The Butterfly Circus / Kelebek Sirki (2009)
Thomas Bernhard, yazdığı otobiyografik beşlemeden birisi olan Nefes isimli kitabına, Pascal’ın şu sözüyle başlar: “İnsanlar ölümün, çaresizliğin ve belirsizliğin çözümünü bulamadıklarından, mutlu olabilmek için bunlar hakkında düşünmemeye karar vermişlerdir.”
Thomas Bernhard, hastalık ve savaş psikolojisi içinde geçen hayatından bahsederken en çok dikkat çekmek istediği şeylerden birisi de bu sanırım. Çok genç bir yaşta yüzleştiği gerçekler ve hastalık, onu diğer insanlardan daha farklı düşünmeye sevk etmiş görünüyor, bahsettikleri de bu yönde zaten. Üzerine düşünmekten korktuğumuz şeylerle yüzleşmek ve bir çıkış yolu bulmak, onun için başlı başına yapılması gereken bir şey. Meselâ, yer yer duygulandığım ve tedavi sürecinden bahsettiği kısımlarda ise fazlasıyla gerildiğim bu Nefes kitabında ve diğer otobiyografik kitaplarında, bir insanın umutsuzluğa düşse dahi nasıl mücadele ettiğini ve önünü göremeyip gelgitler yaşasa da bir tek şeyde nasıl sabit kaldığını rahatlıkla görebiliyoruz. O da yaşamak arzusu. Hiç kimsenin onun iyileşmesine dair bir umudu kalmadığı zamanda, sadece var ve kendi olmak için bir mücadeleyle ortaya koyduğu bir yaşamaktan bahsediyorum elbette. Üstelik bu durumu Thomas Bernhard, o kadar açık ve keskin ifadelerle anlatıyor ki etkileyici olmaması nazarımda mümkün değil: “Yaşamak istiyordum, tek önemsediğim buydu. Yaşamak; kendi istediğim hayatı yaşamak, kendi yolumdan istediğim yere kadar gitmek.”
Bunun kolay olmadığı, yazar kadar hisseden, deneyimleyen herkes için aşikâr. Thomas Bernhard’ın bu isteğini yerine getirmesinde mücadele etmesi gereken şey ciğerlerindeki hastalıkken Nick Vujicic için ise doğuştan olmayan kolları ve bacakları oluyor.
Kelebek Sirki isimli kısa filmden bahsetmeden önce Nick Vujicic’ten bahsetmek gerekli. Aslında onun hayatını, kendi anlatımlarıyla dinleyebileceğimiz videolardan öğrenmek mümkün. Hatta etkileyici bir üslubu olduğunu itiraf etmeliyim. Onun Tanrı’yı nasıl bulduğuna dair anlattıkları, bahsedeceğim ve kendisinin de oynadığı filmden katbekat yüreğimde yer ettiğini buna örnek gösterebilirim. Kabullenmesi zor olan ve çocukken baş etmesi daha da zor olan durumuna yenik düşüp intihar etmeyi de düşündüğünü anlatan Nick Vujicic, yaşama tutunmayı nasıl başardığından da bahsediyor. Onu tanımak için o geçiş anlarını da bilmek önemli diye düşünüyorum. Önce karamsar ve isyankâr bir hâldeyken, yapabileceği birçok şeyi keşfetmesi ve hayatı sevmesi öyle yabana atılacak cinsten değil çünkü. Bahsedeceğim bu kısa filmde oynamasında da bulduğu umudu ve sevinci, yansıtma düşüncesi var.
Kötülüğe Rağmen İyilik
Bilindiği üzere, her zaman bahsettiğimiz bir savaş var. İyi ve kötünün üzerine kurulmuş bu savaşa dair herkesin söyleyecek bir sözü de var elbette. İnsanlar olduğu müddetçe devam edecek olan masallar, hikâyeler, kitaplar ve filmler de kendi dünyalarını ortaya koyarken bu savaş durumu karşımıza çıkıyor.
Yönetmenliğini Joshua Weigel’in yaptığı Kelebek Sirki, dram ağırlıklı bir kısa film. Kendimizi masalsı bir dünyanın içinde bulduğumuz filmde, iyi ve kötü ayrımını temsil edecek iki sirk örneği bulunuyor. Böyle baktığımızda Kelebek Sirki, güzellikleri ve insanın yapabildikleriyle başka insanlara iyilikle dokunabilmenin başarısını göstermeyi kendisine amaç edinmiş görünüyor. Nick Vujicic’in hayat verdiği Will karakterinin ise kötülüğü temsil eden bir başka sirkte doğuştan olmayan kolları ve bacakları sebebiyle vücudunun teşhir edilerek yaşamını sürdürdüğü görülüyor. Kötülüğün bir simgesi olan bu sirkte insanların farklılıkları, para kazanmak için kullanılıyor. Obez olan bir kadın, doğuştan birbirine yapışık olan kardeşler yahut her yerinde dövme olan bir adam bu sirk için gösterilerde kullanılacak en uygun olanları. İnsanların bedenlerini sergileyerek para kazanmanın en aşağılık halini gösteriyor bu sirk. İşte bu kötülüğün içinden çıkan Will’in hikâyesi, iyiliğin ve güzelliğin simgesi olan Kelebek Sirki’ne gelmeyi başarması ile başlıyor. Fakat tek başarısı oradan kaçıp kurtularak diğer topluluğa katılmak olmuyor. Bu kısacık bir zaman dilimini kapsayan film, aslında Will’in kendisini bulma hikâyesini anlatıyor.
Film, Will’in yapabildiklerine dair içinde olduğu arayış ve buluş kısımlarıyla iki bölümden oluşuyor. Kendisini olduğu gibi kabul eden bu insanların arasında Will, her ne kadar huzurlu ve rahat hissetse de bir başarısının ve yapacağı bir gösterisinin olmaması içten içe onu rahatsız ediyor. Gücünü keşfetmesi için Kelebek Sirki mensupları ve çok adaletli sirk sahibi ona zaman tanıyor. Bekledikleri gibi de oluyor elbette. Eksik olanları hissetmek yerine yapabileceklerine yönelmek Will için dönüm noktası oluyor. Hem keşfetmenin hem de sirkte gösteri yapmanın tadını çıkarıyor.
Mutlu Son
Kelebek sirkinin tüm mensupları, daha önce çürümeye bırakılmış bir şekilde, yaşamlarının sonunu bekleyen kaybedenlerdir. Güzelliğin ve iyiliğin temsili bu sirkin isminin kelebek olması da bu sebeple manidardır. Büyüleyici gösteriler yapan bu insanlar, Will’in hiç bilmediği geçmişlerinde bir koza dönemi geçirmiş, daha sonra kanatlarına kavuşup kelebek olmuşlardır. Will gibi… Filmin bu masalsı dünyasında, umudun kelebekle somutlaştırıldığını görüyoruz. Will kendi gücünü keşfettiğinde, uçmak için kanatlara sahip olan bir kelebeğe dönüşüyor. Dönüşmekle kalmıyor, diğer tırtıllar için de örnek gösteriliyor.
Mutlu son, filmin amacını yerine getiriyor. Pascal’ın da dediği gibi çaresizlikler üzerine düşünmeyi bırakan insanı, derin düşüncelere sevk ediyor. Eleştirilecek noktalardan birisi, zamanın kısıtlı olması sebebiyle hızlı geçişler olabilir. Onun dışında nazarımda, hayatına dair konuşmalar yaptığı videolarda daha doğal ve samimi olan Nick Vujicic filmde fazlasıyla gergin duruyor. Filmin en hoş tarafı, hayatı bir sirk gibi anlatması. İyi ve kötü sirk ayrımında, insan neyi izlemek istediğine, nasıl zamanını geçireceğine kendisi karar verir. Ya sana hiçbir şey katmayacak aksine kaybettirecek şeyler için aşağılık insanların para kazanmasına yardım edersin ya da kanatlarını bulmuş insanlarla birlikte güzel vakit geçirip hayata dair umutlarını tazelersin. Filmin en sevdiğim tarafı, yaptığı irade ve özgür seçim vurgusu oluyor.
Yazar: Ülkü Tatar