Big Fish / Büyük Balık (2003)
Big Fish (Büyük Balık), 2003 yapımı bir uyarlama; film Daniel Wallace’ın 1998’te yayınlanan Big Fish: A Novel of Mythic Proportions (Büyük Balık: Efsanevi Ölçülerde Bir Roman) adlı romanından uyarlanmış. Kitap, YKY tarafından Türkçeye kazandırılmış. Filmin senaryosu John August imzası taşıyor. 125 dakikalık filmin müzikleri Danny Elfman tarafından yapılmış, eleştirmenlerden pek iyi not almamış olsa da bence fena değil. Filmin başrollerinde Ewan McGregor, Albert Finney, Billy Crudup, Jessica Lange oynamıştır.
İlk dakikalarında fantastik bir filme muhatap olduğumuzu anlayacağımız efsanevi bir hikâyeyle karşı karşıyayız. Bununla birlikte daha bu ilk hikâyenin finalinde muhteşem bir tespit notlarımız arasında yerini alıyor: “Bazen, yakalanamayacak bir kadını yakalamanın tek yolu ona nikâh yüzüğü vermektir.” Yakalanamayanı yakalamak istiyorsan kalbinden bir bağ kurmanın yolunu bulmalısın. Bu yol belki bir nergis tarlasından geçer. Bu filmde neyin gerçek neyin efsane olduğunu fazla düşünmemek gerek.
Masalsı Bir Hikaye
Kaç kişi nasıl öleceğini bilmek ister? Muazzam bir karmaşa! Nasıl öleceğini ve ne zaman öleceğini bilirsen hayatın ne kadarından haz alabilirsin ki? Üç kişi nasıl öleceğini öğreniyor ilki yaşlandığında öleceğini öğrenirken ikinci çocuk daha genç bir yaşta öleceğini öğreniyor ki işte hayatın tadını kaçıran bir şey olduğu ispatlanmış oluyor nasıl ve ne zaman öleceğini bilmenin. Genç yaşta öleceğini öğrenen bir çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor olabilir ki? Edward’ın ölümü filmin sonunda göreceğimiz bir sır olduğu için hemen şimdi göremiyoruz. Peki, şimdi düşünelim ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilsek nasıl bir geleceğimiz olurdu? Ya da bir geleceğimiz olur muydu? Sadece söz konusu ön görüyü haksız çıkartmak için intiharı bile deneyenler olur eminim.
Üç yıl süren küslük… İnsan babasına (ve insan evladına) bunca zaman küs kalmamalı ancak Edward ve Will bunca zaman hiç konuşmadıktan sonra Edward’ın hastalığı üzerine bir araya geldiklerinde bir baba-oğul konuşması yaşanıyor ki bana, Celal Fedai’nin “İki kere gelmiş geçmiş ola” şiirinin şu mısralarını anımsattı: “Kendime baktım da şöyle bir babamım / Kendime baktım da şöyle bir babayım.”
Masalsı bir dev, masalsı bir kasaba… Hikâye ilerledikçe masal ögeleri de artıyor ve seyircisini ait olduğu dünyadan uzaklaştırıyor. En azından yemyeşil bir dünyaya girip ayakkabılarınızı çıkartmak istiyorsunuz.
Ed Bloom, tam manasıyla bir masalcı dede, öyle ki masal anlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Ki Bloom’a göre anlattığı her şey gerçek. Anlatıları arasından bir sözü daha alıntılamak gerek; “Din hakkında konuşmak kabalıktır. Çünkü kimi inciteceğin belli olmaz.” Tim Burton bilgece bir mesaj veriyor izleyicisine. İnsanların birçok konuda düşüncelerini değiştirmek mümkün olabilir ancak mevzu dinse yaşanacak bir şey varsa bile bu bir değişimden ziyade bir devrim olur. Belki de bu yüzden din değiştiren insanların az biraz bir şöhret olduklarını görürüz. Keşke sadece din konusunda böyle, kırılgan/kırıcı olsak ancak tuttuğumuz takımdan partiye, yaşadığımız şehirden mesleğimize her konuda fazlasıyla fanatik/tutkulu olabiliyoruz bu da çabuk incinmek/incitmek demek oluyor. Cam kırıkları üzerinde yaşayamayız ancak kalp kırıklarını pek seviyoruz nedense?
Yorum Yazmak mı?
“İnsan, hayatının aşkını gördüğünde zaman dururmuş” diyor Edward’ın dilinden Tim Burton. Benim için zaman hiç durmadı bakalım ne zaman duracak… Yazının bu kısmına gelmişseniz ve zamanın durduğu anı anımsıyorsanız hatıralarınızı yorumlarda paylaşabilirsiniz. Bundan pek umudum yok lakin yine de bekliyor olacağım.
Masal mı Gerçek mi?
Masallarla büyüyen Will masallara inancını kaybettiğinde masalcı babasına olan inancını da kaybediyor. Ve diğer tüm insanlar gibi yalan ve tatsız bir hayatı yaşamaya başlıyor. Masallar, efsaneler, destanlar, şiirler olmadan nasıl yaşanabilir ki bu hayat? Tam burada, Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektupları kitabında geçen şu sözü anmak gerek sanırım: “Şiirinden uzaklaşan hayatın, gölgesini kaybeden bir ağaçtan ne farkı var?” Ed, boylu boyunca uzandığı gölgelikte hayatın tadını çıkartıyor ancak bir türlü oğlunu buna ortak etmenin yolunu bulamıyor.
Gerçekler çoğu kez mutlu etmez lakin masallar daim gülümsetir insanı, buna rağmen Will, gerçeklerin peşine takılıyor ancak biraz geç kaldı sanırım. Will, sayesinde izleyici gerçekle masal olanı daha bir karıştırıyor şimdi. Edward bir masalcı mıydı yoksa sadece gerçekleri abartan bir maceracı mı? Sanırım sorunun net bir cevabını vermek istemiyor Tim Burton. Will’in gerçeklik sancısını dindirmek isteyen doktor ona bir doğum hikâyesi ya da sadece yalın ve sıradan bir doğum gerçeğini veriyor. Peki, hangisini tercih edersiniz?
Filmin son sahnelerine doğru masalcılığı miras alan Will, kendi masalını anlatmaya güzel bir sözle başlıyor diyebilirim: “İnsan o kadar çok hikâye anlatırsa kendisi hikâye olur ve hikâye ondan sonra da yaşar.”
Film bittiğinde bir filmden çok masal dünyasından çıkıyormuş hissine kapılmanız mümkün. Kim bilir belki de kendi masalınızı anlatmaya bile başlayabilirsiniz. Seyir zevki yüksek bir film… İyi seyirler.
Yazar: Nuh Ürün