Ölülere Hayat Veren Nefesin Peşinde: DARK SOULS – Andolus’un Nefesi
Kısa öyküleri ve romanları ile tanıdığımız New York Times çoksatan yazarı George Mann, Titan Comics’ten çıkan “Doctor Who” ve “Warhammer 40.000” gibi çizgi romanları ile de öne çıkan bir kalem erbabı. Alan Quah ise Marvel, DC ve Lucasfilm gibi büyük yayıncılar için yaptığı kapak çizimleri ile adını duyurmuş bir sanatçı. Biri yazarlık diğeri ise çizerlik konusunda rüştünü ispatlamış bu iki isim, Elden Ring oyununun yaratıcısı Hidetaka Miyazaki’nin çığır açan video oyunu “Dark Souls”un çizgi roman uyarlamasında bir araya geldi. Ve ortaya 5 ciltlik macera dolu bir seri çıktı!
Sadece oyunun hayranlarına hitap etmeyen, aynı zamanda fantastik bir maceranın peşine takılmak isteyenleri de cezbedecek olan bu serinin şu an için iki kitabının Eksik Parça Yayınları tarafından Türkçe olarak yayınlandığını belirtelim.
Hayat Veren Ejderhanın Peşinde
“Andolus’un Nefesi” alt başlığını taşıyan ilk cilt, daha çok bir tanışma faslı tadında diyebiliriz. Ama bu size, hikayenin maceradan yoksun olduğunu düşündürmesin. Tam tersi daha ilk sayfadan itibaren kendimizi dur durak bilmeyen bir maceranın içinde buluyoruz.
Kitabın en başında bizi selamlayan Ishra diyarının haritası, hikayenin akışını takip etmemiz açısından çok önemli bir görev görüyor. Karakterlerimiz bu tekinsiz diyarda görev icabı dolaşırken hem Ishra’yı tanımamız kolaylaşıyor hem de onları kolaylıkla takip edebiliyoruz. Haritada izini sürdüğümüz mekanları hikayede sırası gelince görmek, sanki yeni bir şehri gezmeye gitmiş gibi keyif verici bir deneyim sunuyor.
Dört bölümden oluşan hikaye, başlangıçta karışık bir olay örgüsüne sahipmiş gibi gözüküyor. Bunun sebepleri arasında hikayeye yapılan ani giriş, karakterleri usul usul tanıtmak yerine onlarla birden bire yüzleşmek zorunda kalmamız ve efsaneyle gerçeğin muğlak bir çizgide kesişmesi gibi sebepleri sayabiliriz. Tamamen yabancı olduğumuz bir diyara, kendimizi hiç hazırlamadan gökten paraşütle dalmışız gibi dahil oluyoruz. Ama birkaç sayfa sonra ölümün kol gezdiği bu topraklara uzun zamandır aşinaymış gibi hissediyoruz.
Sanki Bir Film İzliyormuş Gibi
George Mann’in inşa ettiği sinematik evren, Alan Quah’ın bu evreni destekleyen enfes çizimleri ile daha da etkileyici hale geliyor. Öyle ki çizgi romanı okurken çoğunlukla kendimizi bir film izliyormuş gibi hissediyoruz.
Görsellik son derece etkileyici olsa da bağlantı noktalarındaki ani geçişlerin oldukça rahatsız edici olduğunu da belirtmek gerekiyor. Zamanda ansızın gerçekleşen sıçramalar ve mekanlardaki ani değişimler ister istemez bir kopukluk hissiyatı yaratıyor. Bu tercih, bizi gereksiz detaylarla uğraştırmadan nihai meselelere götürüyor olsa da hem hikayenin derinleşmesinin önüne geçiyor hem de karakterlerimizi daha yakından tanımamızı engelliyor. Ama çizgi romanın geneline hakim olan sinematik anlatım üslubu bu problemi büyük ölçüde örtüyor diyebiliriz. Tabii bir de bu cildin, serinin ilk cildi olduğunu unutmamak gerekiyor.
Az Karakterle Kurulan Kocaman Bir Dünya
“Dark Souls: Andolus’un Nefesi” isimli çizgi romanda fantastik edebiyatta sıkça karşılaştığımız ejderhalar, dev örümcekler, yaşayan ölüler, tekinsiz ormanlar, tarihin izini taşıyan kaleler ve korkusuz şövalyeler mevcut. Tanıştığımız karakter sayısı ise bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama yazar, az karakter ile gerçekten de koca bir diyarı ilgilendiren geniş kapsamlı bir evren kurmayı başarıyor. Bunu yaparken de tüm yapıyı aslında bir yol hikayesi şablonunun üzerine inşa ediyor.
Baş karakterimiz Fira, Jeanne d’Arc‘ı anımsatan bir kadın şövalye olarak arzıendam ediyor. Geçmişini hatırlamayan bu karakter, bölük pörçük bilgiler ile geçmişin izini sürerken biz de onun gibi geçmişin kırıntılarından yola çıkarak hikayenin kayıp parçalarını oturtmaya çalışıyoruz. Ona eşlik eden ve hatta ona yol gösteren kahin Aldrich ise son derece gizemli bir karakter. Tıpkı Fira gibi kahinin de geçmişini bilmiyoruz. Karakterlerimizin geçmişi hakkında pek bir şey bilmememiz belki de hikayenin en büyük handikabını oluşturuyor.
Başkarakterlerimizin dışında karşımıza çıkan iki önemli karakterden de mutlaka bahsetmek gerekiyor. Zira bu iki karakter, sadece şövalye Fira ve kahin Aldrich’in değil tüm Ishra diyarının kaderini belirliyor. Baron Karamas insanlığa musallat olan ölüm illetini sonlandırmak için yaşamı temsil eden ejderha Andolus’u yok ediyor. Bu, hikayenin temelini oluşturan bir efsane. Bu efsaneyi hem çizgi romanın başında yazı olarak görüyoruz hem de karakterlerin birbirleri arasında geçen diyaloglardan öğreniyoruz. Ama yazar, bu efsaneyi ve bu efsanevi karakterleri sadece söylentilerde bırakmakla yetinmiyor. Aynı zamanda bu karakterleri hikayenin akışı içine yerleştirerek hikayeye güç katan bir dokunuşta bulunuyor.
Ara sıra bize sunulan flashbackler sayesinde geçmiş hakkında bazı detayları da öğreniyoruz. Bunlar hikayenin boşluklarını doldurmamıza yetmiyor; sadece ağzımıza bir parmak bal çalmaya yarıyor. Yazar George Mann’ın bunu bilerek yaptığına hiç kuşku yok. Zira dört bölümden oluşan ve nispeten kısa diyebileceğimiz bu ilk cilt, merakımızı doruk noktasına çıkararak ve son derece doyurucu bir macera sunarak nihayete eriyor. Hikayenin sonuna geldiğimiz andan itibaren, “Acaba şimdi ne olacak?” sorusu zihnimizi kurcalamaya başlıyor. Bunun cevabı ise “Dark Souls: Kış Garezi” adını taşıyan ikinci ciltte…
Kitabın sonunda karakterlerin tanıtıldığı ve alternatif kapaklarının yer aldığı bir galeri bulunduğunu da notlarımızın arasına ekleyelim.