Sarı Siyah (2013)
Çanakkale Harbi’yle alakalı filmlerimizden biri olan “Sarı Siyah”, türün belki de en başarısız filmlerinden biri olabilir. Sadece Çanakkale filmleri ya da savaş filmleri değil, Türk filmleri arasında en kötü filmler listesine en ön sırada girmeye aday bir film. Gelin bu film niçin kötü, biraz buna bakalım.
Sarı Siyah Değil Simsiyah Bir Film
Televizyonda Şirinler çizgi filminin müthiş açılışını hatırlarsınız: “Uzun uzun yıllar önce ormanın derinliklerinde küçük mavi yaratıkların yaşadığı gizli bir köy vardı, onlar kendilerine şirinler derlerdi, çok iyiydiler…” diye başlayan ve 2018 yılında aramızdan ayrılan seslendirmen Nur Subaşı’nın destansı sesiyle hafızalara kazınan bu giriş, çizgi film ile adeta bütünleşmişti. İşte bu ayrıksı sesin ta kendisi ile açılıyor Sarı Siyah filmi de. Nur Subaşı’nın anlatımıyla belgesel formatında başlayan film, verdiği tarihi bilgilerle ilerleyen dakikalarda bu formatta devam edeceğinin sinyallerini verse de ne yazık ki bu şekilde devam etmiyor. Daha sonra Nur Subaşı’nın davudi sesini filmin sonunda tekrar duyuyoruz. Keşke film belgesel olsaymış ve anlatıcı olarak Nur Subaşı tüm filmi seslendirseymiş. Maalesef beklediğim gibi olmuyor…
Basında ünlülerin göz doktoru olarak lanse edilen Levent Akçay, filmin hem yönetmeni hem yapımcısı hem de başrolü. Filmin tanınan tek oyuncusu şarkıcı Yusuf Güney. Oyuncu diyorum ancak mesleği oyuncu olan ve bu işten ekmek kazanan insanlara umarım haksızlık etmiyorumdur. Cast adeta dökülüyor. Yusuf Güney tercihi de çok ilginç. Acaba o zamanlar Yusuf Güney popülerdi de mi kadroya dahil oldu yoksa Güney’e yönetmen Akçay’ın muayenesinde mi bu rol teklif edildi bilemiyorum. Filmi neresinden tutarsanız elinizde kalıyor.
Filmde Hasan, Trablusgarp ve Balkanlarda savaşmış tecrübeli bir askerdir. Şimdi de Çanakkale Harbi’ne katılmış ve orada yaralanarak memleketine dönmüştür. Kardeşi Mehmet ise İstanbul Sultanisi’ne gönderilir. Hasan, kardeşinin savaşa gitmesini istemez. Ancak cephede asker ihtiyacı doğduğu için Mehmet sınıf arkadaşlarıyla birlikte gönüllü olarak orduya yazılır. Bunu duyan Hasan’da peşinden cepheye kardeşini bulmaya gider. Kağıt üzerinde fikir güzel dursada işleniş ve anlatış çok amatörce. Adeta köy seyirlik oyunları izlediklerimiz. Müsamereden farksız oyunculuklar, ipe sapa gelmez kamera hareketleri.
Tarihi film çekmek maliyetlidir. Kostümü, makyajı, figürasyonu ve daha bir çok özelliği ile büyük prodüksiyon işidir. Evinin bahçesinde film çeken yok mu? Var. Russell Crowe’da bu toplara girmedi mi? Girdi. Ancak bu filmlerde kamera arkası ekibinin ihtiyatlı çalışmasını ve verilen emeği biliyoruz. Sarı Siyah’ta bunların hiç biri yok. Bir kere makyaj evlere şenlik. Sulu boya ile yapılan makyajlar, oyunculara bol gelen, mahalle terzisinden yaptırılma gibi duran kostümler, figürasyonun boş vermişliği ve daha onlarca sayılacak falso, ne kadar iyi niyetli çekilmiş olursa olsun filmin kalitesini aşağı çekiyor. Koskoca Gelibolu cephesini 15-20 kişilik figürasyonla çekmekte nesi! B sınıfı Çanakkale filmimiz hayırlı olsun.
Filmdeki Anzak askerleri resmen karikatür gibi. Başarısız bir seslendirmeye sahipler ve sürekli amaçsızca gülüyorlar. O eski Bizans filmlerindeki kötü krallar gibi olur olmaz yerde kahkahayı basıyorlar. 1-2 tane yalandan patlama sahnesi var, hiç olmasa daha iyiymiş dedirtecek cinsten.
Doktordan Yönetmenlik Denemesi
Filmin belki de tek başarısı seslendirmeler. Günümüzde sosyal medyanın gücüyle birçok seslendirme sanatçısını tanır olduk. Harun Can dendiğinde Deadpool diyecek çok kişi vardır. Kimi zaman öyle filmler izledik ki filmlerin önüne bile geçer oldu seslendirmenleri. Kadroda Harun Can var, Nur Subaşı var. Filmdeki herkes seslendirilmiş. Ve bu seslendirenlerin sesini de illaki başka projelerde duymuşsunuzdur. Bu ayrıksı ve kaliteli seslerin yanında amatör oyuncuların olması kontrastı bozuyor. Seslerin kulağa hoş gelmesi ne yazıkki kötü oyunculuklar yüzünden heba oluyor.
Öyle sahneler varki klip gibi. Ya da bir anda ne olduğunu anlam vermekte zorlandığım absürt anlarla karşılaştım. Bunlardan biri Hasan’ın Gesi Bağları türküsünü annesinin kucağında duygulanarak söylemesi. Filmin akışı içinde ne alaka şimdi denebilecek bir an. Filmin soundtrack albümü varmış. Hatta iddia o ki ilk defa bir filmin soundtrack albümü film beyazperdede gösterilmeden önce satışa çıkmış. Filmin ciddiyetini sorguladığım bir başka sahne ise Hasan’ın karşısındaki yaşlılarla vatan, millet, savaştan bahsederken kadraja bir anda davul zurna ekibi giriyor. Sonrasında Hasan ve onu dinleyenlerin yanlarında birkaç kişi zeybek oynamaya başlıyor. Bizim Hasan ne yapıyor dersiniz? Elini bir anda masaya vurup kendisi de zeybek oynamaya başlıyor. Sonrasında Hasan’ı izleyenlerin ilginç bakışlarına lütfen dikkat edin. Yönetmenin toyluğu, buram buram her sahneye sirayet etmiş. Bu tarz sahnelere daha da örnek sayarım da ancak izleyerek deneyimlemenizi istiyorum.
Yönetmen Akçay’ın verdiği çok ilginç bir demeç var. O da şu şekilde: “Bu projeyi 2000 yılında hazırladım. Pek çok yapımcıyla görüştüm ancak kimse filmi çekmek istemedi. Bu yüzden kendi yapım şirketimi kurdum. Kültür Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı da hiçbir destekte bulunmadı.” Filminde Anzak hemşireyi oynatmak istediği Ajda Pekkan’dan ret cevabı alınca senaryoyu değiştirmek zorunda kalan Akçay, yaşadığı talihsizliği şöyle anlatmış: “Ajda Hanım, reklam filmi çekimleriyle aynı döneme denk geldiği için affını istedi. Zuhal Olcay da dizi çekimleri yüzünden teklifi kabul etmedi. Gelibolu Savaşı’nı hem Anzak hem de Osmanlı cephesinden ele alacaktım ancak senaryonun 15 sayfalık bölümünü değiştirdim ve konuyu sadece Osmanlı cephesinde görmek zorunda kaldım.” Sponsor bulamayan ve 800 bin liralık bütçeli filmi için bankadan kredi çeken Akçay, evini 650 bin liraya ipotek ettirdiğini sözlerine eklemiş.
Acaba Akçay, 1963 yapımı “Çanakkale Arslanları” filmi hayranı mı? Ajda Pekkan, bu ilk Çanakkale filmimizde hemşire rolündeydi hatırlayacağınız gibi. Yoksa niye Ajda Pekkan’ı hemşire rolünde görmek istesin ki? 800 bin nereye harcandı demekten alamıyorum kendimi. Çanakkale temalı bir film için 800 bin az olsa da filmi izleyen birisi, bu film olsa olsa 50 bin tl ile kotarılmıştır diyecektir. Film gişede 7 hafta kalmış. Filmi 2048 kişi izlemiş ve 15.979 TL hasılat elde edebilmiş. Yani film Akçay’ın yüzünü güldürememiş. Ancak aynı röportajında ilginç bir açıklama daha yapmış Akçay. O da aynen şu şekilde: “Bu film için harcadığım paranın geri dönmesini beklemiyorum. Filmde dijital efekt kullanmak istemedim. Bunu duyanlar efektsiz film mi olur? diye sordular. Alfred Hitchcock yıllarca efektsiz film çekti de ne oldu? Milyonlarca insan, onun filmlerini izledi. Ben filmde gerçek patlayıcılar ve mermiler kullandım.” Yani güler misiniz ağlar mısınız bilmiyorum. Doktordan yönetmen olur mu? Bal gibi de olur. Hatta olmuşu da var: Mustafa Altıoklar. Ama üzülerek söylüyorum Akçay’ın yönetmenlikle yakından uzaktan bir alakası yok. Atatürk’ten filmin sonunda bilgi olarak bahsediliyor. Atatürk’ün filmde olmaması isabetli olmuş. Şu cast ile Atatürk canlandırılsa felaket bir canlandırma gerçekleşebilirmiş.
Kapanış
Tek bir filmine bakıp hemen ilişkiyi kesmek istemiyorum. M. Night Shyamalan’da ilk iki filminde bocalamış az kalsın Harvey Weinstein’dan “The Sixth Sense” filmi için bütçe alamıyormuş. Levent Akçay bu ilk filminde başarılı olamasa da hatta gişede çakılsa da sadece bir yıl sonra bir başka film daha çekmiş. Filmin ismi “Kabe”. Konusu epey ilgimi çekti ve filmi bulabilirsem muhakkak izlemek istiyorum. Umalım ki Sarı Siyah filmindeki amatörlüğü atmış olsun Akçay.
Daha öncede söylediğim gibi ne kadar iyi niyetli olursa olsun yönetmen bu işi bilmediği ve yanındaki ekibinde belki tecrübesizliği belki de başka sebepler yüzünden izlerken çok sıkılacağınız bir film var karşınızda. Bu filmi izlemektense bu yaz Çanakkale’ye gidip abideleri bir ziyaret etmeniz, şehitliği gezmeniz daha faydalı olur sizin için…
Yazar: Umut Uçan