Cumhuriyet (1998)
Cumhuriyet filmi, hep savaş görmüş bir milletin bu kadar fedakarlıktan sonra dahi barış için de diplomatik bir savaş vermek zorunda olmasını, ilericiler ve gelenekçilerin karşı karşıya gelmesini, Saltanat ve Hilafetin kaldırılarak Cumhuriyet’in ilan edilmesini ve sonrasındaki Atatürk’ün inkılaplarını bizlere anlatıyor.
Cumhuriyet Müzikali
Büyük Taarruzun sonlarından başlayarak, Millî Mücadele’nin sona erip Türk milletinin kurtuluşu ve bağımsızlığını simgeleyen İzmir’in kurtuluşundaki kutlamalar ile film girişini yapıyor. Çok geçmeden, genelde benim Türk filmlerinde pek dikkate alınmadığını düşündüğüm bir öge dikkatimi çekiyor: Müzik! Cumhuriyet filminde baştan sona dikkate değer bir şekilde Muammer Sun’un yaptığı güzel Cumhuriyet filmi müziklerini dinliyorsunuz.
Turgut Özakman’ın senaryosunu yazdığı Ziya Öztan’ın yönetmenliğini yaptığı Kurtuluş Savaşı sonrasını anlatan 1998 yapımlı sinema filmi, dönemin en büyük bütçelerinden birine sahipti. Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler (2005)”, “Diriliş (2008)”, “Cumhuriyet 1-2 (2009-2010)” romanları milli duyguların arttığı bir dönemde ortalığı kasıp kavururken bu romanları okumayan sanıyorum pek azdır. Anlatım tarzıyla tarih kitaplarının sıkıcılığından bizleri kurtarıp olayların içine sokmayı başarmasıyla okuyana kadar ne kadar ihtiyacımız olduğunu bilmediğimiz bir bilgi açlığını ve milli duyguları fazlasıyla gidermiştir. Filmi izlediğinizde Turgut Özakman’ın Cumhuriyet romanlarını hızlıca okumuş gibi olabilirsiniz. Elbette ki romandaki tadı vermek için fazla hızlı ve her şeye romandaki kadar değinilmemiş. Çünkü bazı kısımlar “Kurtuluş (1994)” dizisinde anlatılıyor.
Özetle Cumhuriyet Romanı
Roman İzmir’in kurtuluşu kutlamalarından başlıyor ve Mudanya Antlaşması safhasıyla devam ediyor. Fransız temsilcisi Franklin-Bouillon 1921 Haziran’ında Ankara’da “kağnı kamyonu yenemez” diyerek emperyalizmin yenilemeyeceğinin anlaşılmasını ummuştur. Fakat gelişmeler karşısında emperyalizmin güçlü bir savunucusu Lloyd George bile anılarında “Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi” demek zorunda kalmıştır. Sonunda dört delegenin katıldığı Mudanya Mütarekesinde İsmet Paşa ve General Harrington barışı överek antlaşma metinlerine 11 Ekim 1922’de imzalarını attılar.
Trakya savaşa gerek kalmadan vatana katılmış ve İngiltere-Yunan politikası iflas etmiştir. Romanın bu safhasına gelene dek Türk düşmanlarını öğreniyor, emperyalist politikaları ile bilgi ediniyor ve Türk milletinin kurtuluş coşkusuna tanık oluyoruz. Ancak henüz barışı emperyalizm canavarının karnından alabilmiş değiliz. Artık barış ortamına gidildiğine göre, “bundan böyle size düşen İstanbul’a bağlanmaktır, gereğine uyunuz” diye telgraf çekiyor son Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa.
Ankara hükümetinin İstanbul hükümetini tanımadıklarını açıkça beyan etmesine rağmen barış konferansı yaklaşırken Lozan’a İstanbul hükümeti de davet edilmiş durumda. İngilizlerin Lozan’a çağırdığı ve kolay lokma gördükleri İstanbul Hükümeti’nin bunu takiben Ankara hükümetine gönderdiği “Osmanlı hükümetinin de barış görüşmelerine katılması gerektiği” yazılı telgrafı ertesi gün Meclis’in bilgisine sunmaya karar veriyor Mustafa Kemal Paşa. Saltanatın kaldırılması böylece 1 Kasım 1922’de gerçekleşiyor. İstanbul hükümetinin çözülmesi ve istifasının ardından Vahdettin, İngiliz korumasında ülkeyi gizlice terk ediyor.
Lozan antlaşmasına giden yolda İsmet Paşa ve Lord Curzon’un diplomatik savaşlarına şahit oluyoruz. Tarih kitaplarında savaş ve sonuç olarak görmeye alıştığımız anlatım tarzı gerçekte Lozan’ın nasıl bir başarı olduğunu görmemizi engelleyecektir. Tam bağımsızlık sözcüğünü hiçbir doğulu millet ağzına almaya cesaret edememişti o dönemde. Bunu söke söke alan ve etkileri göründüğünden fazlası olan bir antlaşma oldu Lozan Antlaşması. Emperyalizm en büyük yenilgisini aldı. Yokluk ve borç içindeki milletin başı dik bir şekilde geleceğini inşa edebilmesi için Cumhuriyet ve inkılaplara doğru bir yolculuk başladı.
Cumhuriyetin tanımı olan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü 1919 Amasya Bildirisi ile ilân olunan, “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sözünün bir devamı olmasıyla zaten çok önceden milletçe kabul görmüştür. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanı sadece doğan çocuğun ismini koymaktan ibaretti. İşte bu kısma kadar Cumhuriyet’in ilk cildinin önemli olaylarını özetle geçmeye çalıştım. Elbette bu romanda anlatılan birçok şey var. Atatürk’ün hayatına giren kadınlardan Fikriye ve Latife Hanım, General Harrington adına düzenlenen futbol kupası, birçok kurtuluş kahramanı, Atatürk’ün yanında olan ve sonrasında ona ters düşen arkadaşları ve daha birçoğu bu romanda anlatılıyor.
Cumhuriyet Filmi
Filme Büyük Taarruzun bitmesi ile giriyoruz ve İzmir’in kurtuluşu kutlamalarıyla devam ediyoruz. Mudanya ateşkesin imzalanması durumu filmde pek bir heyecanla anlatılmıyor. Sadece Atatürk’ün İsmet Paşa’ya “Seni Lozan’da düşünüyorum” derken Mudanya ile ilgili cümlesiyle bir atıfta bulunuluyor. Lozan’daki diplomatik savaş, filmin ilk yarısının önemli bir kısmını oluşturuyor. İsmet Paşa’nın verdiği mücadeleye saygı duyulması konusunda filmde de bir hassasiyet olduğu görülüyor. Öte yandan bunlarla birlikte meclis kararıyla saltanatın kaldırılması bu arada Vahdettin’in ülkeden kaçması ile son halife Abdülmecid’in TBMM kararıyla seçilmesi ve Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından hilafetin kaldırılması filmin ilk yarısını özetliyor. Vahdettin’in ülkeden kaçmasında İngiliz ambulans tarzı aracına binerek gizlice gitmesi dikkat çekiyor.
Filmin ikinci yarısı ise Atatürk’ün konuşmalarına, çok partili demokrasiye geçiş çalışmalarına, Cumhuriyet karşıtlarının isyanlarıyla ve Türk çocuklarına verilen mesajlarla sürüyor. İsyan demişken Şeyh Said isyanından bahsediyorum. Burada çok sade bir şekilde isyana değiniliyor. Kubilay’ın şehit olma durumu biraz amatörce kalmış. Yani her olay sizde büyük bir duygu yaratmıyor. Bence bunun en büyük nedeni senaryosu burada romanlığını yitirip daha çok belgesele dönüşmesidir. Ayrıca ikinci yarıda Atatürk’ün inkılaplarını görüyoruz. Rutkay Aziz’in konuşma üslubu ve Atatürk’ün zekice cümleleri eklenince ortaya dinlemekten zevk alacağınız bir tarih çıkıyor. Kılık kıyafet kanunu ile ilgili bir sahne var ki biraz komik buldum. Sarık sadece din görevlilerince giyilebilecek bilgisi veriliyor. Bunun din tüccarları arasındaki etkisi verilmek isteniyor. Sahneye zikir yapan bir topluluk ile zikri yönettiğine inandığım bir hoca giriyor. Hoca zikir halindeyken kara haberi duyuyor ve Allah kahretsin dedikten sonra zikrine vurdumduymazca devam ediyor. Böyle gerçekçiliğini kaybetmiş bazı sahneleri olsa da iyi oyuncular ve sahneler durumu kurtarabiliyor.
Cumhuriyet’in Oyuncuları
Oyuncuların bazılarına baktığımızda başrolde Rutkay Aziz (Atatürk) olmak üzere, Savaş Dinçel (İsmet Paşa), Dolunay Soysert (Latife Hanım), Dinçer Sümer (Rauf Orbay), Kazım Akşar (Fethi Okyar) gibi önemli oyuncular ile birlikte Yavuz Bingöl (Yavar Hayati Bey) ve Kenan Işık (Kazım Karabekir) olarak rol almıştır. Ayrıca Rutkay Aziz’in kızı Doğa Rutkay’ın henüz televizyonlara çıktığı bu senelerde filmde küçükte olsa bir rolü bulunuyor. Baktığımızda 1994 yılında TRT’de yayınlanan “Kurtuluş” dizisindeki as kadronun çoğu Cumhuriyet filminde oynamıştır. Kurtuluş dizisindeki yönetmen, senarist, kurgu, görüntü yönetmeni, yapımcı ve müzisyenin Cumhuriyet filminde aynı kaldığını görüyoruz.
Atatürk rolünde Rutkay Aziz gerçekten karizmasını koyuyor. Baktığınızda işte Atatürk demeseniz bile ses tonu ve tavırları sizi büyülüyor. Onu Atatürk’ün sözlerini söylerken dinlemek ayrı bir zevk veriyor. Tabi ki Atatürk başta olmak üzere dönem giysilerinde özen gösterilmiş ve bu da seyir zevkini arttırıyor.
Savaş Dinçel, İsmet İnönü’ye olan benzerliğiyle bu rolde sık sık oynamıştır. “Ekmek Teknesi (2002)” dizisindeki Nusret Baba karakteriyle gönüllerde taht kurmuş olan tecrübeli oyuncu, İsmet Paşa rolünde gelecekte babacan bir karakterde oynayacağının sinyalini vermiş adeta. İzlemekten keyif aldığımız bir başka oyuncu da Savaş Dinçel oluyor.
Dolunay Soysert’in Cumhuriyet filmindeki Latife Hanım rolü ilk ciddi film deneyimi oluyor. Ondan önce “Kaygısızlar (1994)”, “Çılgın Bediş (1996)” ve “Baskül Ailesi (1997)” dizilerinde oynamıştır. Filmin bir sahnesinde Salih Bey’in telgrafıyla Latife Hanım’ın yaşadığı mutluluğu göstermek için “Yaşasın Salih Bey” diye bir repliği var ki o kısımda çok amatör hissettirmesi dışında rahatsız eden bir oyunculuğu yok. Turgut Özakman’ın Latife Hanım’ın sinir bozucu olmasını istediği izlenimine kapıldım. Bu durum tabi ki romanında da geçerli. Cem Yılmaz’ın Grahambell esprisini hatırlattı filmin bazı sahneleri öyle ki Latife Hanımın filmde Atatürk’e “Gece gece inkılap çıkarma” demediği kalıyor. Kıskançlığı Fikriye Hanım’ın daha zarif olduğunu hissettiriyor ve aynı zamanda bu senaristin de düşüncesi gibi. Yine de olabildiğince Latife’nin aslında kötü niyetli olmadığını vermeye çalışmış.
Dinçer Sümer ve Kazım Akşar da filmde iyi bir oyunculuk sergiliyorlar. Kenan Işık, bu filmde pek sahne almıyor. Kenan Işık’ı uzun süre sonra tekrar görmek isteyenler için kısa bir süreliğine de olsa onunla hasret giderebilirler.
Sevilmeyen Latife Hanım
Latife Hanım’ın huysuz ve sinir bozucu imajı herkesin malumudur. Cumhuriyet filminde de bu durum pek farklı değil. Peki, Latife Hanım böyle bir imaj vermek ister miydi? Neden sürekli Mustafa Kemal Paşa’yı arkadaşları önünde azarlarken buluyoruz onu? Ne Latife’yi ne de Mustafa Kemal’i, bu soruların cevabını bulabileceğimiz kadar yakından tanımadık…
Fatih Bayhan’ın “Atatürk’ün Aşkı Latife”yi kitabı bu konuda başka bir ufuk açtı bende. Romanı okurken bazen Atatürk’ün aşkını gösterdiği cümleleri veya Latife’nin hiç kimsenin olmadığı kadar Atatürk ile samimi olmasını hayal edemesem bile bazen de onların birbirini seven iki kişi olduğu fikrine kendimi teslim ettim. Aslında Mustafa Kemal’in insan olduğunun gerçekte farkında olsam bile onun kızdığını, üzüldüğünü, âşık olduğunu göz önüne getirmekte zorlandım. Roman birazda Latife Hanım’ın kötü imajını paklamak amacıyla yazılmış olsa da aslında çok daha fazlasına girişmiş. Bir aşkı tek taraflı yazmak zor olacaktır. Yani Mustafa Kemal’in romantik yönünü anlatmadan Latife Hanım’ı anlatmak olmaz.
Latife Hanım ile Mustafa Kemal’in arasında Çankaya köşkünde bazı yabancı misafirlerin de gözü önünde büyük bir kavga çıkar. Paşa, köşkten ayırılır ve boşanma kararı verir. Latife Hanım için o gün büyük bir üzüntüyle anılacaktır. Hikâyede gördüğüm Latife Hanım, çılgın, zeki, yetenekli, düzenli, vatansever, kıskanç, aşık, sözünün eri yani iyi bilmediğimiz bir Latife (hatta Latif). Sevdiğinden ayrı kalmasının verdiği üzüntüyü bir şair gibi dile getirir:
“Zira güneşin daimî ziyası altında yaşayanlar medid bir karanlığın ne müthiş bir uçurum olduğunu bilemezler…”
Annesine olan sözünden dolayı Mustafa Kemal ile kavga etmeyi göze alabilir. İşte bir de böyle bir Latife var önümüzde. Romanın biraz da Fikriye Hanım ile Latife Hanım’ın insanların gözündeki yerlerini değiştirmeye çalıştığına dair izlenimlere kapıldım. Sonunda Latife Hanım’a karşı düşüncelerim olumlu yönde gelişse de gerçekten Fikriye Hanım’a üzülmemek elimde değildi. Sanki ne yapılırsa yapılsın içimizde bir yerde Fikriye Hanım hep bu aşk romanın kahramanı gibi.
SONuç
Sonuç olarak Cumhuriyet filmi gerek mekanlar gerek kıyafetler gerek de müzikleri olsun o dönemin en göze çarpan filmlerinden ve hala önemli görülüyor. Turgut Özakman’a göre Rutkay Aziz, Atatürk’ü en iyi oynayan oyuncu olmuştur. Rutkay Aziz’in rolüne saygısını öven Turgut Özakman, ayrıca Alican Yücesoy’u Atatürk’e fiziksel olarak en çok benzeyen oyuncu olarak gördüğünü açıklamıştır. Cumhuriyet’i izleyen biri olarak, “Atatürk’ü en iyi oynayan oyuncu kim?” sorusu konusunda Turgut Özakman’a hak veriyorum ve bu sorunun cevabını merak ediyorsanız sizi de Cumhuriyet filmini izlemeye davet ediyorum.
Kaynakça
1. Turgut Özakman. (2009). Cumhuriyet: Türk Mucizesi. Ankara: Bilgi Yayınevi.
2. Fatih Bayhan. (2012). Atatürk’ün Aşkı Latife. İstanbul: Paradoks.
3. http://arsiv.sabah.com.tr/2007/01/28/gny/mag103-20070128-200.html
Yazar: Taylan Kaan Torunoğlu