Shut In / İçeride (2016)
“Shut In” (İçeride, 2016), “Daredevil” dâhil olmak üzere birçok televizyon dizisinde yönetmenlik yapmış olan Farren Blackburn’un, “Hammer of the Gods” (2013) isimli Viking soslu aksiyon filminden sonra çektiği ikinci uzun metraj olma özelliğini taşıyor. Filmin senaryosu ise kariyerindeki ilk iş ile pek de umut vaat etmeyen Christina Hodson’un kaleminden çıkmış.
Her film, temelde bir “soru”nun cevabıdır. Mesela, annesiyle saplantılı bir ilişkisi olan bir adam, annesi öldüğünde ne yapardı? Ya da annesine aşırı bağlı bir çocuk, annesinin ondan kurtulmaya çalıştığını zannettiğinde ne tepki verirdi? Bu sorulardan ilki herkesin tahmin edebileceği üzere “Psycho” (1960) filmine aitken, ikincisi de “Shut In” filmine ait. Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki “Shut In”, oğulun anneye olan düşkünlüğünü baz aldığımıza “Psycho” filminin izinden gidiyor. Ama bu sefer karşımızda platonik bir versiyon olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor.
Bir trafik kazası sonucunda kocası ölen ve oğlu da sonsuza dek yatağa mahkûm olan Mary Portman’ın hikâyesini izliyoruz bu filmde. Kazadan sonra Mary, şehir merkezinden hayli uzakta, geniş ormanlarla çevrili evine hapsoluyor ve oğluna bakmak için özel hayatından tamamen feragat etmek durumunda kalıyor. Ama bu hayat onu yavaş yavaş tükettiği için sonunda huzur verici manzaraya sahip bu ev, huzursuz bir yaşamın adresine dönüşüyor.
İşte bu huzursuz ortamda inşa edilmeye çalışılan korku atmosferi, en çok belirsizliklerle destekleniyor. Daha doğrusu desteklenmeye çalışılıyor. Evet, insan en çok anlamadığı ve bilmediği şeylerden korkar. Bu yüzdendir ki en iyi korku filmleri hep bilinmezlikleri layıkıyla kullananlardır. Ama “Shut In” bunu kitsch bir mantık ile yapmaya çalışıyor ve neticesinde de pek etkileyici olamıyor. Bunun yanında, korku unsurunu küçük bir çocuğun bedeninde somutlaştırmak da yeni bir fikir değil elbette. “The Omen” (1976) filmi bu konuda başarılı bir örnek olsa da o zamandan beri köprünün altından çok sular geçti. Özellikle son zamanlarda küçük çocuk kullanan korku filmleri mantar gibi arttığından dolayı, bu durumun tadı hayli kaçmış durumda! Anlayacağınız “Shut In” filminde de burun kıvırdığımız yüzeysel bir kopya görüyoruz sadece. Zaten filmde gördüğümüz tüm numaralar, aslında asıl ve nihai korku unsuru için bir hazırlık niteliğinde. Bu yüzden bu “korkunç çocuk” fikri de plot twist olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.
Filmin ilk yarısı, cevaplanmamış sorular ile büyük bir gizem üzerine kurulurken, insanın kendi yarattığı korkulardan beslenen psikolojik bir gerilim filmini andırıyor. Hatta biraz yavan olsa dahi bu korku anlayışıyla bir nebze başarılı da oluyor. Fakat ikinci yarıda gizem çok çabuk çözülüyor ve film sadece sürprizlerle şaşırtmaktan medet umar bir hale geliyor. Ardından ıssızlıktaki bir evde, baltalı bir manyak ile bizi baş başa bırakan ve hiçbir yenilik barındırmayan sıradan bir korku filmine dönüşüyor. Tabi bu sıradanlıktan Naomi Watts da nasibini alıyor. Film boyunca “The Others” (2001) filmindeki Nicole Kidman’ı anımsatan Watts, maalesef oyunculuk anlamında Kidman’ın yanına yaklaşamıyor ve onun için yanlış bir filmde, üstüne hiçbir şey koyamayacağı derinliksiz bir rolde, sıradan bir “Çığlık Kraliçesi”ne dönüşüyor.
Gelelim filmin bir diğer sıkıntısı olan karton karakterlerine… Hiçbir karakteri yeterince tanıyamamamız bir kenara, karakterlerin birbirleri ile olan ilişkilerine de bir türlü vâkıf olamıyoruz. Mesela kadının kocası ile olan ilişkisine filmde neredeyse hiç yer ayrılmamış. Ayrıca kadının oğlu ile arasındaki ilişkiye dair bir şey bildiğimiz de pek söylenemez. Dolayısıyla oğulun annesine olan bu tutkusunu da anlamakta güçlük çekiyoruz. Öte yandan çok fazla insan hikâyeye dâhil oluyor. Ama hepsi bir görünüp bir kaybolurken filme bir katkı da bulunmuyorlar. İnsan ilişkileri üzerine bir filmde, karakterlerin ve karakterlerin birbirleri ile olan ilişkilerinin bu kadar sığ biçimde işlenmiş olması da hayli ironik kaçıyor.
Ama bence filmin en rahatsız edici sorunu, korkutma üslubundan kaynaklanıyor. Yönetmen Blackburn, çerçevede ani hareketler ve tiz ses efektleri gibi ilkel tetikleyicilerden medet ummak dışında bir türlü korku dolu anlar yaratamıyor. Üstelik bu sahneler, hikâyeye hiçbir şekilde hizmet etmeyen, sırf seyirciyi tedirgin edip koltuğunda kıpırdanmasını sağlamak için koyuldukları için etkileri çabucak geçiyor ve unutuluyorlar. Zaten filmin şaşırtmak, ani korkulara sebep olmak ve görece mutlu son ile katharsis yaşatmak dışında bir amacı da yokmuş gibi gözüküyor. Ama bizi şaşırtmak uğruna, inandırıcılığa zarar veren kararlar alındığının ve mantıksal boşlukları doldurmak için hiç uğraşılmadığının altını da çizmemiz gerekiyor.
Sözü fazla uzatmayalım, “Shut In” kafası karışık bir korku filmi denemesi olmaktan öteye gidemiyor. Bol bol kullanılan gece çekimlerinin başarısı dışında filme görünen bir katkısı olmayan yönetmen Blackburn ve ilk senaryosunda bütün parlak fikirlerini kâğıda dökmeye çalışırken afallayan senarist Hodson ikilisinin birlikteliği maalesef olumlu sonuç vermiyor.