Çanakkale Çocukları (2012)
Çanakkale Çocukları, Sinan Çetin’in 2012 yapımı, savaş karşıtı, dram filmidir. Çetin, 5 milyon Dolar’a çektiği bu filmin senaryosunu da kendisi yazmıştır. Film, 1918 yılında İngiliz bir anne ve Türk bir babadan dünyaya gelmiş iki kardeşin Çanakkale Savaşı’nda karşı siperlerde savaşmasını konu almıştır.
Siz Savaş Çıkarırsınız, Biz Ölürüz!
Film oldukça etkileyici bir rüya sekansı ile başlıyor. Bu rüya, Türk siyasetinde nüfuslu bir yere sahip Kasım’dan, Osman ve James adında iki oğlu olmuş İngiliz bir annenin rüyasıdır. Catherine (Rebekka Haas), rüyasında kendisinden habersiz savaşa gönderilen çocuklarını azap içinde görür. Burada Sinan Çetin’in birçok filminde rastladığımız simgesel sinema dili dikkat çeker. Bir elmanın iki yarısının kana bulanması, asılı olan beyaz çarşafların birden kan kırmızısı olup her birinin ardında yaralı bir askerin belirmesi oldukça etkileyici anlatımlardır. Evladı savaşta olan bir annenin yaşayabileceği korku ve travmayı çok iyi bir şekilde seyirciye geçirir. Catherine, çocuklarını kurtarmak için o sırada cemiyet toplantısında savaş çığırtkanlığı yapan kocasının karşısına dikilir ve ona “çocuklarımı bana sormadan savaşa yolladın” diyerek hesap sorar. Catherine’nin çığlığı aslında o sırada tüm annelerin çığlığıdır.
Aralara yerleştirilen feci savaş görüntüleri savaşın nasıl bir kıyım, nasıl bir vahşet olduğunu çok iyi anlatır. Bu görüntüler, politikacıların lüks toplantılarda içkilerini yudumlayıp savaş planları yaptığı sahnelerle paralel kurgulanmıştır. Bu ihtişamlı adamların verdikleri kararlarla gencecik oğulların harp meydanlarında nasıl paramparça olduğunu görürüz. Açıkçası filmi buraya kadar çok etkileyici buldum. Film bittiğinde, “keşke film bu kısımdan ibaret kalsaydı ve kısa metraj film olsaydı” dedim. Gerilimi yüksek bir sekanstı. İzlerken tüylerimi diken diken etti. Ama ne yazık ki Sinan Çetin, yerleştirmek istediği daha birçok mesajı olduğu için filmi uzatma gereği duymuş.
Haluk Bilginer’in canlandırdığı Kasım, Osmanlı’nın maden işletmelerinin sahibi ve önemli bir ittihatçıdır. Ayrıca Enver Paşa ile arası oğullarını cepheden almasını sağlayacak kadar kuvvetlidir. Filmde sahne aralarına edebi niteliği yüksek etkileyici metinler yerleştirilmiş. Bunlardan biri komutanın (Oktay Kaynarca) Kasım’a ayar verdiği sahnede “siz savaş çıkarırsınız biz ölürüz” diye başladığı konuşmasıdır. Komutan, bir toprak parçasına ateş düşürürken o yangında kendi çocuklarının yanacağını göz ardı eden, aklı başına geldiğinde ise sadece kendi çocuğunu kurtarmak için elini ateşe sokan bu adama haddini bildirir.
Ölmeden Mezara Koydular
Çocuklarına beklediği kadar kolay bulamayan Catherine öfkelenir. O dönemde gerçekte asla yapamayacağı bir şeyi yapar ve insanların içinde kocasına tokat atar. Atılan o tokat aslında savaşta ölen, çocukları öldürülen tüm insanların adına atılmış gibidir adeta. Filmin sonuna doğru Catherine çocuklarını bulur. Ama Anzak siperlerindeki William gitmelerine izin vermez. Catherine ona şöyle seslenir: “William senin bir annen var değil mi? Türkleri öldür diye doğurmadı seni veya Türkler seni öldürsün diye.” Filmin bu kısmı savaş olgusunu bir annenin gözünden ve yüreğinden görmemizi amaçlar. Yeri gelmişken, Osman ve James’i Sinan Çetin’in oğulları (Orfeo Çetin ve Rafael Cemo Çetin) oynamıştır. Sinan Çetin hazır biri Avrupai tipli, diğeri Anadolu çocuğu imajlı iki oğlu varken oyuncu seçmeye ihtiyaç duymamış belli ki.
Beğendiğim sahnelerden bir diğeri de finalde ki savaş sahnesidir. Türk ve Anzak komutanlarının taarruz sırasında yaptığı motivasyon konuşması esnasında yapılan kurgu çok hoşuma gitti. Ayrıca iki kardeşin yüzlerine sarılan bayraklar nedeniyle birbirini tanıyamayıp öldürmesi, iyi düşünülmüş bir anlatım olmuş. Rüya sekansı ve şehitleri gömme sahnesi gibi savaş sekansını da oldukça başarılı buldum. Ölülerin toprağa gömüldüğü bir sahne vardır. Fazlasıyla gerçekçi ve etkileyicidir. Genç insanların bir çukura üst üste atıldığı bir sahnedir. Burada kamera çukurun içinde, ölülerin altına yerleştirilmiştir. Üzerlerine toprak atılır ve ekran kararır. Seyirci o gençlerle birlikte adeta ölmeden toprağa gömülür.
Şanlı Bir Onur Mücadelesi
Tarihin en kanlı savaşlarından biridir Çanakkale. Şanlı bir onur mücadelesidir her şeyden önce. Ama bu filmde savaş güzellemesi yapmak yerine olaya daha insani bir yerden bakmak istenmiş. Savaşı öven değil, barışı yücelten bir film çekilmeye çalışılmış. Çanakkale filmlerinde alışık olduğumuz “Çanakkale Geçilmez” ruhu bu filmde yok. Bu açıdan filmin, diğer Çanakkale filmleri içinde farklı bir yeri olduğunu söylemek mümkün.
Filmin çıkış noktası aslında oldukça güçlü. Savaş meydanlarında birbirlerini öldüren insanların kardeş olduğunu ve ölen hangi taraftan olursa olsun yüreği yananların o evlatları doğuran analar olduğunu anlatıyor. Ülkeleri kadınlar (belki de analar demek daha doğru olur) yönetse tarih bunca kanlı savaşa tanıklık etmeyecekti mesajı önümüze konuyor. Film baştan sona bir sanat filmi havası ile çekilmiş. Film de gerçek ve rüya iç içe geçmiş; yönetmenin simgesel üslubu da eklenince sanki film izlemiyorsun da bir rüya görüyormuşsun hissi veriyor. Ayrıca ara ara başarılı kadrajlar yakalanarak iyi fotoğraflar çıkarılsa da filmin tamamına yakını omuz plan çekilmiş. Bunun yanı sıra mekân ve oyuncu kullanımı da minimal tutulmuş. Haluk Bilginer’in dışında ki oyunculuklar ise konuşulmaya değer değil. Film ilerledikçe hikâyenin inandırıcılığı iyice azalıyor. Film gereksiz uzatıldığı için bir yerden sonra sıkıcı olmaya başlamış. Yazının başlarında da dediğim gibi film baştaki rüya sekansı ile kalsaydı bence daha etkileyici olurdu.
Filmi beğenip beğenmediğim konusunda bir karara varamadım. Evet güçlü bir mesajı, güçlü sahneleri var. Ama hikâye ve diyaloglar inandırıcılıktan fazlasıyla uzak. Ayrıca bu filmi bir Çanakkale filmi olarak saymak doğru olur mu bilmiyorum. Çünkü daha çok yönetmen mesajını iletebilmek için Çanakkale Savaşı’nı fon olarak kullanmış gibi. Öyle ki aynı hikâyeyi Çanakkale Savaşı’ndan bağımsız başka savaşların, terör olaylarının içine yerleştirirseniz sırıtmaz. Velhasıl izlerken yer yer keyif aldığım, yer yer sıkıldığım bu film için bir Sinan Çetin denemesi daha demekte bir sakınca görmüyorum.
Yazar: Ayşenur Özdemir