (Kadın Kokusu) olunca ana karakterimizin bir kadın uzmanı olması hiçte sürpriz olmadı. Adam tam anlamıyla bir kadın uzmanı ya da gerçekten iyi uzman taklidi yapıyor. Filmi dublajlı izlerseniz bazı -önemsiz sayılabilecek- yerleri kaçırabilirsiniz. Eğer alt yazılı izliyorsunuz kulağınız Yarbay’da olsun. Dışardan bakıldığında oldukça tatlı bir ihtiyar lakin kimse Charlie’nin yerinde olmak istemez değil mi? Bu huysuz/aksi ihtiyarla değil bir hafta sonu birkaç saat bile oldukça belalı geçer. 

“Araba ağır çekiyor, neden? Çünkü omzunda dünyanın yükünü taşıyorsun!” Her ne yaşamışsanız onu ilgili olduğu yerde bırakmalısınız. İşle ilgili bir sorun eve gelmemeli ki evde suratımız asılı olmasın! Ve tabi evde yaşanan sorunda işe gelmemeli bunun gibi tüm sorunlar olduğu yerde çözümünü beklemeli. Böylece omuzlarımıza olması gerektiğinden daha fazla yük bindirmemiş oluruz. 

Filmi izlerken “hadi oradan bu adam kör değil!” diyorsunuz değil mi? Karakterimiz sadece bir kadın uzmanı değil aynı zamanda bir insan uzmanı. Görme yetisini yavaş yavaş yitirmesi onu biraz daha uzmanlaştırmış olabilir. Yanındayken sıradan bir körün yanında olmadığını anlamalısın Charlie. 

Yarbayın nasıl kör olduğunu öğrenmek gerçekten can sıkıcıydı ancak hayatta “şeyler” olması gerektiği gibi olurlar. Ve Frank’in kör olması kader bağlamında kaçınılmaz bir “şeydi.” Ancak kör olmasından daha can sıkıcı olanı şahit olduğumuz aile dramı değil mi? Konuşmalar İslam’ın kaçınılmaz etkisinde ki Anadolu kültürüne uygun değil. Buradan bakınca Yarbay sağlam bir meşe odunu masajını hak ediyor aslında ama neyse ki onlar Anadolu insanı değiller. “İyi biri değilim ve hiçbir zaman da olmadım.” İnsanın kendini bilmesi ne güzel şey! Frank’ten insanlık dersleri başlığında harika bir söz geliyor: “Devir anneni sadece anneler gününde arama devri!” Küçük bir sorgulama yapalım o zaman muhterem okuyucu anneni sadece anneler gününde mi ararsın ya da babanı babalar gününde? Her şeyin bir gününün olduğu bir devirde her şey bir güne sığmalı değil mi? “Bugün anneler günüyse annemi aramalıyım çünkü yarın çoktan başka bir güne geçmiş olacağım!” 

Bir kadın mı yoksa bir Ferrari mi erkeği daha çok üzer? Frank bir kadın uzmanı/tutkunu olmasına rağmen kadınlardan değil Ferrari’den ayrıldığında bunca yorgun düşüyorsa sorumuzun cevabı bellidir. Kör bir adamın Ferrari ile 110 km hız yapması ölüme doğru koşmak değilse akıcı bir caddede kırmızı ışıkta geçmek zaten değildir. Bir adam ölmeyi kafasına koymuşsa onu ne vazgeçirebilir? (Bir kelebeğin kanat çırpması fırtınaya sebep olabilir mi?) Charlie ve Frank arasında ki ilişki bize ilgi çekici cevaplar üretiyor. Ölümün eşiğine kendi isteğiyle gelmiş bulunan Frank bir itirafta bulunuyor ve kendini önemli hissetmenin sırrını veriyor izleyiciye. Amir olabilirsin, öğretmen olabilirsin, patron olabilirsin ya da buna benzer bir şey olabilirsin lakin bütün bunlara rağmen kendini hala önemli biri olarak hissedemiyorsan ne yapman gerektiği değil ama ne yaptığın Frank’in cümlelerinde gizli. Herkes için bir ikinci şans vardır ya da bunu daha şiirsel söyleyelim, “…çıkmamış her can için tetikte bekleyen bir mucize vardır.” (Ali Ayçil)

“Dünyada ki En Kötü Görüntü Kesilip Atılmış Bir Ruhtur.”

Filmdeki kolej ortamı içerikli karelerde görünüyor ki adamların (Amerikalıların) kolej ortamları bizim üniversite ortamlarımızla en kötü ihtimalle eşdeğer. (Acı ama gerçek!) Bu ortam içinde ilginç bir de disiplin kurulu işletiliyor. Yargılama ya da sorgulama  -artık ne denirse adına- tüm öğrencilerin gözleri önünde gerçekleştiriliyor. Ve işte tam da bu sahnede ana karakterimiz emekli Yarbay Frank Slade muhteşem bir çıkış yapıyor. Bu konuşma içerisinde tamda alıntı olacak bir laf ediyor ki; olağanüstü. Filmin şiirselliğe yaklaştığı anlardan biri! “…dünyada ki en kötü görüntü kesilip atılmış bir ruhtur.”

Ne kadar uzun olursa olsun her film biter ve güzel bir film sona doğru yaklaşırken tüm diyaloglar içinde bir burukluk taşır gibidir. Bizim huysuz Frank baya baya tatlı bir ihtiyar olma yolunda ama bununla birlikte ikinci bahar için de kendine tam da aradığı gibi birini buldu. Hani yani onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine modunda bitiyor film. Gerek Al Pacino oyunculuk olarak ve gerekse Martin Brest yönetmenlik açısından harika bir iş çıkarmışlar. Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim böylesi dingin bir film daha şiirsel olabilirdi. Filmi Giovanni Arpino’nun romanından uyarlayan senarist Bo Goldman, az biraz daha iyi iş çıkarabilirlerdi belki. 

Hazzı damakta kalacak bir film, iyi seyirler…

Yazar: Nuh Ürün

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir