Sinematik Düello #1: Persepolis (2007)

Sinematik Düello #1: Persepolis (2007)

Yepyeni bir bölümle karşınızdayız! “Sinematik Düello” adındaki bu bölümde, bir film hakkında iki karşıt görüşün, tabiri caizse çarpışmasına şahit olacaksınız. “Saldırı” ve “Savunma” olarak ayrılan iki taraf, film hakkında inandıkları düşünceleri en doğru şekilde sizlere ve jüriye aktarmaya çalışacak. En sonunda jüri, bu iki karşıt görüşten hangisinin daha ikna edici olduğunu seçip kazananı belirleyecek. Siz de düşüncelerinizi yorum kısmında belirtmeyi unutmayın. Bakarsınız ilerde kazananı sizin yorumlarınız belirler. Marjane Satrapi’nin aynı adlı kendi çizgi romanından, Vincent Paronnaud ile birlikte sinemaya uyarladığı “Persepolis (2007)”, ilk filmimiz olma özelliğini taşıyor. Keyifli okumalar…

Persepolis, Marjane Satrapi adında küçük bir kızın büyüyüp bir yetişkin olma aşamasında yaşadıkları ve İran’daki değişimden hayatının nasıl etkilendiğini açıklıyor. Marjane otobiyografisini siyah beyaz bir çizgi roman tarzında kaleme almasıyla “Persepolis” hayatımıza girdi. Tüm dünya belki de İran’daki devrimi ve orada yetişmiş bir İranlı’nın hayat hikayesini, kendi gerçekliğiyle anlatmış bu kızın kaleminden öğrendi. Peki, bu kız, herhangi bir diğer İranlı’nın hikayesi dururken neden bu kadar önemli olmuştur? İşte bu noktada sayın jürinin ve Maksat Sinema Olsun okurlarının huzurunda şunu sormak isterim: 

Neden İran’da çok daha kötü koşullarda yaşamış aileler ve çocukları dururken, şımarık bir kız çocuğunun özenti Avrupai yaşam stilindeki isteklerini umursamalıyım hatta bu isteklere üzülmeliyim? İran halkının tek derdi parti yapabilmek midir? Ailesi orta halde olan, yabancı okullarda okumuş ve Avrupa’ya gitme şansı bile bulunan bu kızın, kendi seçimleriyle kendini yokuşa sürüklemesinin neresi sinemada anlatılmaya değer bir trajedidir? Sizlere şu kanıtı sunmak istiyorum…

Kanıt 1: Devrim sonrasındaki ailenin umursamaz tavırları…

Bu karede İran Devrimi olduktan sonraki bir zamanı görüyoruz. Kızın elinde kaset çalar müzik dinlemekte ve babası da gayet rahat bir tavır içerisinde. İran devrimi ve savaşlar bu orta halli aileyi vurmamış gibi görünüyor! İşte ikinci kanıt:

Kanıt 2: Tuvalete dökecek birçok içkisi olan, savaş ve devrim görmüş masum bir aile!

İran da çok sıkı yasaklar var ve bunlardan birini çiğnerseniz kim bilir başınıza neler gelecektir. Bunu düşünen bir aile en azından çocuklarını düşünüp içkiyi hayatlarından çıkarabilirler. Gerçekten İranlı ailenin içler acısı durumu diyemiyorum çünkü ailenin tuvalete dökeceği içkisi olması bile bir lükstür. Yukarıdaki kanıtta son anda ailesiz kalmaktan kurtuluyor kızımız.

Kanıt 3: Ailesi kızlarını 14 yaşında yurt dışına yolluyor.

Sonunda ailesi onun için en doğrusunun yurt dışında yaşaması olduğuna karar veriyor. 14 yaşındaki bir kızın yurt dışında kim bilir ne tarz kötü arkadaşlıklar kurabileceğini düşünmeden, en azından İran’dan daha iyidir mantığıyla onu yurt dışına yolluyorlar. Zaten yabancı okula gönderilen bu kızı, belli ki ekonomik durumu iyi olan ailesi yurt dışına yollamaya baştan kararlıymış.

Kanıt 4: Avrupa’nın parti kültürü ve Avrupalı iyi arkadaşlar!

Ailesi çocuklarını iyi eğitim görsün diye göndermiş fakat kızımız partilerde sigara, alkol, uyuşturucu kullanılan arkadaş ortamlarına düşmüş, birkaç erkekle yatıp kalkmış ve en sonunda intiharın eşiğine kadar gelmiştir. İran’da ailesinden öğrendiği parti kültürünü dışarıda fazlasıyla tatmıştır! Kaldığı arkadaşları ve yaşadığı hayatı çizgi roman da çok daha ayrıntılı görebiliyoruz.

Birkaç maddede, neden bu şımarık kızın gözünden İran’ı öğrenmenin tek taraflı olarak İran’ı aşağıladığını ve gerçek kurbanları gölgelediğini göstermek isterim.

  1. Öncelikle hikâyenin kahramanının ailesi İran’daki kızlarını herhangi bir aile gibi yetiştirmeyen onu yabancı okula yollamış orta halli isyankâr bir ailedir. Neredeyse tüm akrabaları bir devrimci olmaya çalışan bu kızın, tek taraflı düşünmemesi mümkün değildir.
  2. Küçük kız, ona sempati duyamayacağımız kadar çok şımarıktır. Dünya kendi etrafında dönüyor zanneden bu kız, kendini peygamber bile ilan etmiştir! Din dersinde sürekli bir cevap vermek zorunda hissetmekte sadece ailesinden duyduğu her şeyi tekrarlamaktadır. İran Devrimi’nde sokaktaki sıkı önlemlere aldırış etmeden punk kıyafetlerle amaçsızca dolaşmaktadır. Bu aile, nasıl olur da kızlarına bulundukları durumun ehemmiyetini anlatamamıştır!
  3. İranlı aile gizli partilere katılarak kızlarına iyi örnek olmamışlardır. Baskıcı bir dönemde, evde içki saklayacak kadar vurdumduymazdırlar. Sanki rejim yüzünden İranlıların en büyük problemleri parti yapamamak ve içki içememektir.
  4. Yurt dışında okuyabilecek fırsatı olan bu kız, ailesine teşekkür edebilmek adına derslerine gömüleceğine, ailesini ve İranlı geçmişini unutmaya çalışmış ve yabancı okullardan beri gelen bir asimile olmuş İranlı kız kimliğiyle yaşamaya çalışmıştır. Yurt dışında büyüyen bu kızın İran ile ilgili hikayeleri sadece çocukluk anılarında kalmış, onun gözünden abartılmış hikayelerdir.
  5. Bu kız, sürekli bulunduğu yeri değiştirmek zorunda kalmıştır. Çünkü kimse bu şımarık kızla uğraşmak istememiştir. Dikkat ederseniz kaldığı herkesi, kendi gözünden kötü bir kılığa sokmuştur. Peki, olaylara onun gözünden tek taraflı bir şekilde bakarken neden çok masum olduğuna inanmalıyız?
  6. Sonlara doğru iyice otobiyografi olduğunu belli eden animasyon, kızımızın aşk hayatına da girmiştir. Serbestlikten ölen Avrupa’da herhangi bir kız çocuğunun yaşayabileceği şeyleri yaşamıştır. Sokaklara düşmesinin artık kendi patavatsızlığı yüzünden olduğunu söylememe gerek bile yok! Yaptığı her şey ergenlik çağındaki bir kızın hareketleridir ve intiharı düşünmesini de sağlayan yine bu ergenlik döneminin ve kendi seçimlerinin etkisidir. Dolayısıyla neden bu kızın ergenliği, sanki çok önemli bir şeymiş gibi anlatılmaktadır?
  7. İran ile ilgili herkesin bir bilgi edinmesini sağlarken, çoğu izleyen için bu animasyon, “İran’ın ne kadar kötü bir ülke olduğu” algısıyla ilgili koz vermektedir. Ama Avrupalılara karşı yaptığı eleştirilerde fazla sönük kalmıştır.

İşte tüm bu nedenlerden dolayı, “Persepolis” animasyona dönüştürülmesiyle birlikte artık sadece kendi hayatını çizgi roman yapan İranlı bir kızın hikayesi değildir. Bu animasyon, Batıda, kötü İran algısına hizmet etmiştir ve sempati duyulması gereken ailelerin hepsini gerçek kimliğini kaybetmiş batı özentisi olarak göstermiştir. Bu film Batıya şu mesajı vermiştir: “İran’da sürekli parti yapmak isteyen, sizin kültürünüze âşık olan, sizin gibi olan kişiler de var, o yüzden bizi sevin!” 

Şimdi size soruyorum, batı kültüründe asimile olmuş ve orada para kazanıp arkadaş edinmiş bir kızın, İran’ı tarafsız ve doğru görebilme veya gösterebilme imkânı var mıdır? Tüm İranlıların parti delisi olduğuna inanmamızı isteyen ve İran’da gerçekte normal bir gün nasıl geçiyor sorusuna cevap bulamadığımız bu animasyon film, devrimin geçiş dönemindeki kaotik ortamda yaşamış küçük kızın unutulmaya yüz tutmuş anılarının, yine o çocuk gözlerinden abarttığı şekliyle karşımıza sunulmuş bulunmaktadır. Üstelik “Persepolis” çizgi romanı parça parça olması ve bir tema üzerinde şekillenmediğinden dolayı animasyon uyarlaması güçlü bir sona da sahip değildir. Bu yüzden film bittiğinde aklınızda kalabilecek güçlü bir konu bulunmamaktadır. Tüm bu bilgilerin ışığında sayın jüri Uğur Tatar’ın ve Maksat Sinema Olsun okurlarının yargısına güveniyor ve “Persopolis”in masum olmadığına karar vereceklerine tüm kalbimle inanıyorum.

Bu film, İran’daki rejim değişikliği sırasında daha çok küçük bir kız çocuğu olan Marjane Satrapi’nin yaşadıkları ve gelişimini perspektifine alıyor. İran’daki İslam devrimi, Marjane, ailesi ve tüm İran halkını derinden etkiliyor. Ama en fazla da kadınları etkiliyor. Yabancı güçlerin kukla gibi oynattıklarını düşündükleri Şah’ın devrilmesi için halk toplu ayaklanmalar başlatmış ve giden geleni aratır cinsinden Humeyni ile birlikte özgürlüklerinin birçoğunu yitirmiştir İran halkı. Bu kısıtlamalar, toplumsal indirgemeci olarak genele yüklenemez. Film bireysel bakış açısını izlettirdiğinden kırılmalar ve bunalımlar Marjane’nin öz kendi yaşam deneyimleridir.

İran İslam Devrimi’ni, devrimci ve aşırı sağcı eğilimin hareketi olarak görmemek gerekir. İnsanlar Humeyni’yi şeriat getirecek diye değil, Şah’ın karşısındaki en büyük güç olarak gördükleri için tercih etmişlerdir. Şah Dönemi İran’ına baktığımızda modern bir İran ile karşılaşırız. Ülkesini muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için çok fazla mücadele vermiştir. Ama elindeki iktidarı korumak için perde arkasından Amerika ve İngiltere ile iş birliğinde bulunması sonunu getiren olaylar zincirinin başıdır. Filmde bu sahne Şah’ın, Atatürk gibi cumhuriyet kurmak istemesi ile görselleştirilmiştir. Ama sonra İngiliz hükümeti ortaya çıkar, cumhuriyetin yerine imparatorluk kurmasının kendisinin hayrına olacağını söyler İngilizler. Şah’a tam destek vereceklerdir. Şah’ın yapması gereken tek şey bitmek, tükenmek bilmez petrolünden varil varil vermek olacaktır. Atatürk’e hayranlığı ile bilinen Şah Rıza Pehlevi’nin, Atatürk’ü örnek almasının filmde kısa bir sahnede olması bile bir Türk olarak gurur kaynağı idi benim için. Şah’ın oğlu Muhammed Rıza Pehlevi başa geçince, reformlara devam etse de ülkenin petrol rezervlerinin hortumlanması sebebiyle, sağcısı da solcusu da Şah’ın ülkenin çıkarlarını kötüye kullandığı düşüncesinde birleşirler ve ortak amaçları Şah’ı iktidardan indirmek olur. Sonrasında Humeyni’nin başa geçmesiyle bambaşka bir İran izleriz.

Persepolis, Marjane’nin otobiyografik hikayesidir aslında. Kendi deneyimlerini, dönemin konjonktüründe bizlere göstermeye çalışır. Yaşadıkları gittiği hiçbir yerde peşini bırakmaz. Devrimin getirdikleri vardır ama bir o kadar da götürdükleri vardır. Aslında devrim döneminden çok Marjane’de bıraktığı izleri deneyimleriz. Devrim kimi yerlerde geri planda kalır ama Marjane’yi hayalet gibi takip etmeyi hiç bırakmaz yıllar geçse de. Tabii ki de dönemi dünyaya tanıtan tek yapım “Persepolis” değildir. 

Cafer Penahi’nin “Offside (2006)” filmi, İran’da kadın olmayı ve İran’ı, futbol gibi erkekle özdeşleşmiş bir spor üzerinden dünyaya anlatır. Devrim sonrası İran kadınını “Persepolis” gibi tekilci bakış acısıyla değil, daha derinlikli ve geniş bir yelpazeden anlatmıştır. Ülkemizde de oldukça meşhur olan Kürt asıllı İranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin de devrimden etkilenen sancılı kişileri, toplukları anlattığı filmleri bulunur. Belgesel niteliğinde olan “Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok (2009)” filmi İran da bulunan yasaklı müzisyenleri ve rejimin baskılarını anlatmasıyla gerçek bir belge niteliğindedir. Sanırım Sayın Taylan Kaan Torunoğlu, İran’da devrim dönemini ve sonrasını anlatan filmlerin varlığından bihaber! Yani belirtiği gibi İran’ın kapıları tüm dünyaya “Persepolis” filmiyle açılmış değildir. Olsa olsa “Persepolis” bu yapımlardan öykünmüştür. Birçok sahnenin de kurgusal olduğunu düşünmekteyim… Daha birçok film örneği verilebilir ama son olarak Türk oyuncu kadrosunun (Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin, Caner Cindoruk) bolluğu ile ülkemizde de sıkça bahsi geçen, yine bir Bahman Ghobadi filmi olan “Gergedan Mevsimi (2012)”. Magazin meraklıları Caner Cindoruk’un Monica Belluci ile öpüşme sahnesinden bu filmi hatırlayacaklardır. İslam Devrimi’nin hemen öncesini anlatan film, sadece İran’ın bu kara bulutlu dönemini anlatmanın “Persepolis”in omuzlarında olmadığının somut kanıtıdır.

Umut Uçanın Kutsal Savunma Kaynağı 1

“Persepolis” başarılı bir filmdir, çünkü tek taraflı bakış açısıyla değil, düalist bir yaklaşımla olayları anlatmayı tercih etmiştir. Bir çocuğun karakteri üzerinden filme sallamak olsa olsa çaresizlikten ne yapacağını şaşıran, köşeye sıkışmış kedi gibi saldırmakla eş değer olur. Peki kız içine kapanık bir ruh halinde olsa bu sefer çok sıkıcı, hiç akmıyor film ya da Marjane sevimli, uslu bir yapıda olsaydı bu seferde ne dingin film mi diye itiraz edecektin ey Torunoğlu? Filmi üç aşamada tahlil edebiliriz. Marjane’nin yaşamı, kişiselleştirilerek verilen hayat kareleri salt kızın yaşamını bize empoze etmeye çalışmaz. O çevresini gözlemlediğinde bizde toplum bileşiklerini görürüz. Kendi hayatını çıkartıp, sadece İran üzerine bir belgesel olsaydı bu film edindiği başarıları kazanamazdı. Örneğin Cannes’dan ödülle dönmesi…

Sayın jüri ve Maksat Sinema Okurları bende size bir soru sormak istiyorum o zaman. Yönetmen Marjane Satrapi, kendi hayatını anlattığı bu “belgeselinde” ülkesindeki insanların kötü yaşam standartlarını da anlatmamış mıdır? Viyana’dan dönüşünde eski arkadaşının sakat kaldığını görmemiş midir? Babaannesinden küçükken oynadığı kız arkadaşının kendini astığını duymamış mıdır? İran’daki ahlak polislerinin başkalarına yaptıkları muameleleri göstermemiş midir? Sayın Torunoğlu, bunları gözden kaçırdıysa filmi tekrar izlemesini salık veririm.

Her ne kadar küçük Marjane’nin büyüme hikayesi olarak gözükse de “Persepolis”, İran ve Avrupa insanın psikolojisini, sorunlarını, yaşam tarzlarını, kültürlerini, kendi kalıpları ile vermiştir. Herhangi bir İranlının hikayesini de izliyor olabilirdik ama o zaman “Persepolis”i çok daha farklı düzlemde inceliyor olurduk. Marjane’nin herhangi bir İranlı’dan farkı, iki farklı dünya görüşünü yerinde deneyimlemesi ve çok kısa sürelerde kültür şoku yaşayarak asimile olması bizi asıl kaynağa götürmektedir. Meseleye sadece şımarık velet gözüyle bakmak empati yoksunluğu olmaz mıdır? Marjane, bize kendi ülkesi ve Avrupa’nın aynı tarihi yaşıyor olsalar da aralarında çağ farkı olduklarını anlatmaya çalışmıştır. Bir yerde orta çağ yaşanırken diğerinde uzay çağı yaşanıyordur. Peki, çağdan çağa atlarken Marjane’nin bu çağa ayak uyduramaması ya da zorlanması sizce olağan değil midir?

Kendi toplumunda hiç göremeyeceği punkçılarla arkadaş olması ya da aile ortamından uzaklaştığı için yaşadığı tüm çatıların kendi sıcak yuvasını vaat edememesi ve bu sebeple birçok ev değiştirmesi, canavar gibi dişlerini açmış Viyana’da yalnız başına ve kimliği onun boynunda ağır bir kolye gibi sarkarken bu hataları yapması sebebiyle Marjane’yi çarmıha mı germemiz gerekir? Belki de annesi ve babasından bile çok sevdiği amcası Anuș’un ölümü, yakınlarının işkencelere maruz kalması, babasının ölümüne neredeyse şahit olacak olması bu küçük beden için sizce de çok ağır yükler değil midir? Benim düsturumda düşüne bir tekme atmak yoktur, evet yurt dışında yaptığı bazı şeyler yanlış olabilir ama daha sonra hataya bulaşmayacağına dair söz vermemiş midir? Ne kadar büyük günahlar işlemiş olursa olsun bu yaşadıkları onun için hayat tecrübesi olmuştur. 

Filmden çıkıp gerçek Marjane’ye gidecek olursak böyle bir filmi yapıyor oluşu ve bunları tüm dünyaya izletiyor oluşu onun dürüstlüğünü göstermez mi? Viyana’daki bölümde kendini pirüpak biri olarak da anlatabilir, sütten çıkmış ak kaşık olarak da gösterebilirdi. Bu onun tecrübelerinin doğrultusunda bir daha hata yapmama sözünü tuttuğunu göstermez mi? Kendini kurtarmak için bankta gazete okuyan adamı askerlere yem eden yalancı Marjane, bu filmi çekerken, yönetmen olarak yalandan kaçınmıştır. Bu bilgileri göz ardı etmemenizi rica ederim.

Umut Uçanın Kutsal Savunma Kaynağı 2

Filmi izlerken duygulanarak izlememek için katı yürekli olmak gerekir. İran-Irak savaşına yer vermesi, savaşta 1 milyon kaybın olması gibi anlatılar dramatik çatıyı oluşturuyor ve İran’ı hiç bilmeyen bir bireyin bile anlamasına yardımcı oluyor. Tabii ki de süresi kısıtlı olan bu yapım her şeyi anlatamaz, böyle bir derdi de yok. Ama süresi boyunca gösterilen doneler İran’ın dünü ve bugününü rahatlıkla idrak etmemizi sağlıyor. Kıza odaklanmak yerine biraz toplumsal olayların işlenişine odaklansaydı Sayın Torunoğlu, bu filmi sevebilirdi. Marjane, hemzeban olan bir yapının içinde bozulmayı da temsil ediyor. Yani metaforik bir anlatımı da var Marjane’nin kendisinin. Onun bozulması, özünü kaybetmesi İran’ın da bütünüyle hal değiştirmesini betimlemekte. Sonunda kendini bulan Marjane’nin bu hali de İran’ın geleceğine umutla baktığını anlatmaktadır.

Sayın Torunoğlu’nun Marjane’nin yaptıklarını kendi seçimi olarak göstermesi bir bakıma doğrudur. Ama eksiktir de. Onu bunları yapmaya iten şey nedir? Öncelikle anne, baba ya da herhangi bir akraba olmadan kilometrelerce ötede tek başınadır. Üstelik o dönemde Müslüman ve İranlı olarak bilinmek, televizyonların başında İran-Irak savaşını izleyenler için antipatik bir durumdur. Günümüzde de devam eden kafatasçı düşünce bu kızımızın bilinçaltına yerleşmiştir. Bu durum kendisini Fransız olarak tanıtmaya iter. Aidiyet kavramı olmayan, vatan sevgisine erişememiş Marjane’nin bu yaptıkları şımarıklık mıdır yoksa yanlış zamanda yanlış yerde doğması mıdır? Avrupalı olarak dünyaya gelse kendisine “orospu” yakıştırması yapacağından şüpheliyim. Ne yapmışsa ülkesine olan protest tavrından yapmıştır Marjane. O bu hareketleri yapıyorken aslında Viyana’da değildir, ruhu hala İran’dadır. Bu kural tanımazlığını sadece kendisi için değil hayatının 9 yılını hapiste geçiren amcası Anuș içinde yapıyordur. Dört duvar arasında, böceklerin cirit attığı hücrede yaşayan amcasını gören Marjane, Viyana’da özgürlük için kendini sokağa teslim etmiştir. O küçük solgun gözler, nice yaş almışların görmediği şeylere tanık olmuş ve dimağı şiddet ve zulümden başka bir şey görmemiştir. Ülkesinde kadın olmanın ağırlığında ezilen Marjane, Viyana’ya gidince şaşkınlığından balon gibi hafiflemiş ve belki de bu yüzden önce hava kaçıran balon gibi çıkabileceği en yüksek mertebeye çıkmış ama sonunda düşüşü hızlı ve şiddetli olmuştur.

Sayın Torunoğlu, kanıt olarak ailenin devrim sonrası umursamazlığını göstermiş. Müzik dinlemek ne zaman yasaklandı da bizim haberimiz yok. Üstelik müzik dinleyen sözüm ona umursamaz ailenin üyesi Marjane’nin başında türban (umarsamıyacak olsa idi aile kapanmazlardı, hiç değilse evde başı açık gezerdi ailenin kadın üyeleri) taktığı vaziyette müzik dinliyor. Evlerinde sıradan ihtiyaçlarını gidermek umursamazlık manasına mı geliyor! Üstelik devrimin olması için çabalayan bir aile Marjane’nin ailesi. O sahnede daha devrimin etkilerinin yeni yeni oluştuğu bir dönem. Ülkede savaş var ama baba ne askere gidecek yaşta ne de askere yolladığı bir oğlu var. Herkes gibi o da iki İslam ülkesinin bu manasız savaşını elinden bir şey gelmeyerek takip etmekte. Sizin oralarda normallik umursamazlıkla eş anlamlı mı ey Torunoğlu?

İkinci kanıtın çok manipülatif olduğunu söylemek zorundayım. Bir kere o sahnede içkileri keyfe keder dökmüyorlar. Belki de orda o içkilerin kanalizasyonla buluştuğunu göremesek bu filmi izliyor olmayabilirdik. Ailenin içki barındırıyor olması onları neden suçlu yapsın? İçki bulundurmamak mı masum yapıyor insanı devlet gözünde? Ne kadar yasak olsa da içki bulundurmak ve içmek bu devlet tekelinde mi olmalı? Kendi tarihimizden örnek vermek isterim. 4. Murat afyon ve alkolü yasaklamamış mıdır ülkede? Peki neden ölmüştür.?Ölüm sebebi nedir? Bilmiyorsanız sayın Torunoğlu, ufak bir gezinti yapmanız gerekebilir internette!

Osmanlıdan İran’a geri dönelim. Üst kademenin alkol tükettiğini iddia etmiyorum ama hükümetin, asker kadrosunun da birçok yasağı deldiği aşikâr. Yasak neden hep halka isabet eder? Sözün özü her ne kadar kural olsa da aile Humeyni iktidarının tasdiklememektedir. Sırf inat olsun, yasaklar çiğnenmek için vardır diye düşünmüyorlardır. Ama bu da geçerli bir sebep olabilir. Şah döneminden beri ailenin alkol hayatında vardır. Çünkü Şah döneminde alkol serbesttir. Üstelik dayatmacı zihniyetin olduğu her yerde yapısökümcülerin olması kaçınılmazdır. Piyango da Marjane’ye vurmuştur, ailesi alkol tükettiği için.

Umut Uçan’ın Kutsal Savunma Kaynağı 3

Siyah beyaz görselin dışına çıkıldığı an olan, Marjane’nin yetişkin hali ve şimdiyi anlatan sahneler, renklendirilerek verilmiş. Filmin çok az bir kısmını işgal eden bu bölüm aralarda ve sonda verilmiş. Yönetmen peki bunu neden tercih etmiş. Bize sadece İran çok kötü bir ülkedir, özgürlüklerimizi elimizden aldılar, kadınlar ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor ya da kadınlar üzerindeki ambargoyu neden erkeklerin koyduğunu anlatmıyor sadece. Evet bunları gösteriyor ama sonunda tüm bunları geride bıraktığını ve dayatmacı zihniyetin eskisi kadar olmasa da devam ettiğini açıklıyor. Şeriat devam ediyor ama bu döneme gelmek için de o sancıları çekmek zorunda idiler. Son yapılan verilere bakarsanız, mutluluk anketlerinde başta kadınlar olmak üzere İran halkının mutlu olduğunu görecekseniz. Sormak isterim en az tecavüz ve gaspın olduğu ülkelerden biri neden İran? Türban zorunludur ama bir nedeni de vardır. Marjane otobüse koşar, polisler onu durdurur, koşmamasını söylerler çünkü vücut hatları meydana çıkıyordur. Kendi standardımızdan bunların özgürlüğe vurulan bir darbe olarak görürüz ama ülkemizde olan bebek tecavüzcüleri, sapıklar İran’da milyonda bir çıkar. Bunu sadece türbana bağlamıyorum ama o da buna bir vesiledir.

Kanıt 3’e gelirsek bence en güçsüz, cılız iddia budur! Hatta bu iddia bile değildir. Kızlarının üstüne titreyen ailesi Marjane’yi küçükken Fransız Okulu’na yollamaları onu ilerde yurt dışına göndermek için değil en iyi şartlar altında büyütmek için yapılan fedakârca bir davranıştır. Hangi aile çocuklarının normal şartlar altında büyümesini görmek istemez. Elbette ki zorunluluktan ve başına bir şey gelmesini istememelerinden kaynaklı olarak Marjane’yi yurt dışına yollamak zorunda kalıyorlar. Hatta ne kadar acele bir karar olduğu annesinin bayılmasından anlaşılabilir. Anne yüreği bu ayrılığa dayanamıyor ve gözü yaşlı bir baba da geride kalıyor. Her iki taraf için de tarifi zor bir acı olan bu kararı verirken, herhalde Marjane’nin orada kuracağı arkadaşlıkları düşünmemiş olmaları çok normal.

Kanıt 4’de ise Avrupalı sakıncalı arkadaş grubundan dem vurulmuş. Realitede yaptığı yanlış olabilir ama bu yaşadıkları Marjane için bir lütuf gibidir. Dibe batan Marjane, bu yaşadıkları sebebiyle dibin dibi olduğunu görmüş ve zemine ne kadar şiddetli çarpsa da aynı şiddetle kendini toparlamıştır. Kötünün kötü olduğunu deneyimlemeden, en sağlıklı şekilde nasıl öğrenebiliriz ki? Bir farklı okuma olarak da İran’ın yasakçı anlayışına karşı Avrupa’nın özgür ülkesi. Hiç değilse Viyana’da yaptıkları yüzünden kapısına dayanan yok. Bu bile kızın özgür iradesini kullanması için alan oluşturan bir fırsat oluyor.

Film objektif bir anlatımla, nesnel bir bakış açısıyla resmedilmiştir. Baskıcı rejimi bize anlatan filmde, kabul etmeliyiz ki ne olursa olsun liderlerini seçimle başa getirmişlerdir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Ahmedinejad başa geldiğinde halkın oylarının yüzde 60’ını alarak iktidar olmuştur. Yani katliamların sonucunda bile demokratik düşünce devam etmiştir. Diktatöryel bir düzen vardır diyemeyiz. Sadece yeni kurallar, yeni bir ülke ve bu kurallara uymak isteyen ve istemeyenler olarak ikiye ayrılanlar vardır. Sayın Torunoğlu, Marjane’nin ailesine anormal demek istiyor sanırım, Marjane’yi diğer aileler gibi yetiştirmiyorlar diye! Ne büyük suç işlemiş bu zavallı aile! Yabancı dil öğrendiği bir okula yollamaları, kızlarına yaptıkları çok büyük bir günah!

Hızını alamayan Torunoğlu, Marjane’yi peygamber bile ilan etmiştir. Peygamber olacağım dediğinde 4 yaşında olan Marjane, herhalde tanrı tarafından görevlendirilmiş bir haberci olacağım anlamında bu sözü söylememiştir. Orada saf iyilikten bahsedilmektedir ve masumluğa vurgu yapılmaktadır. Birkaç sahnede tanrı kişileştirilmiştir. Bu yönetmenin tercihi ve üslubudur. Oradaki sahnelerde Marjane’nin iç sesiyle yaratıcı ile konuşmaları aktarılmıştır. Ayan beyan peygamberlik ilanı ben göremiyorum ya da Sayın Torunoğlu alt metinleri okumakta zorlanıyor.

Umut Uçanın Kutsal Savunma Kaynağı 4

“Persepolis” masumdur. Şimdi size sunacağım kanıt bunun göstergesidir. “Persepolis”i madut bir eser yapan, Marjane’nin büyüyüp bu filmi yapmasıdır. O şımarık velet büyümüşte film çekiyormuş, nasıl olur değil mi? Verilen ödüllerin sebebi de onca hata, başarısızlık ve hatta intihar girişiminden sonra bile bu mertebeye ulaşması ve tüm dünyaya bu filmi ne şartlarda çektiğinin göstermesi, Marjane’ye başarıyı getirmiştir. Neden mi başkasının hayatını değil de Marjane’yi izliyoruz? Çünkü o pes etmemiş ve muntazam bir işçilikle taktir toplayan bir film ortayaçıkarmıştır. Sıradan hayatları izlemek artık canınızı sıkmıyor mu? Namahsur gibi görünen bir durumdan namağlup olarak çıkmak Marjane’yi izlenir kılıyor ve neden başkasının hayatını izlemiyorum diye sordurtmuyor bana.

Tabii ki de Marjane’ye masum olarak bakmayacağız. Sayın Torunoğlu’nun dediği gibi Marjane Peygamber olmuş olsaydı masum olabilirdi çünkü peygamberler günahsızdır. Ama Marjane’de bir insan ve insanlar hata yapar, günahkâr varlıklardır. Bunca olayı yaşayan kişinin yaşının 18-20 arası olduğunu unutmayınız. Torunoğlu’nun elinde olsa Marjane’yi pinyata yapıp sopalayacaktır. Ama yiğidi öldür hakkını yeme, bende filmin sonlarına doğru sıkıldım kızın aşk kaçamaklarını izlerken Sayın Torunoğlu. Belki de tek uzlaştığımız nokta bu olabilir. Ama bu dünyada insanı en mutlu eden duygulardan biri de aşk değil midir?

Öncelikle iki yazara da ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. İkisi de oldukça iddialı yazılar ile sadece taraflarını açıkça belli etmekle kalmamışlar, düşüncelerini de kanıtlamak için var güçleriyle uğraşmışlar. Çabaları yeterli mi değil mi bunu birazdan söyleyeceğim. Ama benim için karar vermesi bir hayli güçtü, bunu itiraf etmeliyim.

İlk söyleyeceğim bunun bir uyarlama film olduğunu unutmamak gerektiğidir ve bir uyarlama filmde, filmin uyarlandığı eserden bahsetmek oldukça önemlidir. Saldırı’yı yapan Taylan Kaan Torunoğlu nispeten çizgi romandan bahsederek benden artı puan almayı başarıyor. Ama kesinlikle yeterli değil! Bu önemli çizgi roman için daha çok yer ayrılmalı hatta film ile kıyaslaması yapılmalıydı. Savunma’da yer alan Umut Uçan ise Marjane Satrapi’nin çizgi romanından tek bir cümlede bile bahsetmiyor. Bence bu oldukça büyük bir eksiklik!

İkinci olarak ise sunulan kanıtlardan bahsetmek istiyorum. Taylan Kaan Torunoğlu, dört ayrı kanıt sunmuştur ve bu kanıtların hepsi filmden karelerdir. İddiaları destekleyici öge olarak bu kareleri kullanma fikri başarılıdır. Ama kanıtların tek tipte olması, “Kanıt 4” dışında diğer kanıtların yetersiz ve inandırıcılıktan yoksun olması bu başarıya gölge düşürmektedir. Öte yandan yazısına çok güvenen Umut Uçan, “Persepolis” filmini savunurken hiç kanıt kullanmama yoluna gitmiştir ve sadece Taylan Kaan Torunoğlu’nun iddialarını çürütmeye çalışmakla yetinmiştir. Elbette hiç kanıt sunulmaması, Savunma’yı yapan Umut Uçan için büyük bir eksikliktir. Mesela Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud röportajlarından alıntılar görsek güzel olmaz mıydı?

Bunlar benim özellikle dikkat ettiğim ve ayrıca parantez açmaya lüzum bulduğum konulardı. Şimdi müsaadenizle, iki yazar için de genel bir değerlendirme yaparak sonucu açıklamak istiyorum.

Bir filmi eleştirmek kolaydır. Ama ikna edici bir eleştiri ortaya koymak zordur! Bu bağlamda, Taylan Kaan Torunoğlu’nun yazısının geneline yayılan “Neden illa bu kızın hikayesi?” eleştirisinin fevri bir bakışın ürünü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir film, tarihi ya da toplumsal olayları kendine konu edinirken bile merkezine bir karakteri almak zorundadır. Sıradan insanların yaşadıkları bile sinemada büyüleyici bir hikayeye dönüşebilir. Üstelik Marjane Satrapi’nin hikayesinde birçok ilgi çekici öge bulmak mümkündür. Baskıcı bir rejim, devrim, savaş görmüş ve memleketinden yıllarca uzakta kalmış bir kızın gözünden bir ülkenin panoramasını izlemek önemli bir deneyim değil midir? İşte bu yüzden Taylan Kaan Torunoğlu’nun bu tarz iddialarında son derece zayıf kaldığını düşünüyorum. Ama öte yandan, olaylara salt Batılı gözüyle bakıldığı ve Avrupalılara karşı yapılan eleştirilerin sönük kaldığı yönündeki çıkarımlarını ise doğru ve yerinde buluyorum. Yani kısaca şunu söyleyebiliriz ki, Taylan Kaan Torunoğlu, genel olarak doğru tespitlerde bulunmasına rağmen eleştirilerini sağlam bir temele oturtamamıştır. Bu yüzden Taylan Kaan Torunoğlu’nun düşüncelerinin bir çoğuna katılmama rağmen bu yazıya 10 üzerinden vereceğim puan 5 olacaktır. Bu arada yetersiz de olsa çizgi romandan bahsedilmesinin ve başarısız da olsa kanıt kullanılmasının yazının puanını yükselttiğini hatırlatalım.

Gelelim onca saldırıyı Umut Uçan’ın nasıl savunduğuna ya da savunmaya çalıştığına… Genelde romantik bir bakışla Marjane’yi her konuda savunmaya çalışan Umut Uçan, haddinden fazla uzun ve aşırı ağdalı cümlelerle bezenmiş bir yazı ile ne yazık ki pek de umduğum savunmayı yap(a)mıyor. Umut Uçan’ın savunmasını yaparken, Şah Dönemi ve İran İslam Devrimi hakkında yaptığı yorumlar sığ bir bakışın ürünü olmanın ötesine gidememiştir. Ayrıca İran Sineması’ndan verdiği örnekler de pek doğru ve konuyu destekleyici filmler değildir. Bununla birlikte bu filmlerden hiçbirinin “Persepolis” filminin ulaştığı uluslararası başarıya ulaşamadığını hatırlatmak gerekir. İşte bu sebeple Taylan Kaan Torunoğlu’nun öne sürdüğü tez de haklılık payı vardır. Her ne kadar Umut Uçan’ın romantik bir bakışla Marjane’yi savunduğunu söylesem de bu savunmaların Taylan Kaan Torunoğlu’nun saldırılarından daha etkili olduğunu söylemeliyim. Ama bazen Umut Uçan’ın her eleştiriye cevap vermeye çalışırken yanlış bilgiler verdiğinin de altını çizmeliyim. Mesela Taylan Kaan Torunoğlu’nun “Kanıt 1” olarak nitelendirdiği film karesi için Umut Uçan, Marjane’nin başörtüsü ile müzik dinlediğini, evdeki aile üyelerinin de başörtüsü taktığını söylemek gibi bir gaflete düşmüştür. Söz konusu olan sahnede aile üyelerinin hiçbirinde başörtüsü yoktur. Bu tarz ufak tefek hatalara rağmen Umut Uçan, yapılan saldırılara karşı başarılı bir savunma yapmıştır. Ama filme, tarihi ve kuramsal çerçevede bakmaya çalışırken amacına ulaşamamıştır. Bu da yazının bütünlüğünü fazlasıyla bozmuştur. Bu yüzden bu yazıya 10 üzerinden 5 puan veriyorum. Çizgi romandan hiç bahsedilmemesinin ve hiç kanıt kullanılmamasının yazının puanını eksilttiğini de hatırlatalım.

Taylan: 5/10            Umut: 5/10

Not: Yazarların kafa çizimleri Taylan Kaan Torunoğlu’na aittir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir