Sinema Sohbetleri #8: La Jetée (1962)
Takvimler 05.01.2021 tarihini gösterdiğinde, Maksat Sinema Olsun’un iki neferi, Chris Marker’ın “La Jetée” filmi üzerine konuşmak için Maltepe sahilde, insanlardan olabildiğince uzak bir banka oturmuş ve 1 saat 5 dakika süren hararetli bir konuşmanın içine girmişlerdir. İşte aşağıda okuyacaklarınız bu konuşmanın aslına sadık bir özetidir. Keyifli okumalar…
Konuşmacılar: Umut Uçan, Uğur Tatar
Ses Kayıt ve Decode: Umut Uçan
Editör: Uğur Tatar
Umut: Son 1 senedir varlığını devam ettiren Covid-19 virüsü yüzünden post-apokaliptik bir dünya, filmlerde izlediğimiz kıyamet sonrası bir evren var sanki karşımızda… George A. Romero’nun zombi filmleri gibi, sonrasında çıkan salgın filmlerine benzer bir dünyanın içindeyiz. Daha öncesinde İspanyol Gribi, SARS Virüsü gibi hastalıklar Dünya’yı etkilemişti ama bu sefer bizzat süreci yaşıyoruz. İnşallah en kısa sürede bu virüs biter… Bu konuyla alakalı bir filmden bahsedeceğiz. Salgın filmi değil ama kurduğu gelecek tasviri, distopik bir dünya yaratması, onu da 3. Dünya Savaşı olarak lanse etmesi ile filmi mercek altına almak istedik. Filmin ismi “La Jetée”. Fransız filmi, yönetmeni Chris Marker. Yeni Dalga yönetmenlerinden kendisi. Godard ile Truffaut ile çağdaş. Hepsinin bilimkurgu filmi var: Godard’ın “Alphaville”, Truffaut’un “Fahrenheit 451” filmi yanında Chris Marker’ın da “La Jetée” filmini sayabiliriz. İstersen sen başla Uğur.
Uğur: Öncelikle filmin en ilginç noktasından bahsedelim. Film bir fotoroman şeklinde. Yani film tamamen fotoğraflardan oluşuyor! Bir sahne hariç hareketli görüntünün olmadığı bir film. Aslında filmi en ilginç kılan şey tam olarak bu. Ama bunun dışında, bu fikri güzel bir şekilde kullanması, hem bir anlatıcı hem de müzikle çok iyi desteklemesi ve aslında güçlü senaryosuyla vurucu olmayı başarması da filmin önemli noktalarından. Ayrıca zaman yolculuğu, kıyamet sonrası dünya tasviri filmlerinin de öncülü diyebiliriz. Sen Kutluğ Ataman’ın “Aya Seyahat” filmini izlemiş miydin?
Umut: Yok, izlemedim.
Uğur: “La Jetée”yi izlerken aklıma “Aya Seyahat” filmi geldi. Aynı bunun gibi fotoroman şeklinde o da. Sadece fotoğraflardan oluşuyor, bir anlatıcısı var. O da siyah beyaz bir bilim kurgu. Ama o uzun metraj. 80 dakika civarındaydı. Belki Kutluğ Ataman, bu filmden esinlenmiştir, kim bilir. Başka var mı bu tarz filmler, sen biliyor musun?
Umut: Araştırmıştım ama bulamamıştım. Ama söylediğin iyi oldu. Türk yönetmenin bu tarz bir film yapması sevindirici. Fotoroman tarzı film ben de bilmiyorum. Ama yapılmış olabilir. Sinema alanında arkeolojik kazı yapmak gerekiyor, var mı yok mu öğrenmek için. Yine de “La Jetée” için bir ilk film diyebiliriz.
Uğur: “12 Monkeys” filminin bu filmden esinlenildiği üzerine biraz konuşabiliriz. Hatta sonrasında bir kısa film bile çekmişler 2013 yılında. Daha sonra 4 sezon süren bir dizi var. “12 Monkeys” ve diğerlerinin atası bu film. Kıyas yapabilir misin mesela?
Umut: Terry Gilliam’ın “12 Monkeys” filminde Brad Pitt ve Bruce Wills’in akıl hastanesinde geçen sahneleri hafızalara kazınmıştır. Oyunculukları filmi taşımıştır. Hayvanat bahçesinde geçen başarılı sahneleri vardır. Hayvanlar, Amerika sokaklarında dolaşır durur. Çok güzel sahnelerdir. Şöyle bir durum var, popüler olmak için mi yoksa yönetmene giydirmek için mi söylenmiş bilmiyorum, Gilliam, “La Jetée”yi baştan sona kadar hiç bir zaman izlememiş, öyle diyor. Bana ilginç geldi…
Uğur: Ben pek inandırıcı bulmadım.
Umut: Evet, çok ilginç. Fikri aldım mı diyor acaba sadece. O film iyi değil anlamına mı geliyor bu dediği? Bana çok fazla kıyas yapıldığı için böyle bir şey söylüyormuş gibi geldi.
Uğur: Kıyas tabii ki yapılacak. Uyarlama sonuçta.
Bisikletten Düşen Kız: Aaa!
Umut: (Düşen kıza bakarak) Al sana kıyamet senaryosu!
(Uğur ve Umut, kalkıp kıza yardım etmeye çalışmazlar. Vicdansızca gülmekle yetinirler.)
Bisikletten Düşen Kız: Ayağım acıyor!
Uğur: Nedenini söylüyor mu peki? Neden izlemediğini söylüyor mu?
Umut: Hayır. Aslında filmler apayrı, son sahne birebir aynı ama sonuçta bizim filmimiz “La Jetée”nin sonu daha yalınken, “12 Monkeys” daha uzatarak ağır çekimlerle veriyor. Niye son sahne diyorum çünkü filmin sonu sinema literatürüne girmiştir. Loop, yani döngü dediğimiz olayı sinemaya sokan ilk filmdir. Chris Marker sonunu çat diye bitiriyor, hiç uzatmıyor. Görülmeye değer bir finale sahip. Terry Gilliam filmini iyi kaliteli oyuncularla bezerken, Chris Marker’ın filminde oyunculuk anlamında bir şey yok diyebiliriz. Şöhretli oyuncular yok en azından.
Uğur: Oyunculuk diye bir şey yok ki zaten!
Umut: Daha çok zaten ses kuşağı ve atmosfer ön planda. Oradaki fısıltılar ve müzik filmi destekliyor. İkinci olarak da atmosfer var. O fotoğraf kareleri, ışık ve mekanlar çok güzeller. Hele zooloji müzesindeki çekimler gerçekten de kıyamet sonrası dünyaya inandırıyor. Yani 3. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki dünyayı gerçekçi kılıyor.
Uğur: Ses kuşağı dedin. Bence ses, bu filmdeki en önemli şey olabilir. Sadece fotoğraflar, sanki bir slayt izliyormuş gibi aksaydı, film çok zayıf kalabilirdi. Her ne kadar güçlü fotoğraflar olsa da… Ama mesela fısıltıyla duyulan diyaloglar, ses efektleri, müzikler bunlar gerçekten atmosferi, o kasvetli havayı yaratmak konusunda artı bir değer sağlıyor.
Umut: Fransa’nın meşhur yer altı mezarları vardır, oraları anımsattı bana. Keza kanalizasyon gibi ortamlar, örgütün taktığı gözlükler, distopik dünyayı besleyen çılgın bilim adamları veya karakterimizi geçmişe ve geleceğe yollayan örgüt… Bu arada onlar Alman mı? Ben bir kaynakta Alman diye okudum. Oradakiler Fransızlar olmayabilir. İyi insanlar hiç değiller. Benim algıladığım o. İkinci Dünya Savaşı’nda biliyorsun Fransa işgal edilmişti. Fransa hatta ikiye ayrılmıştı; Almanların safında duran Vichy Fransa’sı ortaya çıkmıştı.
Uğur: Buna bir gönderme olabilir mi diyorsun?
Umut: Filmde bahsedilmiyor ama öyle sezinledim. O örgütün kötü olduğunu düşünürsek…
Uğur: Örgütün kötü olduğuna dair filmde ne var mesela?
Umut: Denekler patır patır ölmüş…
Uğur: Sonuçta yapmak istedikleri savaş öncesine gidip savaşın sebebini bulmak sonra da savaşı durdurmak. Bu onların kötü olduğunu göstermez ki… Tamam belki yaptıkları şeylerin iyi olduğunu söyleyemeyiz ama amaçları savaşı durdurmak. Bu yüzden örgütün kesin olarak kötü olduğunu söylemek, Alman olduğunu söylemek… Bilemiyorum…
Umut: Benim ki sadece bir varsayım zaten. Şöyle bir detay var bilmiyorum fark ettin mi? Baş karakterimizin paltosunda çift kazık gördüm: Onbaşı rütbesi. Bu palto, bana askeri bir yapılanmayı çağrıştırdı. O palto örgütün mü mesela? Emin değilim… Şöyle zorlama bir şey de çıkabilir. O gözlükler biraz Almanları çağrıştırıyor. Alman Dr. Mengele… Monokl denen tek camlı gözlük takan Alman bilim adamları…
Uğur: Şimdi gözlük dedin de… Bilim adamlarının taktığı gözlükler, herhalde filmde görüp görebileceğimiz en dikkat çekici unsur olabilir. Benim şöyle bir eleştirim var. Bilmiyorum katılır mısın? Film, tüm artılarına rağmen prodüksiyon tasarımı konusunda hiçbir şekilde tatmin etmiyor. Denek yapılan baş karakterimizi hamakta yatırıyorlar.
(Umut, gülmeye başlar.)
Uğur: Gözlerini kapatmak için kafasına sütyen benzeri bir şey geçiriyorlar.
(Umut’un gülüşü daha da şiddetlenir. Adeta bir haykırış havasında… Uğur’da dayanamaz, o da gülmeye başlar. Karşılıklı gülüşmeler. Kahkaha tufanı…)
Uğur: Hamakta yatan, kafasına sütyen takmış bir adam görüyoruz. Bu ciddiye alınacak gibi değil, bana kalırsa. Güçlü hikayesi, kasvetli atmosfer tasarımı ve yenilikçi bakışına rağmen bu basite kaçma durumu, beni biraz rahatsız etti açıkçası. Bilimsel deneyi hamakta yapmaları, bir insanı zamanda yolculuğa hamakta çıkarması, sana da tuhaf gelmedi mi?
Umut: (Güler) Argüman koyamıyorum karşısına. Kalıpları kırmak istemiş olabilir mi? Aklımıza laboratuvar ortamı geliyor. Ama o bilindik ışıklı laboratuvar ortamı olamaz çünkü kanalizasyon gibi bir yerdeler. Yer altındalar…
Uğur: Yine de illa hamak mı olması lazım? (Güler) Bir eleştiri mi bu yani, bilemiyorum! Geçmişe dönüş şöyle oluyor; bir tane iğne görüyoruz ve hop! Geçmişteyiz. Sanki buraları fazla önemsememiş ya da hızlıca geçmek istemiş gibi.
Umut: Gözlük gibi ilginç bir alet edevat kullanılsaymış, daha akılda kalırmış. Ama karakterler konusunda ilginç tercihler yapmış. Karakterlerin suratları kemikli, bilim adamlarının suratları eciş bücüş gibi. “The Human Centipede 2” filmindeki protagonistin suratına benzeyen tipler var örgütte.
Uğur: Fransa sinemasında sıkça karşılaştığımız gibi sık sık suratlara odaklanıyor yönetmen. Aslında bu da onu mekandan kurtarıyor. Mekan anlamında bize gösterdiği doğru düzgün bir şey yok. Yıkık dökük bir dünya gösteriyor. Bir de havalimanı var. Onun dışında bir mekan yok. Bütçesel kaygılar mı diyelim, başka bir şey mi diyelim?
Umut: Zooloji müzesi güzeldi. Gözüm sürekli oradaki hayvanlara takıldı.
Uğur: Orası güzeldi ama oradaki güçlü mekan tasviri, yeraltına girdiğimizde maalesef devam edemiyor.
Umut: Zaten savaş olmuş, bir nevi “Stalker” dünyası gibi. Bu sebeple yer altında yaşıyorlar. ve yer üstünü göstermiyor. Yer üstünü, stok görüntüler ve patlama görüntüleri kullanıp göstermişler. Daha çok hayal gücümüzü kullanıyoruz.
Uğur: Benim demek istediğim şu: Yeraltına indiğimizde hamak ve örgüt üyelerinin kellelerinden başka bir şey göremiyoruz. Tamam sıkışmışlık hissini veriyor ama bir yandan da diğer her şeyi görselleştirirken filmin bu konudaki tercihi beni tatmin etmedi. Üstelik bunlar geçmişe ve geleceğe nasıl gidiyor? Orası da çok muğlak. Bir iğne ile olacak iş mi bu?
Umut: Mekanda cansız mankenler var; ayağı, kolu kopuk, suratı deforme olmuş. Yönetmen elini biraz korkak mı alıştırmış acaba? Fazla mekan yok. Zaten yeraltı sahneleri karanlık. Geçmişe gittiğinde kadınla beraber anıta gidiyor. Farklı mekan olarak orayı sayabiliriz.
Uğur: Geleceğe gittiğindeki yaratıcı çözümlerini, yer altında kullanamamış gibi geldi bana. Gelecekte mekan tasviri yok ama yıldızlarla harmanlanan adamların uhrevi görüntüleri… Kısıtlı imkanına rağmen güzel bir görsellik yakalamış. Ama günümüzde, yeraltına geldiğimizde böyle etkileyici bir görsellik yok.
Umut: Doğru, katılıyorum.
Uğur: Geçmişe döndüğünde bize ferah bir şekilde mekan sunarken, günümüze geldiğinde 3. Dünya Savaşı sonrasındaki Paris’in dehlizlerinde bilerek sıkışmışlık hissini veren sahneler ile kasvetli bir atmosfer yaratmaya çalışıyor. Bunu da başarıyor. Buna diyecek bir şey yok. Geçmişe döndürme kısmı muallak! Orada bilimsel bir şey dönüyor kardeşim yani biraz daha inandırıcı olması gerekmez mi? O gözlüğü niye takıyor bu bilim adamları, kahramanımızı hamakta sallamak için mi?
Umut: (Güler) Doğru, o gözlüğü niçin takıyorlar? O anlatılmıyor. Arada bilgi olarak verilebilirdi. Karanlıkta gözlerinin alışması için mi? Belki de elektrik yok. Sadece görsele hizmet etmek için mi? Cevapsız kalıyor sorularımız. Hatta filmin afişine bile koymuşlar o gözlüklü adamı.
Uğur: En akılda kalan figür o çünkü.
Umut: Şöyle genel olarak bakarsak. Nasıl buldun sen filmi?
Uğur: Çok kısa olmasına rağmen, çok zor bir film bu…
Umut: Evet, 28 dakikalık süresi olan bir film.
Uğur: Tüm o paradoksun içinde anlatmaya çalıştığı çetrefilli bir konu. Geçmişe gidiyoruz, geleceğe gidiyoruz. Bir savaş eleştirisi de var aslında burada. Bu kadar kısa sürede bu kadar fazla şey anlatmak çok zor. Doğal olarak bu da zor bir dil ortaya çıkarıyor.
Umut: İzlemeyen için bu yazı şaşırtıcı olacaktır. Günümüzde geçiyor, geçmişe gidiyor, hop oradan geleceğe gidiyor. 3. Dünya Savaşı olmuş. Okur, bunu 28 dakikada nasıl anlatmış diye düşünebilir. Çok ideal bir süre kullanımı var. Çok fazla fotoğraf kareleri çekilmiş olabilir ama en ideallerini alıp koymuşlar, zaman yönetimini iyi becermişler.
Uğur: Evet, kesinlikle. Süre uzasaydı bence etkileyicini de yitirebilirdi.
Umut: Şöyle kullanmış… Gelecek görüntüleri fazla yok, geçmiş günümüzdeki görüntülere nazaran.
Uğur: Gelecek tasviri geçmişe göre çok daha zor çünkü.
Umut: Hem zor hem de bir karar döndüğü için gelecek sahnesi de son sahneyi besleyen bir sahne. Bir nevi Kafka’nın Dava romanındaki mahkeme sahnesi gibi. Oradaki karar mercii gibi bir sahne olduğundan bir macera yok. Zaten karakter de orada kalmak istemiyor.
Uğur: Sence tekrar geçmişe dönme arzusu altında ne yatıyor olabilir?
Umut: Gördüğü kadın, çocukluğunda görüyoruz bu kadını ilk olarak.
Uğur: Kadın neyi temsil ediyor olabilir?
Umut: Burada hareketli sahneden de bahsetmemiz gerekecek. Yönetmen o hareketli sahneyi niçin koymuş onu açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. En temelde bence “umut”. Bizim erkek karakterimiz kadınla konuşarak değil de bir anda tanışıyor. Kadın da onu sorgulamıyor. Böyle de bir şey var. Kadın da mutlu hayatından. Hayatına sürekli sorgusuz sualsiz girip çıkan bir karakter var ve bu onu mutlu ediyor. Kadın adama sen kimsin diye sormuyor. Adam bence geçmişe özlem duyuyor. Umutları, aşkı, Fransa’ya olan aidiyeti… Ülkesiyle özdeleşmek, bağ kurabildiği bir yerde yaşamak istiyor. Sadece varlık değil, mekanla da olan aşktan söz edebiliriz. Kadınla adam sürekli mekanları geziyorlar. Hareketli sahneye gelirsek: Kadın gözleri kapalı yatakta yatıyor. Bir anda uyanır gibi oluyor ve gözlerini açıyor. Adamın uyanışı, aydınlanışı olarak simgelenebilir. Kadınla beraber tüm umutları yeşeriyor. Hayata tutunma isteği artıyor. Hareketli sahne kısacık bir anda kadının gözlerini açtığı sahne. Geleceği tercih etmemesinde o kadının varlığı da bir etken. Sen çok farklı mı düşünüyorsun? Ben çok yanlış anlamış olabilirim. Kadın yok mu acaba? Şu an onu sorgular oldum…
Uğur: Bilmiyorum. Ama şöyle bir durum yok mu filmde, yani geçmişe gidip gitmediği belli değil ki adamın…
Umut: Bence gidiyor ama görevini unuttu gibi geldi bana. Kadına takıldı. Aslında başka şeyler yapması gerekirken…
Uğur: Zaten öyle. Güya savaşın neden gerçekleştiğini bulup savaşı durdurmak için çıkmıştı bu yola. Görevi bu aslında. Yeraltı örgütünün ona verdiği görev bu. Hatta onu seçmelerinin sebebi de aslında geçmişle olan bağı değil mi? Çocukluğu ile olan bağı… Geçmişe takılı kalması bir adamın, yani geleceği hiç istememesi, hatta o kadar imkanı, gelecekte ona verilen imkanları elinin tersiyle itmesi… Aslında bu insanın kaderiyle de alakalı bir şey değil mi? Ne yaparsa yapsın, yaşaması gereken hayatı yaşayacak. Ne yaparsa yapsın yine geçmişe dönecek ve yine aslında -burada spoiler veriyoruz- ama ölecek. Kaderci bir bakış var gibi. Çocukluğunda bunu görüyor, yani aslında kendi geleceğini görüyor.
Umut: Ben öyle düşünmüyorum. “Looper” filminden bahsedebiliriz. O filmde yaşlı formu öldüğünde çocuk ve genç diğer formları da ölüyordu.
Uğur: Evet.
Umut: Ama bu filmde kendi ölümünü görüyor. Alternatif bir evrende yok oldu bence. Tamamıyla yok olmadı. Chris Marker çocukluğu da yok etseydi o fotoğraf karelerinde…
Uğur: Çocukluğu yok olmuyor ama aslında bir döngü işte dediğim gibi. Çocuk hali, yetişkin halinin ölüşünü izliyor. Sürekli gördüğü anı bu. Kadınla olan ilişkisi de zaten öyle başlamıyor mu? Çocukluğunda ki o kadına benzediği için o kadınla ilişkisi başlıyordu. Yani sürekli bu anıyı hatırlıyor ve en sonunda bunun aslında kendi ölümü olduğunu görüyor. Yani burada aslında felsefi bir sorgulama da var? Yani kaderci bakışla birlikte varoluşsal bir bakış da mı var acaba? Çok farklı okumalara açık bir film. Alt metinleri kuvvetli, bunlardan bir sürü şey çıkartılabilir.
Umut: Adamın çocukken gördüğü kadınla, günümüzde gördüğü kadın aynı kadın değil mi?
Uğur: Evet, aynı kadın. Ama biz buradan çıkamayacağız. (Güler) İstersen devam edelim… Film süresini iyi kullanıyor, hikayesi çok güçlü ama burada hiç eksik tarafı yok mu? Yer altı örgütünü çabucak geçiştiriyor mesela. Bunlar nasıl ortaya çıktılar? Sonra adamın geçmişte gördüğü kadın, aslında onun düşünce dünyasındaki hayali biri mi? Geçmişe dönüşte bir kesinlik yok. Yani adam sanki uyuyupta rüya görüyor gibi. Zamanda yolculuğu, sanki zihninde yapıyor gibi!
Umut: Geçmişe fiziksel bir dönüş yok gibi. Peki, günümüzdeki durumun halleri… Örgütün olmadığını, onun da rüya, hayal olduğunu mu çıkarıyorsun?
Uğur: Hayır, onun hayal olduğunu düşünmüyorum. Hayal dediğim aslında şu: Fiziki olarak geçmişe geleceğe gitmiyor. Zaten film bize böyle bir şey sunmuyor ki. Adamın gözleri kapalı, sonra iğne yapıyorlar ve uyuyor adam.
Umut: Fiziksel olarak gitmiyorsa, nasıl 3. Dünya Savaşı’nı engelleyecekler?
Uğur: Örgüt sadece bilgiyi almak istiyor. Neden savaş çıkmış? Bunu öğrenmek istiyorlar.
Umut: Sadece bilgi toplamak için zaman yolculuğu yapıyor diyorsun. Casus gibi…
Uğur: Evet, bize sunulan o. Bu bilgiyi öğrendikten sonra ne yapacaklar onu da bilmiyoruz gerçi. O zaman fiziksel olarak dönmek zorundalar ki savaşın getirdiği yıkımı tersine döndürebilsinler. Burada da işler karışıyor. Hiçbir şeyden emin değilim açık söylemek gerekirse.
Umut: Geçmişte öldürüldüğünde gerçek hayatta ölmüyor mu? Matrix gibi. Matrix’te ölünce ölüyordun. Son sahnede vuruluyor ölüyor. Ama şimdiki hayatında ölüp ölmediğini biliyor muyuz?
Uğur: Bilmiyoruz. Biliyor muyuz?
Umut: Evet, bilmiyoruz.
(Karşılıklı gülüşmeler.)
Umut: O zaman buna kesin olarak bir zaman yolculuğu diyemeyiz. Bu deneyi yapan insanlar daha önce niçin öldüler?
Uğur: İlaç veriyorlar sonuçta. Üstelik zihinde yapılan bir yolculuk bu. Belki de delirmiştirler.
Umut: Bazıları delirdi demişti. Bu kişinin seçilmiş kişi olduğu söyleniyor. Niçin? Daha zeki mi? IQ kapasitesi yüksek mi? Bir anda geldi, seçilmiş insan dendi kendisi için…
Uğur: Onun seçilmişliği geçmişe saplanıp kalmasından geliyor sanki.
Umut: Bence spot cümle oldu bu. Biraz daha hayalperest… Sinemaya da atıf yapabiliriz. Hayali daha güçlü kuvvetli. Bence senin dediğin çıkıyor burada. Hayal kurabildiği için gelecek tasviri yapabildi. Belki de önceki denekler geleceği tahayyül edemediklerinden delirdiler.
Uğur: Neden olmasın… Gelecekteki insanlar buna ne teklif ediyordu?
Umut: Burada yaşayabilirsin, sana böyle bir fırsat sunabiliriz demişlerdi. Ama gelecek atmosferi hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Karanlık bir ortam, insanlar uzaylı gibi. Sanki başka bir gezegenden gelmişler adeta.
Uğur: Gelecekteki sahneler çok hızlı geçiyor; bize hiçbir şey sunmuyor. Zaten filmin gelecekle hiç ilgisi yok ki. Film tamamen geçmişe saplanıp kalmış. Aynı bizim adamımız gibi!
Umut: Senin bu sütyen ve hamak tasvirine benzer bir şekilde gelecekteki insanların alınlarında düğmeye benzer aparatlar vardı.
(Karşılıklı gülüşmeler.)
Umut: Fransa Yeni Dalga ekolünde çok yüksek maliyetli stüdyoları yok öyle değil mi? Alphaville’de aslında set görmüyoruz, uzaylı yok. Günümüz gibi, adam başka gezegene gidiyor ama gittiği gezegen dünya gibi aslında. Birazda maliyeti kısmak için yapıyorlar. Keza Fahrenheit 451 filmi de öyle. Bilimkurgu ama distopik bir dünyayı minimal düzeyde veriyordu. Uzay yok, canavar yok, maliyet kısılmış oluyor.
Uğur: Ama yine de en düşük maliyetle yapabildiğinin en iyisini yapmaya çalışmış. Yaratıcı fikirler geliştirmiş. Filmin asıl kuvveti, insanı çaresiz bırakan hikâyesinde. Zor ya gerçekten çok zor. Öyle bir hikayesi var ki bundan bir şey çıkarmak deveye hendek atlatmak gibi. Çünkü bu filme sadece şöyle bakılmaz: Savaş çıkmış. Engellemek için geçmişe gidiyorlar. Bu kadar basit değil yani hikayesi. Yani filmin en önemli kısmının havalimanında geçmesi bile muhteşem bir detay. Yine bir yolculuk var yani…
Umut: Kısa süreli ama belki de üzerinde uzun metrajlı bir filmden daha çok konuşulacak malzemesi var.
Uğur: Kesinlikle. Bu kadar kısa olmasına rağmen bu kadar girift bir konuyu aslında çok tutarlı bir şekilde anlatıyor. Aslında film bittiğinde rahatlamış, her şeyi çözmüş gibi hissediyorsun. Ama böyle üzerine düşünmeye başladığında, o zaman çıkmaza giriyorsun!
Umut: Rahatlıyorsun, doğru. Adamın çektiği o azaptan kurtulduğunu görünce sağaltım yaşanıyor. Bence güzel bir son. Kurtuldu dedim adam için. (Gülerek) Hem hamakta, kafasına sütyen takmışlar. Neredeyse fıtık olacak rahatsızlıkta zaman yolculuğuna çıkmaya çalışıyor. İte kaka bir şey yaptırmaya çalışıyorlar adama
(Karşılıklı gülüşmeler.)
Umut: Kötü bir son değil, nihayete erişi güzeldi.
Uğur: Ne olduğunu bilmiyoruz ki sonunda! Orada ölüyor mu gerçekten? Film aslında bir paradoksun çözümlenmesi ile bitiyor orada ölünce. Ama gerçekte de öldü mü yani?
Umut: Yada daha önceki denekler gibi onunda beyni yandı mı? Gelecekte yaşamak istememesinin nedeni ne sence?
Uğur: Gelecek tablosundaki insanlar, insan gibi değil. Bizden çok daha üst varlıklar. İnsanı insan yapan duygusal özellikleri yitirmişler gibi. Ama öte taraftan günümüzde 3. Dünya Savaşı olmuş, her şey yerle bir olmuş, insanlar hala yaşamaya çalışıyorlar. Hatta düzeltmeye çalışıyorlar. İnsan olmanın temelinde yatan hayata tutunma, hayatta kalma güdüsü… Bizim adamımız da bunu yapmaya çalışıyor, hayatta kalmaya çalışıyor. Ama aynı zamanda bu adam zaten geçmişe saplanmış kalmış biri. Gelecekteki bu tablo onu hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Gelecekte kalmayı kabul ederse, belki tamamen mutlu yaşayacak. Ama insani her şeyden arınması gerekecek. Aslında adamın geçmişte saplanıp kaldığı o kadın, geçmişi temsil ettiği gibi hayata tutunmayı da temsil ediyor olabilir. Belki bu da baş karakterimizin neden onun peşinde bu kadar koşup görevini unuttuğunu daha iyi açıklayabilir.
Umut: Çocukken de görmüştü kadını. Annelik içgüdüsü, anne istenci de olabilir.
Uğur: Olabilir tabii. Çok fazla metafor kullanılmış. Yani bu kadar kısa süreyi güçlü kullanmasının sebebi aslında her şeye bir anlam yüklemesi, sembolik anlamlarıyla onları var etmesi diyebiliriz…
Umut: Hele bir de hareketsiz, tablo gibi izliyorsun görselleri. Sanat galerisine gidip izlemek gibi. Yönetmen sana fırsat sunuyor, fotoğraf karelerine uzun uzun bakıyorsun. Mesela hayvanat bahçesi diyince herkesin aklına canlı hayvanlar gelir ama burada cansız hayvanlar var. Bazı hayvanlar iki karakterimize de bakıyormuş gibi. Sanki ölü değilmiş gibi. Zaman durmuş gibi. Duran zamanı onlar izliyormuş gibi. Beni etkiledi!
Uğur: Sence neden doldurulmuş hayvanlar ile dolu bir müzeyi geziyorlar? Onca yerin arasında neden orası?
Umut: Orada zaman yolcusunun asılı kalması gibi bir durum var. Geçmişe gidiyor, bugüne dönüyor sonra geleceğe gidiyor. Hayvanat bahçesinde ise tüm zamanlarda gibi. Hareketsiz bir zaman içerisinde gibi. Duran zamanın içerisinde geziyorlarmış gibi. Sadece ikisine özel panoramik bir zamansızlık mekanı…
Uğur: Gerçekten güzel açıkladın. Zaten filmin genel anlamda mekan seçimleri konusunda vurucu tercihler yaptığını söyleyebiliriz.
Umut: Tabii sonra işler karışıyor. Örgütte bir kızgınlıkta var. Seni geçmişe yolladık, 3 Dünya Savaşını engelleyecek bilgileri öğren diye ama sen kadınla kırıştırıyorsun!
Uğur: (Güler) Bunları nasıl anlıyorlar o da ayrı bir olay. Geçmişe gittiğinde adamımızı nasıl izliyorlar?
Umut: Anlatıyordur. Araları, boşlukları biz dolduralım. Adam uyandıkça anlatıyor mu acaba?
Uğur: Bunu anlatır mı ya? Görevini yapmadığını anlatacak değil ya!
Umut: Doğru. Bir şeyler anlatıyorsa, gittim geldim diye oyalıyordur. Kadınla gezdim demiyordur herhalde.
Uğur: Yoruldum. Beynim yandı, bir dakika. (El dezenfektanını sıkar.) Biraz mola verelim mi?
(30 dakikalık bir ara verirler. Bu sırada kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından Uğur’un numarası eskort sitelerine verilmiştir. Telefonunda haddinden fazla arama ve mesaj gören Uğur, çileden çıkar. Bunu yapanlara sövüp saydıktan sonra banka oturup rahatlamaya çalışır. Bir şekilde sorunu çözer. Artık konuşmaya hazırdır.)
Umut: Dinlendin herhalde. Devam edelim istersen. Alternatif bir şey sunabilir miyiz? Aslında örgütün dünya savaşı olması sebebiyle yer altına inmesi ve sinema ile bir bağ kurulabilir. Fransız Yeni Dalga akımı yönetmenleri olduğundan, bu ekibin sinemaya bir atıf yapması olağan. O göz hareketi de bunu besliyor. Sinemayı sevdikleri, aslında bizim karakterimiz hayal gücü çok zengin bir adam. Örgütün yanına geliyor, örgütün dinleyecek hikayesi, hikaye anlatacak bir hikayecisi yok. Elektrikleri olmadığını düşünürsek, sürekli karanlık bir ortam, adamdan rüyalarını anlatmaları istendi. Şırınga ile enjekte edilen sıvı belki daha hızlı rüya görmesini, hayal kurmasını yardımcı olan bir ilaç. Aslında adam geçmişe gitmiyor, fiziki olarak bir yerde bulunmuyor, eski anılarını toparlayıp bu insanlara anlatıyor. Filmde bunları göstermiyor ama bu boşlukları kendimiz dolduruyoruz. Sürekli hikayeler anlatıyor, Ezop gibi. Yeni bir dünya, komün kurmaları söylenebilir. İnsanları etrafına toplayıp ateş etrafında toplamak gibi bu adamı dinliyorlar. Burada sen bir şey sormuştun, dünya savaşı için bilgi arıyorlar diye. Adamdan aslında yalanlar dinlemek istiyorlar bence. Gelecek inşası içinde adamın öngörülerini dinlemek istiyor olabilirler mi?
Uğur: Zaman yolculuğunu fiziki olarak yapmadığı düşüncesine çok sıcak bakıyorum. Ama savaşı bitirmek için aradığı bilgi, bu bilgiyi nasıl kullanacakları gibi konularda, daha öncede söylediğim gibi havada kalan kısımlar ortaya çıkıyor. Bu yüzden bilemiyorum. Yani sen diyorsun ki şehri yeniden inşa ettikten sonra bir daha savaş çıkmasın diye bir bilgi mi aradılar aslında.
Umut: Olabilir. Adam eski bilgileri toparlayıp sunması… Çünkü fiziki bir etki göremiyoruz. Sözde zaman yolculuğunda…
Uğur: Şimdi senin söylediklerinden sonra şey bir şey geldi aklıma… Sinema dedik ya, sinema nedir? Aslında bu dünyadan kaçış aracımız değil mi? Burada da aslında yer altı, bir anlamda dünyayı temsil ediyor. Adamımızın geçmişe ve geleceğe gitmesi de sinemayı temsil ediyor. Baş karakterimiz de insanlığı temsil ediyor. Bu anlamda da dediğin şey doğru olabilir…
Umut: Sinema salonuna benzemiyor mu? Karanlık, insanlar orada toplanmış… Adamın sinema aygıtı gibi bir durumu var mı? Sinema aleti gibi bir kullanımı yok mu? O imgeleri, görüntüleri izleyebilecek bir şeyleri yok. Film makarası gibi adam geçmişe de sarıyor, geleceğe de gidiyor. Günümüzde de kalıyor. Aslında o gözlerini kapatmaları falan bir film makarası, bir sinema aleti gibi…
Uğur: Evet, bu şekilde de okunabilir. Yani bu film, her türlü okumaya çok açık zaten. Belki de Chris Marker bunların hiçbirini düşünmemiştir ve sadece bir zaman yolculuğu paradoksu etrafında hikayesini anlatmak istemiştir. Bu tarz filmlerin aslında ne kadar iyi oldukları, böyle durumlarda ortaya çıkıyor.
Umut: Kadın imgesinin önemi nedir sence? Kadın aslında yok mu?
Uğur: Aynı zaman yolculuğu gibi kadının da fiziksel olarak olmaması mümkün bence. Ama orada ne anlatmak istiyor asıl olay bu. Savaşı bitirmeye çalışıyor adam ama kendi ölüyor. İnsan ölüyor. Aslında savaşı bitirmekle ilgilenmeyip kendi hayatı ile ilgilendiği zaman ölüyor. Yani aslında bu da toplumu değil de sadece kendini düşünen bir insanın kendi sonunu getireceği olarak okunabilir. Aşkın, adamı hep bir soruna sürüklediğini görüyoruz. Geleceğe gitmek istemiyor, güzel bir dünyayı bırakıp harap haldeki günümüze geliyor. Geçmişe saplandığı için günümüzü umursamıyor. Günümüzü umursamadığı zaman da ölüyor. Bu anlamda filmin bireyciliği eleştiren bir tarafı var sanki. Toplumun çıkarları için değil de kendi çıkarları için çalışan insanların sonunun bu olacağını söylüyor sanki.
Umut: Haklısın. Adamımız böyle bir imkanı zamparalık yapmak için kullanıyor. (Güler) Döngüden bahsedelim istersen. Bu filmden sonra çok fazla kullanıldı. Zaman döngüsü, geçmişe, geleceğe gitme vb. Ama ortak kanaatimiz diğer filmlerdeki gibi alet kullanmadan gidilemeyeceği, yani adam ne yapıyorsa düşüncesinde, yani hayallerinde gerçekleştiriyor. Ortada 3. Dünya Savaşı var. Bunu nasıl değiştirebiliriz diye kafa yoruyorlar. Başka savaşlar çıkmasın diye bir takım planlar gerçekleştiriliyor.
Uğur: Bu savaşın olduğuna dair bir şey de yok aslında. Bu da adamın kafasında söylediği şey. Aslında her şey adamın kafasında olmuş olabilir. Bütün bunlar geçmişe dönüşünden ziyade, belki de her şey, bizim orada gördüğümüz her şey örgütün adamımızı uyutması ile gördüğü şeyler bile olabilir.
Umut: Bende oraya doğru kayıyorum. Daha önceki denekleri görmedik. Onlar neler gördü o da önemli. Veya bir şey göremediler. “Inception” sahnesinde hatırlıyorum, kısa bir sahne. İnsanlar o cihaz sayesinde fakir insanları bir odanın içinde uyutuyorlardı. Bunlar fakir ama kendi dünyalarından çıkıp alternatif dünyalara gidiyorlardı. Rüyalarında kendini zengin görüyor, daha mutlu bir yaşantının içinde buluyordu kendini. Bizim filmimizde de bir nevi böyle. Yeryüzünde ne olduysa artık yer altına sığınılmış, örgüt kaçış planlıyor sanki bu karanlık dünyadan. Rüyalar yarattırıyor inanlara.
Uğur: Evet, bu da olabilir. Savaş sonrasındaki dünyada böyle bir dünya çok da mantıklı bence…
Umut: Bir de yönetmenin bunu yapması çok olağan. Fransızlar savaş görmüş millet. 62 yapımı film bu. 1921’de doğmuş yönetmen, 2. Dünya Savaşı’nı bizzat yaşamış ve tanık olmuştur. Fransa’dan varoluşçuluk akımı çıktı. Sartre, Camus birçok şey söyledi bu felsefe için. 3. Dünya Savaşı’nı beklemeleri çok olağan. Üst akıl, gelişmiş insanı da koymuş filmine.
Uğur: Üst insana gelene kadar, savaştan kaçışın olmadığını gösteriyor aslında. İnsanın hiç bir zaman oraya ulaşamayacağını da ima ediyor.
Umut: Gelecekteki insanlar üst insan ama mekansız insanlar gibi. Yine savaş olmuş, belki daha kanlısı. İnsanlar mekandan izah, bağımsız olmuşlar. Mekansızlık ortaya çıkmış. Ruh gibiler sanki.
Uğur: Aslında bu sefer sadece zihinde yaşıyorlarmış gibi. Her şey zihinde başlıyor, bizim çıkarımımıza göre tabii bu, ama en sonunda zihinde bitiyor.
Umut: Bu adamın orada yaşamayı kabul etmesinin sebebi olarak, adamın öyle bir kodu yok, kültürü yok. Adam somut dünyada yaşamış hep. Kadınla ilişki yaşayıp yaşamadığını görmedik ama aynı evdelerdi. Belki aşkı yaşayamayacak gelecekte, dokunarak, konuşarak, yazarak keyif aldığı hayatı yaşayamayacak. Mekansızlık adamı aslında sınırlandıracak. Adam belki de bir fırsatı tepiyor ama bildiği hayatı tercih ediyor.
Uğur: Burada insan tahlilinin çok güzel yapıldığını görüyoruz. Film, kademe kademe farklı noktalarda insan doğasını gözler önüne seriyor, insanın savaşın olduğu bir dünyadan aslında hiçbir zaman kurtulamayacağını göstermiş oluyor.
Umut: Belki de örgüte bilgi vermemesinin nedeni, adamımızın örgüte güvenmemesi, eğer örgüte bilgi verse örgüt yeni savaşlar çıkartacak, kendi emelleri için kullanacak bu bilgileri.
Uğur: Doğru. Yüksek ihtimal.
Umut: Adam en güzelini yapıyor, eline geçen böyle bir fırsatı kullanmış, dünyayı değiştirmeye çalışmamış dünyasını değiştirmeye çalışıyor.
Uğur: Noktayı güzel koydun. Son olarak puan verelim, 10 üzerinden.
Umut: 10 üzerinde 8.
Uğur: Ben de 7 veriyorum.
Umut: Ağzına sağlık.
Uğur: Eyvallah, senin de…