Sahipli – 1. Sezon (2017)
2000’li yıllara kadar iki elin parmaklarını geçmeyen Türk korku filmleri, 2006 yılında gösterime giren “Dabbe” ile büyük bir sıçrama yakalamış ve ilk kez bu filmde baskın bir şekilde gördüğümüz “kötücül cinler” teması, Türk Korku Sineması’nın tozlu raflarının cinli filmlerle dolmasına yol açmıştır.
Temeli İslam inancına dayandığı düşünülse de birçok farklı dinde rastlanan ve zamanla sadece bir korku ögesi haline gelen cinler, Hasan Karacadağ’ın filmleri ile başlayan süreçte ise birer tüketim nesnesine dönüştürülmüşlerdir. Günümüzde gösterime giren Türk korku filmlerinin ezici bir çoğunluğunun, salt ticari mantıkla kotarılmış cin filmleri olması işte bu yüzden pek şaşırtıcı değildir. Ama hiç şüphesiz bu kaotik korku çöplüğünde, ortaya eli yüzü düzgün işler koyan, türe önemli katkılarda bulunan ve kendi tarzını yaratma konusunda emin adımlar atarak sivrilmeyi başaran yönetmenler de vardır. İşte bunlardan biri de “Musallat” ve “Siccin” serilerinden tanıdığımız Alper Mestçi’den başkası değildir. Tabii bu kez alışık olduğumuz üzere Mestçi’nin uzun metraj korku filmlerinden değil, onun hem yazıp hem de yönettiği 10 bölümlük bir korku dizisi olan “Sahipli”den bahsedeceğiz.
“Sahipli”ye geçmeden önce Türkiye’de yayınlanmış korku dizilerini hatırlayacağız, “Sahipli”nin yayınlandığı internet televizyonu BluTV’ye değineceğiz, “Neden korku filmi izlenir?” sorusuna cevap bulmaya çalışacağız ve “Sahipli”nin yaratıcısı olan Alper Mestçi’yi mercek altına alacağız. Hazırsanız, korkunun derinliklerine doğru yaptığımız yolculuğumuz başlasın…
Türkiye’de Korkunun Beyaz Ekrana Yansımaları
Aslında ülkemizde “Sahipli”den önce de korku ögelerini barındıran diziler yapıldı. Mesela Taylan Biraderler’in senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği “Sır Dosyası” (1999) bunların başında geliyor. Ama Star TV’de yayınlanan bu dizi, yeterli ilgiyi görmediği için beş bölüm sonunda apar topar ekranlardan tasfiye edilmiştir. 90’lı yıllarda fırtınalar koparan “The X-Files” dizisine öykünen “Sır Dosyası”nın, dönemin seyircisini yakalayamamasının belki de en büyük sebebi, “yerli” olmayı becerememesidir. Ayrıca o döneme baktığımızda, -Yeşilçam zamanındaki başarısız ilk denemeleri saymazsak- sinemamızda korku türüne ait yapılmış tek eser olarak Kutluğ Ataman’ın “Karanlık Sular” (1995) filmini gösterebiliriz. Yani o dönemde, hem korku türü henüz sinemamızda oturmamıştır hem de televizyon seyircisi bu türe alışık değildir.
Sinemamızda korku türünde üretkenliğin yeni yeni başladığı yıllarda, televizyon ekranlarımızda da bu türde iddialı bir proje ortaya çıkmıştır. Türk korku dizisi dendiğinde akla gelen ilk örnek olan on üç bölümlük “Kabuslar Evi” (2006) serisinin senaryosunu Çağan Irmak kaleme almış, bölümlerin yönetmenliğini Çağan Irmak ile birlikte Uluç Bayraktar, Cevdet Mercan ve Irmak Çığ üstlenmiştir. Serinin her bölümünde farklı bir hikâye anlatılır. Bölümlerde ortak olan yegâne şeyler, olayların geçtiği eski köşk ve emlakçı Sema Hanım karakteridir.
Yine Star TV’de yayınlanan, Galip Tekin’in çizgi öykülerinden uyarlanan “Acayip Öyküler” (2012) ise on bir bölüm ile sezon finali yapmış ama ikinci sezon onayı almayı başaramamıştır. Galip Tekin ve Seyfi Şahin’in senaristliğini üstlendiği serinin yönetmenleri arasında Veli Çelik, Mustafa Altıoklar ve Yunus Nihat Özcan vardır. “Acayip Öyküler” serisinin her bölümünde de -tıpkı “Kabuslar Evi”nde olduğu gibi- farklı bir hikâye anlatılır. Bütün bölümlerin tek ortak yanı, -korku, gerilim ve fantastik ögeleri saymazsak- bölüm başlarında “anlatıcı” karakter olarak karşımızı çıkan Hayko Cepkin’dir.
Özetle, “Sır Dosyası” ve “Acayip Öyküler”, korku ögeleri barındırsa da tam anlamıyla korku türünün gerekliliklerini yerine getirmezler. “Kabuslar Evi” ve “Acayip Öyküler” ise gerçek anlamda dizi diyebileceğimiz bir bütünlüğe sahip değillerdir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi bu iki seride de her bölüm birbirinden bağımsız bir şekilde ilerler. Bu yüzden Mestçi’nin “Sahipli” dizisiyle Türkiye’de bir ilke imza attığını söylememiz pek yanlış olmayacaktır. Sonuçta “Sahipli”, başından sonuna bir bütünün parçaları olarak tasarlamış, 10 bölümlük bir korku dizisidir.
Yeni Nesil Televizyon: BluTV
“Sahipli”, Türkiye’nin ilk online dizisi “Masum” ile adını duyuran BluTV’nin ikinci dizisi olma özelliğini taşıyor. Lafı açılmışken, BluTV’den de bahsetmemizde fayda var. İstenildiği zaman, istenildiği yerden, dizi, film ve canlı yayınları reklamsız izlememize olanak sağlayan BluTV, Doğan Holding çatısı altında kurulmuş bir internet televizyonudur. Bu noktada, “Sahipli”nin yayınlanırken geleneksel televizyonculuk anlayışı yerine dijital platformun tercih edilmiş olması önemli bir ayrıntı olarak dikkat çekiyor. Zira ülkemizde çoğu zaman, drama programları söz konusu olduğunda belli başlı kalıpların dışına çıkıl(a)madığına şahit oluyoruz. Bu kalıpların dışına çıkılarak denenen farklı tarzdaki eserler de ya uzun ömürlü olmuyor ya da yeterli ilgiyi görmüyor…
Üstelik yaşadığımız çağda, “televizyon seyircisi” olarak tanımladığımız kitlenin artık sadece geleneksel televizyonculuk anlayışından beslenmediğinin de altını çizmemiz gerekiyor. Netflix gibi bu alanda kendini ispatlamış dijital televizyon platformları, seyirciyi hem seçim konusunda daha özgür kılıyor hem de yeni bölüm için bir sonraki haftayı bekleme geleneğinden kurtarıyor. Üstüne üstlük dakikalarca süren reklam kuşaklarını ortadan kaldırmaları da cabası. Türkiye’de BluTV’nin “Masum” ile denediği bu yeni dizi anlayışı “Sahipli” ile devam ederken, bu topraklarda mayası tam anlamıyla tutmamış bir tür olan “korku”, seyirci ile dizi formatında başarılı bir şekilde buluşturulmuş oluyor!
Neden Korku Filmi İzlenir?
Peki, sinemanın kendisi kadar eski olan bu türe, bu kadar ilginin olmasının sebebi nedir? Seyirci neden bir korku filmi ya da dizisi izlemek ister? Evet, belki de bu, başlı başına bir araştırma konusudur ve Aristoteles’in “Poetika” adlı yapıtında kullandığı “katharsis” kavramı dahil birçok şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Ama bu konuda sadece, ülkemizde cin filmi furyasını başlatan ve türün ülkemizde benimsenmesinde en büyük pay sahibi isim olan Hasan Karacadağ’ın söylediklerini aktarmakla yetineceğiz.
“İnsanlar neden korku filmi izlemek istiyor?” sorusuna, tıp fakültesi geçmişi de olan Hasan Karacadağ farklı röportajlarında aşağıdaki şu yanıtları veriyor:
“Korkuyla ilgili iki anahtar kelime var: 1. Zevk 2. Meydan okuma. Korku hormonal yapılarımızdan dolayı zevkle ilişkili bir durumdur. Korku ve heyecan zevk duygusuyla alakalıdır. Korku filmlerinin bir meydan okuma durumu var. Ben sinemada korku filmi izlerken bana bir şey olmayacağını biliyorum. “Ben orada olsaydım ne yapardım?” sorusunu sorduğunuz film iyi bir korku filmi oluyor. İyi filmin içine girince de müthiş bir zevk alıyorsunuz.” (1)
“İnsan beyni kendini analiz etmeye ve test etmeye çok dayanıklıdır. İnsan başına gelen bir durumla sahnede gördüğünün farkını hemen ayırt eder. Korku filmi seyretmek, içinde kan ve vahşet yoksa bünyeye zarar vermez. Heyecan ve zevk verir.” (2)
“İyi korku filmi stresi azaltır, mutluluk verir. Ani korkulardan bahsetmiyorum ama. Ben bu filmde korkacağım diye şartlanıp izlediğinde korkuna paralel olarak mutluluk hormonu da salgılıyorsun. Sonuçta biz bu filmleri insanlar zevk alsın diye yapıyoruz. İşkence için değil.” (3)
Hem Güldüren Hem de Korkutan Bir Yönetmen: Alper Mestçi
Türk Korku Sineması’ndan bahsedeceğimiz zaman, adını mutlaka anmamız gereken iki kişi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki Hasan Karacadağ ise diğeri de en az onun kadar istikrarlı olan Alper Mestçi’dir elbette. Zira Karacadağ, “Dabbe” (2006) ile ilk kıvılcımı ateşledikten bir yıl sonra, Mestçi de “Musallat” (2007) ile kendini göstermiştir. Birbirlerine çok yakın zamanda ortaya çıkan bu iki isim, bir anlamda cin filmlerinin babaları bile sayılabilir.
Aradan geçen zaman içerisinde mantar gibi türeyen cin filmleri dört bir yanımızı sararken, Karacadağ ve Mestçi, kendi serilerini yaratma konusunda emin adımlar atmayı başarmışlardır. Karacadağ, “Dabbe” serisini altı filmlik bir külliyata dönüştürürken, Mestçi ise iki filmlik “Musallat” serisi ve üç filmlik “Siccin” serisi ile Karacadağ kadar üretken olmayı başarmıştır.
Karacadağ’ın aksine televizyon kökenli olan ve yıllarca “Şok”, “Dikkat Şahan Çıkabilir”, “Zaga” gibi komedi işleri yapmış olan Mestçi, “Musallat” ile girdiği sinema dünyasında da komediden uzak kalamamıştır. Hatta neredeyse her korku filminden sonra bir komedi filmi çekerek adeta bu iki zıt türü beraber yürütmeyi denemiştir. Ama Mestçi’nin çektiği komedi filmlerinde, televizyon tecrübelerini sinema filmine oturmaya çalışırken, son derece sığ ve karikatürize bir üslup kullandığı da yadsınamaz bir gerçektir. Zaten Mestçi de bir röportajında, “Sinemada çok yapmak istemediğim bir şey olsa da televizyondan sarkan bir şey var. Şahan (Gökbakar) ve Okan’dan (Bayülgen) dolayı komedi yaptım yıllarca.” (4) diyerek aslında komedi filmleri çekmek konusunda isteksiz olduğunu itiraf etmiştir.
10 yıllık sinema kariyeri boyunca 6 korku filmi çeken Mestçi, şimdi ise bir anlamda kendi köklerine geri dönüyor ve televizyon hayatındaki tecrübeler ile korku filmi yönetmeni olarak elde ettiği deneyimleri harmanladığı bir korku dizisi ile karşımıza çıkıyor! Ama şunu da belirtmemiz gerekiyor ki “Sahipli”, 10 bölümden oluşsa da sanki upuzun bir sinema filmine benziyor…
Hüzün, Acı ve Kötü Sürprizlerle Dolu Bir Aşk Hikayesi
“Sahipli”, hikayesinin ana çatısını, özelde cin filmi furyasının genelde ise korku filmlerinin klişeleri üzerine kurmayı tercih ediyor. Karşımızda yine cinli bir köy, ürpertici mekanlar, tekinsiz insanlar, gizemli ölümler ve her şeyden bihaber yaşayan baş karakterler var. Üstelik kurban da şaşırtıcı olmayan bir biçimde güzel bir kadın! Dizi boyunca karşımıza lanetli objeler, aynalar, böcekler, mezarlık ve küçük bir kız gibi korku filmlerinde sıkça gördüğümüz unsurlar da çıkıyor. Ama tüm bu klişelerin hikâyeye hizmet edecek şekilde kullanıldığının altını çizmemiz gerekiyor. Bunların dışında, dizide alışık olmadığımız şeylerle de karşılaşıyoruz. Mesela tüyler ürpertici olayların ortasında filizlenmeye çalışan bir aşk gibi! Bu da ülkemizdeki korku filmlerinin geneline yayılan o ruhsuzluğu gidermesi bakımından önemli bir adım olarak dikkat çekiyor. Mestçi, daha önce “Siccin 3: Cürmü Aşk” (2016) filminde de kullandığı aşk unsurunu, “Sahipli” dizisinde daha etkileyici bir biçimde ele almayı başarıyor.
Pilot bölümde, etkileyici bir müzikle taçlandırılmış güzel bir jeneriğin ardından hikâyeye çok hızlı bir giriş yapıyoruz. Başkarakterlerimizden biri olan Büşra, yaşadığı şok edici olaydan sonra apar topar şehirden ayrılıp doğduğu köye doğru yola çıkıyor.
Tıpkı Büşra gibi biz de geçmişle ilgili pek bir şey bilmiyoruz. Geçmişe dair bu koca boşluklar ve hikayedeki cevaplanmamış sorular, bölümler ilerledikçe canımızı sıkacak hale gelse de dizinin merak unsurunu başarılı bir şekilde kullandığını söyleyebiliriz. Hatta Mestçi, yerinde ve yeterince kullandığı plot twistlerle zaman zaman hikâyeyi farklı yollara saptırarak bizi şaşırtmayı da ihmal etmiyor. Ama hikayedeki boşlukları çoğu zaman uzun diyaloglarla anlatmaya çalışmasının hikâyenin akışına zarar verdiğini de belirtmeliyiz. Üstelik özellikle yan karakterler arasında geçen diyalogların çok donuk ve zorlama durması da dizinin samimi olma çabasını kimi zaman yapay bir tada dönüştürüyor. Bununla birlikte, her bölümde mutlaka uzun bir konuşma sahnesi bulunduran dizinin, bazen göstermekten çok anlatmaya dayalı bir üslup benimsediğini fark ediyoruz. Bu aşırıya kaçan “gevezelik” de ara ara diziden kopmalara sebebiyet verebiliyor.
Büşra, köye geldikten sonra hikâye akışı yavaşlıyor. Bu da dizinin şehirdeki olayları ve insanları pek umursamadığını gösteriyor. Buna Büşra’nın annesini de dahil edebiliriz. Büşra, köye geldikten sonra -ufak tefek sahneleri saymazsak- neredeyse annesiyle hiç telefonda konuşmuyor ve dizinin sonuna kadar anne karakteri yok sayılıyor. Aslında bu filmin sürprizini gizlemek için yapılmış bir hamle olsa da hem fazlasıyla göze batıyor hem de şüphe çekiyor. Sonuçta anne karakteri adeta deus ex machina görevi üstleniyor ve cevapsız kalan soruların aniden gelen cevabı oluyor.
Bazı karakterlere yeterli ilgi gösterilmese de bunun dizinin geneline yayıldığını söyleyemeyiz. Büşra’nın yaşadığı olaydan sonra çabucak toparlanması, kendine yepyeni bir amaç bularak doğduğu köye gitmeye karar vermesi, yaşadığı doğaüstü olayları hızlı bir şekilde kabullenmesi rahatsız edici detaylar olarak belirtilebilir. Ama buna rağmen dizide, karakterleri tanıtma ve karakterleri geliştirme konusunda oldukça başarılı hamleler yapılıyor. Özellikle başkarakterlerimiz Büşra ve onun karanlık aşkı Selim’i tanımamız için her türlü malzeme bize sunuluyor ve bu iki karakterin tanışması konusunda da ikna edici olunuyor. Mestçi’nin Büşra ve Selim’in tanıştığı sahnede, aşk filmlerinden alışık olduğumuz bir üslubu korku filmi atmosferine yedirmesi, iki tür arasında kurduğu bağın güzel örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Hazır yeri gelmişken Büşra’yı oynayan Funda Güray ve Selim’i oynayan Baran Akbulut’un rollerinin hakkını verdiklerini de söyleyelim. Muhtar Davud olarak karşımıza çıkan Sait Genay ve Aziz karakteri ile dizideki en iyi performanslardan birine imza atan Ferit Kaya’yı ise diğer öne çıkan isimler arasında sayabiliriz.
Gelelim dizinin en önemli kısmı olan korku unsurlarına… “Sahipli” dizisinde, her bölümde kademe kademe artan bir korku anlayışı göze çarpıyor. Mestçi, önce merak unsurunu kullanarak bizi hikâyenin ortasına çekmeyi, ardından korkutmayı hedefliyor ve bunu büyük ölçüde başarıyor. Bu noktada Mestçi’nin, Karacadağ’ın alamet-i farikası haline gelen korku bombardımanına tutma üslubundan ayrıldığını bir kez daha görüyoruz. Yavaş yavaş alıştığımız ve çoğu zaman gerildiğimiz “Sahipli”nin dünyasında, başlarda belli bir dengede duran olaylar sonlara doğru geldiğimizde çığırından çıkıyor ve kendimizi iflah olmaz bir korku atmosferinin içinde buluyoruz. Dizide bizi korkutmak için birçok yola başvuruluyor. Tabii ki ilkel tetikleyicilerden fazla medet umulmamış olması artı bir özellik olarak dikkat çekiyor. Aslında dizideki farklı korkutma biçimleri, dizinin farklı alt türleri aynı potada eritme isteğinden kaynaklanıyor. “Sahipli”, bazen bir lanetli ev filmini anımsatırken, bazen bir yaratık filmine benziyor. Bazen Japon hayalet filmlerini andırırken, bazen klasik bir cin filmi gibi ilerliyor. Bu çeşitlilik, diziye olumlu yansıyor ve tüm bu korku unsurları amaçlarına en doğru şekilde hizmet ediyor. Burada ayrı bir parantez açarak şunu da belirtmek istiyorum: dizide kullanılan büyü sahnesi şimdiye kadar gördüklerimiz arasında en ürkütücü atmosfer tasarımına ve en başarılı görselliğe sahip olarak hafızalarımıza kazınıyor.
Dizinin hem bölümlerinde hem de bütününde dramatik yapının üç aşağı beş yukarı doğru bir şekilde inşa edildiğini söyleyebiliriz. Ama Mestçi sadece “Sahipli”nin içeriğini değil görselliğini de başarılı bir şekilde inşa ediyor. Köy evlerinin, okulun ve sağlık ocağının iç ve dış kısımları, en ince ayrıntısına kadar düşünülerek oldukça gerçekçi bir şekilde tasarlanmış. Dizinin gerçekçi bir köy ortamı yaratma konusundaki başarısı, köyü bir korku tüneline dönüştürmek konusunda da gösteriliyor. Bulutlu gökyüzü, yaprakları dökülmüş ağaçlar, boş köy yolları, ahşap evler ve dizide önemli bir yeri olan gizemli çeşme… Bütün bunlar köyün rahatsız edici ortamını ikna edici kılmak için bolca kullanılıyor. Ayrıca televizyon dizilerinin genelinde rastladığımız yüzeysel aydınlatmanın aksine, “Sahipli” dizisinde sıkça kullanılan chiaroscuro aydınlatma tekniği sayesinde atmosfer yaratmak konusunda doğru adımlar atılıyor. Dizinin çoğunlukla gece çekimi içerdiğini ve birçok Türk korku filminin gece çekimlerine kıyasla başarılı bir çalışmanın söz konusu olduğunu da notlarımız arasına eklemeliyiz. Tüm bunların yanında dizinin görsel tarafı ile ilgili kusur bulacağımız tek şey sanırım görsel efektler olacaktır. Zira görsel efektler az kullanılmış olmasına rağmen fazlasıyla sırıtıyorlar. Ama dizi sırtını tamamen görsel efektlere dayamadığı için bu çok da büyük bir sorun teşkil etmiyor.
Dizide yaratılan köy ortamının son derece gerçekçi olduğunu söyledik. Ama dizinin neredeyse tamamı köyde geçmesine rağmen etrafta çok az köylü görmememiz dizinin bu gerçekçiliğine zarar veriyor. Bu son derece yalıtılmış köy tasvirinin ortasında, bütün köy halkı bir avuç yan karakter üzerinden temsil edilmeye çalışılıyor. Ama bu konuda başarılı olunduğunu söylememiz bir hayli güç! Bu hem yan karakterlerin çoğunun köydeki şehirli karakterler olmasından hem de köydeki günlük yaşama yeterince yer ayrılmamasından kaynaklanıyor.
Son tahlilde “Sahipli”, hem son dönemlerde iyice popülerleşen cin filmi furyasından beslenen katıksız bir korku hikayesi anlatıyor hem de Türk dizi kültüründen beslenirken ortaya yeni bir anlatım dili koymayı başarıyor. Belirsiz ve etkileyicilikten uzak finali bizi biraz hayal kırıklığına uğratsa da keyifle izlenen bir korku dizimizin olması umut vaat ediyor…
Dipnotlar
1.http://www.milliyet.com.tr/%C2%ADcinler%C2%ADde%C2%ADfilmlerimi%C2%ADizlemis%C2%AD/pazar/haberdetay/04.08.2013/1745643/default.htm
2.http://www.aksam.com.tr/ekler/uc-harfli-demek-de-neyin-nesi/haber-184042
3.http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/765141-gulse-birsele-cinleri-gostereyim
4.http://www.beyazperde.com/haberler/filmler/haberler-68054/?page=4