Cowboys & Aliens / Kovboylar ve Uzaylılar (2011)
Uzaylılar… Sinemanın vazgeçemediği, yıllardır ısrarla yineleyerek işlediği yaratıklar. Sağ olsun, beyazperde sayesinde yarın öbür gün bir uzaylı saldırısı ya da ziyareti olsa, hiç şaşırmadan –aynen filmlerdeki gibi- bu durumu normal karşılayacağız.
Genellikle film hangi ülkenin yapımı olursa, uzaylılar da o ülkenin topraklarını ziyaret eder ya da topa tutar! Dönem olarak çoğunlukla günümüzün seçildiği bu tür filmlerde, hikâyenin geçtiği ülke de bildiğimiz üzere Amerika olur. Bu çizgi ufak tefek farklarla devam eder. Şimdiler de ise sevgili ve pek kıymetli Amerikan halkının kendileriyle beraber dünyamızı, sadece günümüzde ve gelecekte değil tarihinin başka birçok döneminde de zalim uzaylıların elinden kurtarması dünya ile paylaşılmak istenmiş olacak ki yapımcılar Cowboys & Aliens’ı perdeye aktarma ihtiyacı duymuş.
Uzaylı istilasını konu alan bir film genellikle çekildiği zamanda geçer. Bazen de uzak bir gelecekte karşımıza çıkar. Fakat bunların aksine Cowboys & Aliens bizi vahşi batı dönemine götürür.
Film, kahramanımız Jake Lonergan (Daniel Craig)’ın boş bir arazide aniden kendine gelmesiyle açılır. Yaralı ve hiçbir şey hatırlamayan kahramanımızın bileğinde, dönemin konseptine uygun düşmeyen bir alet görürüz. Tadında kullanıldığında oldukça etkileyici olan bu girişler, seyirciyi meraklandırarak filmin sürükleyiciliğine pozitif etkide bulunurken, artık maalesef bir klişeye dönüşmek üzere.
Başrol oyuncumuz, yeni James Bond filmlerinden (Casino Royale(2006), Quantum of Solace(2008)) hatırlayacağımız Daniel Craig. Özellikle Bond rolleriyle çıtası yükselmiş ve herkesi şaşırtan bir beğeni kazanmış Craig, kanaatimce bu filmde beğeniyi hak edecek bir durumda değil. Filme yetersiz bir dövüş sahnesiyle başlayıp, devamında da gösterdiği düşük performansı, durumu ifade edemeyen, görselliklere gömülmüş oyunculuğu, kendisine karşı olan memnuniyetsizliğimin nedenleri arasında.
Dövüştüğü kişilerden elde ettiği at, silah, kıyafet gibi malzemelerle yola çıkan Jake, yakınlardaki bir Kasabaya ulaşır. Gördüğümüz kadarıyla fakir bir kasaba, halkın kendisine muhtaç olduğunu zengin ve kötü bir adam, bu adamın kasabalıya çektirmediği kalmayan şımarık oğlu, düzeni korumaya çalışan şerif, silahşorlar, atlar, en hızlı silah çekenler vs. tipik bir western ile karşı karşıyayız. Gerçi bunların dışında bir western filmi için göze batacak kadar yeşil olan arazi, bana biraz garip geldi ama çokta önemli olmayan bir detay.
Bir western filminin olmazsa olmazı, herkesin kendisinden korktuğu kötü adam Woodrow Dolarhyde (Harrison Ford) ile tanışmamız biraz buruk oluyor. Kameranın aşağıdan yukarıya yavaşça süzdüğü Dolarhyde, başını bize doğru çevirdiğinde, yaşı kadar başı da gitmiş ama kendine has yüz ifadesini kaybetmemiş Harrison Ford ile yüz yüz geliriz. Bize içten içe “senin bu halinle bu rolde ne işin var!” dedirtir.
Bu arada, bir iyi adamdan bekleyeceğimiz üzere Jake’in kötü adamın şımarık oğlunu pataklaması işleri karıştırır. Böylece kasabada oluşan karmaşık havada kahramanımızın aslında aranan bir suçlu olduğunu öğreniriz ve bir de kimliğini bilmediğimiz, iyi mi-kötü mü olduğunu anlamadığımız, ak fistanı üzerine silahını bağlamış ‘kovboye hanım’ Ella Swenson (Olivia Wilde) ile karşılaşırız.
Western havasını sürdüren hatta hafiften meraklandıran filmde garip bir şeyler olur. Aman Allah’ım! O da ne? ‘Tanımlanamayan Uçan Cisimler’ kasabanın semalarında cirit atıp, kasabayı yakıp-yıkmaya ve bazı kişileri de kaçırmaya başlarlar.
Burada filmin döneminden kaynaklanan bir sıkıntı, kendisini hemen hissettirir. Günümüzde olsaydı, hatırı sayılır bir teknolojimiz olduğu için uzaylılarla ciddi bir mücadele şansı yakalardık. Peki, vahşi batı döneminde tabanca ve tüfeklerle uzaylılarla nasıl savaşılır? İşte filmin başında gördüğümüz o bileklik ne işe yarıyormuş bu sahnede öğreniyoruz. Ama Jake’in onu nasıl elde ettiğini hala bilmiyoruz.
Filmin geneline bu şekilde esrarlı bir hava hâkim. Yer yer gizemli sahnelerle karşımıza çıkan film, zamanı geldiğinde bunu eksikliklerini kapatmak için kullanıyor. Ya da –her halde nasıl açıklayacağını bilemediği için- bir daha hiç mevzuu bahis etmiyor. ‘Tanımlanamayan Uçan Cisimler’i dışında teknolojik silahları olmalarına rağmen neden uzaylıların dişleriyle tırnaklarıyla savaştıkları, insanların neden hafızalarını silip üzerlerinde inceleme yaptıkları, dünyaya geliş sebepleri olan altının onların ne işlerine yaradığı, yeryüzünün daha çok altın çıkan bölgeleri değil de neden oraya geldikleri ya da dünyanın başka yerlerinde de var olup olmadıkları ve bütün uzaylı filmlerinde hep sorduğum gibi hassas işler için yetersiz olan o garip, iğrenç vücut yapılarıyla, vahşi, iletişimden bihaber sosyal bağlarıyla nasıl oluyor da bu teknolojik medeniyeti kurdukları, filmde gizemini koruyan birkaç mesele.
Söz konusu evlat oldu mu, sular ters yönde akar. Çocuğu kaçırılan kötü adamımız da şerif, kasabanın mazlumları ve kahramanımızla gizemli kadın hep beraber uzaylıları aramak için yola düşerler.
Western türünün bir çok unsurunu bir araya getirmeye çalışan filmde karşımıza çıkanlara ek olarak, önce kahramanımızın eskiden mensubu olduğu soygun çetesini daha sonra da bir kızıl derili kabilesinin ‘Uzaylılarla Mücadele Komisyonu’na dâhil olduklarına görürüz. Uzaylıların karşısında vahşi batının teknolojik eksikliğini örtmek için filmimiz, en azından ortada bir çoğunluk görünmesi adına herkesi ‘vatan-millet Arizona’ ruhuyla birlik ve beraberlik içinde topraklarını korumaya gönderir. Bu haliyle film Attack the Block’u hatırlatıyor ki ismi de ‘Attack the Town’ olsa yakışırdı.
Kızılderilerle önce gergin başlayan ilişkileri ak fistanlı gizemli kadınımızın mucizesi yumuşatır ve film burada bir eksiğini daha kapatarak, uzaylılar konusunda cahil olan vahşi batılı halkımıza bir rehber gönderir.
Ve sonunda savaş başlar! İyi insanların tabancaları, tüfekleri, okları ve yaylarına karşılık uzaylılar –galiba ayıp olmasın, şartlar dengeli olsun diye- teknolojik silahlarını kullanmak yerine ‘dişleri ve tırnaklarıyla’ savaşırlar.
Önce Scott Mitchell Rosenberg tarafından 1997’de bir sinema yapımı olarak teklif edilmiş fakat uzun bir süre rafa kaldırılmış daha sonra ise 2006’da kendisi tarafından çizgi romana dönüştürülmüş şimdi ise beyaz perdeye aktarılmış olan Cowboys & Aliens için son olarak şunları söyleyebilirim: ölü bir tür olan Western ile başarılı çekildiği takdirde gişede her zaman kazanan uzaylıları harmanlamaya çalışan film, başarılı efektlerine rağmen yetersiz (hatta anlamsız) senaryosu, görselliklerin arasına sıkışmış oyunculukları ve nispeten başarılı diyebileceğimiz Iron Man serisiyle bilim-kurgu türünde kendini geliştirmeye çalışan tecrübesiz yönetmenimiz Jon Favreau’nun elinden gelenin bu kadar olması sebebiyle eğlencelik bir film olmanın ötesine geçemez.
Yazar: Ümit Tatar