Lohusa (2024)

Lohusa (2024)

Sinema ve televizyon tarihimizde kendine has bir dil yaratmayı başaran kadın senaristlerin sayısı bir, bilemedin iki elin parmaklarını geçmez. Ayrıca hem yazıp hem de oynayan, üstelik bunu iyi yapanların sayısı ise şüphesiz çok daha azdır. İlk aklımıza gelen isimlerden biri Gülse Birsel’dir. Onun yaratıcısı olduğu “Yalan Dünya” (2012–2014) dizisinde hayat verdiği Nurhayat karakteri ile adını duyuran Gupse Özay ise bu anlamda akla gelen bir başka önemli isimdir. “Deliha” (2014) ile kalemi kuvvetli bir yazar olduğunun sinyallerini vererek dikkatleri üzerine çeken Gupse Özay, tek atımlık bir kurşun olmadığını akabinde yazdığı senaryolar ile göstermişti. Şimdi ise senaryosunu yazdığı beşinci film olan “Lohusa” (2024) ile karşımızda. Aynı zamanda bu film, Gupse Özay’ın aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni Kıvanç Baruönü ile “Görümce” (2016) filminden sonraki ikinci çalışması olma özelliğini taşıyor.

Bütün Kadınlar Aslında Biraz “Deliha”dır

Henüz kariyerinin başındayken biraz nahif biraz da kaba saba, anlayacağınız enteresan bir harmanın ürünü olan “Deliha” ile Gupse Özay bize sadece alışık olduğumuz komediyi kadınsal bir bakışla sunmakla yetinmiyordu. Aynı zamanda farklı bir odaklanma ile güçlü kadın karakterine yeni bir heyecan getirmesini de biliyordu. Hal ve hareketleri ile bazen “Recep İvedik”i hatırlatan bu karakterin, kendini güncelleyen yapısı ve zaman zaman ortaya çıkan duygusal kişiliği ile ondan ayrıldığı da aşikârdı. Üstelik Gupse Özay, hikâyeyi ele alırken sadece başkaraktere odaklanmıyor onu inandırıcı bir dünyanın içinde konumlandırmayı da başarıyordu. Hâsılı bu ilk senaryo, hiç şüphesiz onun sınıfı geçmesini ve yazacağı senaryoları merakla beklememizi sağlamıştı.

Üstelik Gupse Özay’ın her filminde yükselen gişesi, seyircinin de onu kabul ettiğini apaçık gösteriyordu. Ama işin güzel tarafı bu onu kolaycılığına sürüklemiyor, filmlerinin tamamını aile ve arkadaşlık temalarının üzerine inşa etmesine rağmen tekrara düşmeyerek özgünlüğünü de koruyabiliyordu. Evet, bazen benzer şakalar ve kör göze parmak mesajlar ile karşılaşıyorduk karşılaşmasına ama genel olarak baktığımızda yeni ve eğlenceli bir işe şahitlik yapıyorduk. Bu yükselen ivmeyle birlikte gelen cesaret, onun “Deliha 2” (2018) filminin yönetmen koltuğuna da oturmasına sebep oldu. Bu devam filminin senaryosunda ilk filmin ruhunu yakalamayı başaran Gupse Özay, daha önce çalıştığı yönetmenlerden aşağı kalmayarak yönetmenlik konusunda da hiç fena bir iş çıkarmayacaktı.

Yine de “Deliha”, Gupse Özay’ın kerteriz noktası gibiydi. Ona yaklaşınca iyi işler ortaya koyuyor, ondan uzaklaşınca bir şeylerin tadı kaçıyordu. “Görümce” (2016) ve “Eltilerin Savaşı” (2020) filmlerinde “Deliha”yı hissettiren birçok kısım bulmak mümkün. Hatta biraz ileri giderek bütün filmlerin “Deliha” ile aynı evrende geçtiğini bile iddia edebiliriz. Tüm bunların ışığında Gupse Özay’ın tekrara düşmese de ilk senaryosunda yakaladığı parıltıyı diğer senaryolarında da aradığını ama tekrar yakalamakta zorlandığını söyleyebiliriz.

Onu en son gördüğümüz iş olan “Eltilerin Savaşı”ndan tam dört yıl sonra gelen “Lohusa” ise büyük bir kafa karışıklığının, hizaya getirmesi zor bir karmaşanın ürünü olarak bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Yeni bir şey ortaya koymak için verdiği mücadelenin stresi mi yoksa yaşadığı hamilelik deneyimin verdiği duygusal bakış mı bilemiyorum ama Gupse Özay hem gerçekleri olduğu gibi ortaya koymak için uğraştığı hem de absürt mizahı nahif bir şekilde kullandığı enteresan bir sonuca ulaşıyor. Ama su ve yağın birleşimi kadar birbirinden ayrıksı duran bu sonuç, kuşkusuz izleyiciyi tutarlı bir seyirlikten mahrum bırakıyor.

Hepimiz Bu Yollardan Geçtik

Sinemamızda hamile bir kadını, hikâyesinin merkezine koyan filmlere pek rastladığımız söylenemese de başarılı örnekler yok değildir. Mesela Pelin Esmer’in “Gözetleme Kulesi” (2012) filmi hamile bir kadının zorluklarla geçmiş hayatını, yumruk kadar sert bir şekilde ele alırken belki de sinema tarihimize en çarpıcı doğum sahnesini armağan ediyordu. Tabii Yılmaz Güney’in “Duvar” (1983) filminden sonra… Her ne kadar muhteşem bir film olsa da “Gözetleme Kulesi”nin derdi hamileliği anlatmak değildi. O istenmeyen bir hamileliğin trajik sonuçları ile ilgileniyordu. Bu anlamda meseleye benzer bir yaklaşım sergileyen, Yeşim Ustaoğlu’nun elinden çıkan “Araf” (2012) filminin adını da anabiliriz.

Hamileliği korku ya da trajedi malzemesi olarak değil de hayatın doğal akışının parçası olarak kullanan bir film aradığımızda ise karşımıza Tolga Örnek imzalı “Senin Hikâyen” (2013) çıkar. Hamileliği bir süreç olarak ele alırken kadın erkek ilişkileri üzerine de kelam etmeyi ihmal etmeyen “Senin Hikâyen”; dram ve komedi soslu, hayat tadında romantik bir film olarak dikkat çeker. “Senin Hikâyen”, sinemamıza genel olarak baktığımızda belki de hamileliği en derli toplu elen alan film olabilir.

Dünya sinemasına baktığımızda hamileliğin çoğunlukla bir komedi filmi malzemesi olarak kullanıldığını görürüz. Bu anlamda bizim sinemamızda da dünyadaki örneklere benzeyen “Bebek Geliyorum Demez” (2018) filmini notlarımızın arasına ekleyebiliriz.

“Lohusa” filmi de seleflerinin çoğu gibi hamileliği bir komedi malzemesi olarak kullanıyor kullanmasına ama bunun yanında perdede pek görmediğimiz bir şeyi yapıyor. Hamileliği değil hamilelikten sonraki süreci, yani lohusa dönemini ele alıyor. Rumca, “yeni doğum yapmış kadın” anlamına gelen lohusa kelimesi, aynı zamanda “alkarısı” denen mitolojik bir varlığı da akıllara getiriyor. Şimdiye kadar korku filmlerinde bol bol gördüğümüz alkarısı, belki de ilk kez bir komedi filminde kendine yer buluyor.

Lohusa Hummasının En Komik Hali

Filmin en büyük problemi, neredeyse belgesel niteliğinde bir gerçeklik arayışı ile lohusa bir kadının yaşadığı sıkıntıyı görselleştirmeye çalışmasından kaynaklanıyor. Ama filmin kendini bu kadar ciddiye alması ne yarattığı dünyaya uyuyor ne de vaat ettiği komediyi layıkıyla verebilmesini sağlıyor. Tabii bu söylediklerimden filmin komik olmadığı fikri çıkarılmasın. Film “kız isteme”, “kına” ve “alkarısı” gibi sekanslarda çıtayı çok yükseklere çıkartarak bizi gülme krizine sokmayı başarıyor. Ama ne yazık ki bunlar, filmin bütününe hizmet etmeyen lokal çabalar olarak kalıyor.

Özellikle alkarısı sekansı şüphesiz filmin en akılda kalan kısmını oluşturuyor. “The Ring” (Halka, 2002) gibi Uzakdoğu menşeli korku filmlerine yapılan göndermelerle bezeli bu eğlenceli anlar, belki de yönetmen Kıvanç Baruönü’nün kendini gösterdiği yegâne kısımları oluşturuyor. Aynı şekilde alkarısı fikrini bu kadar orijinal bir dokunuş ile senaryoya yediren Gupse Özay’da senaryonun geri kalanına baktığımızda yeni hiçbir şey söylemeyen ruhsuz bir metin ortaya koyuyor. Hamilelik sonrasını anlatan bir filmde hamilelikle ilgili kısımları tamamen es geçen senarist, pek rastlamadığımız bir konuyu ele alırken daha önce defalarca gördüğümüz türden klişeleri bir bir sıralamaktan geri durmuyor!

Karakter Meselesi: Kadınlar vs. Erkekler

Filmin zayıf hikâyesini bir kenara koyarsak, karakterleri yok sayan bir bakıştan mustarip olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Gupse Özay’ın hayat verdiği Burcu dışında neredeyse bütün karakterler bir mesajı iletmek için senaryoya eklenmiş gibi duruyor. Bu yüzden onları samimi bulmadığımız gibi mesajlarını da pek dikkate al(a)mıyoruz. Üstelik bu durum, karakterlerin hikâyede üstünkörü bir şekilde ele alınmasına sebep oluyor. Burcu dışında hiçbir karakteri yakından tanıyamıyoruz. Aslında onu da pek tanıdığımız söylenemez. Mesela gerçekten organizatör mü yoksa bunu arkadaş ortamında keyif için mi yapıyor, belli değil? Ne yazık ki bu belirsizlik hali filmin tamamına sirayet etmiş durumda. Burcu’nun ve kocası Onur’un babaları nerede, ölü mü sağ mı? Bilmiyoruz… Burcu’nun annesi neden hemen kızını bırakıp gidiyor? Gupse Özay, senaryoyu yazarken o kadar keyfi kararlar veriyor ki bütün bu bilinmezlikleri ve soru işaretlerini bir temele oturtmakta zorlanıyoruz. “Aman canım film işte, izle geç!” diyemiyoruz. Filmin kendi yarattığı dünyada tutarlı olmasını, bize hikâyesini sunarken bir denge gözetmesini bekliyoruz.

Filmin bir başka problemi ise baba, koca ve arkadaş olarak hikâyede kendine yer bulan “erkek” karakterlerin hep başarısız, beceriksiz ve işe yaramaz gösterilmesi oluyor. Sürekli hissedilen bu taraflı bakışın en büyük kurbanı, başkarakterlerimizden biri olan Onur oluyor. Filmdeki en ideal erkek olmasına rağmen ne iyi bir baba ne de iyi bir eş portresi sunan Onur’u da bir türlü anlayamıyoruz. Acaba hamilelikten önce de böyle ilgisiz ve duyarsız biri miydi? Değilse hamilelikten sonra neden bir anda böyle birine dönüştü? Senaryonun bu gibi sorulara cevabı genelde “erkekler böyledir” oluyor. Ama bu kolaycılığa kaçan bakış, Burcu’nun Onur ile ilişkisini anlayamamamıza ve hatta bu ikisinin neden bir araya geldiğini sürekli sorgulamamıza sebep oluyor. Ayrıca Onur karakterini canlandıran Onur Gürçay, apaçık bir şekilde senaryoda umursanmayan karakteri yüzünden pek akılda kalan bir performans sergileyemiyor. Genelde yan rollerde karşımıza çıkan ama en son “Oregon” (2004) filmindeki Durmuş karakteri ile yetenekli bir oyuncu olduğunu ispatlayan Onur Gürçay, kariyerindeki ilk başrolünde ne yazık ki senaryonun azizliğine uğruyor. Elinden geleni yapsa da belirsizliklerle dolu ve hiçbir derinliği olmayan bu karaktere pek bir şey katması mümkün olmuyor. Yine de bize keyifli bir baba portresi sunmayı başarıyor. Gupse Özay ise Burcu karakteriyle alışık olduğumuz bir oyunculuk ile karşımıza çıkıyor. Oyunculuğuna kötü diyemesek de yeni bir şey vaat etmediğini söylersek yanılmış olmayız. Diğer karakterler ise bir ulak vazifesi görmelerinden ötürü, mesajlarını ilettikten sonra onları pek hatırlamıyoruz.

“Deliha” ve “Eltilerin Savaşı” filmlerinin aynı potada eritilmesiyle ortaya çıkmış gibi duran “Lohusa”, kadını yüceltirken bütün kadınlara “birleşin!” mesajını vererek daha çok kadın seyirci kitlesini önemseyen bir yapı tutturmayı deniyor. Ama bunu yaparken hem yücelttiği kadın karakterleri anlatma zahmetine girmiyor hem de neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan bir hikâyede onlara gerçekçi görevler veremiyor. Sadece lafta güçlü olan, icraat konusunda yaptıkları hiçbir şeyi görmediğimiz bu karakterlere inanmamız ise pek mümkün görünmüyor. Neticesinde Gupse Özay’ın uzun bir aradan sonra merakla beklediğimiz yeni filmi “Lohusa”, bazı komik anlar ile hafızalarımıza kazınsa da genel olarak baktığımızda beklentilerimizi karşılamayan, sıkıcı ve inandırıcılıktan yoksun bir tablo çiziyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir