Maksat Sinema Olsun “4” Yaşında: Dört’ün Zaferi!
Takvimler 31 Temmuz 2011 tarihini gösterdiği zaman “Her şey bir Rüya ya da Maksat Sinema Olsun” demiştik. Şimdi aradan tam dört yıl geçti, anlayacağınız Maksat Sinema Olsun şimdi dört yaşında! Fakat -bazı talihsizlikler yüzünden- blogu neredeyse iki sene boyunca boş bırakmak durumunda kalmıştık. Bu yılın başından itibaren ise, blogu canla başla tekrardan diriltmeye çalıştığımızı fark etmiş olmanızı umuyorum.
Maksat Sinema Olsun’un 1. yaşı için sizinle paylaştığımız, Ümit Tatar’ın kaleminden çıkan “Parlayan Bez ya da Hayat Sineması” isimli hikayeden sonra, onunla aynı dünyada geçen bambaşka hikaye var bu sefer karşınızda! 4. yılımız şerefine yazılmış, Ülkü Tatar’ın geniş hayal gücünün ürünü olan, hem bir spin-off hem de son derece özgün bir öykü olan “Dört’ün Zaferi”ne hazır mısınız?
“Hayat Sineması”nda sıradan bir gün…
Yine küçük evlerinde oturmaktan canları sıkılmıştı. “Bir”, dışarıda bu hafta neler oluyor düşüncesiyle, küçük evlerinin koridora açılan kapısını açtı. Ve yine o esrarengiz adamı gördü. Gözleri kocaman açıldı. İçten içe ona hayranlık beslediği bir gerçekti. Sihirli perdeye bakarken onunla aynı duyguları paylaştığını düşünüyordu çünkü. Eğer onunla tanışabilseydi çok iyi dost olacaklarına inanıyordu. Kendi kadar küçük olan kapının eşiğinde durdu. Hemen, büyük bir heyecanla içeriye doğru seslendi: “Gelmiş! Hadi hemen yanına gidelim!”
İçeride oturmaktan mayışmış, koltuklarda yarı uyur halde olan “İki”, “Üç” ve “Dört” birden yerlerinden sıçradı. İki, koltuktan kalktı ama tedirgin olduğunu saklayamıyordu. Üç, “yine mi gelmiş” dercesine şaşkın bakışıyla ayakta duruyordu. Dört ise hepsinden daha sakin ve kendinden emin gözüküyordu. Bugün bu işi bitireceğim diye geçirdi içinden. Ama heyecanı ve daha önemlisi hevesi göklere çıkmış Bir’in ondan önce davranacağını da çok iyi biliyordu. Zaten daha o bunları düşünürken Bir, yüzündeki kocaman gülümsemesiyle içeriye koşup, hep hayal ettiği gibi misafirine vermek istediği kâğıdı masadan hızlıca çekip aldı. Kapıya yeniden koştuğunda ise vurulmuş gibi aniden durdu. Hissettiği acı bütün yüzüne yayıldı. Gözlükleri olması gerekenden çok az aşağıda duruyordu. Baktığı yerde ise, hiç tanışmadığı ama dostu olduğunu düşündüğü adam ve hayatta hep kaçması gerektiğini bildiği, fazlasıyla korktuğu fareler vardı. Üstüne üstlük adam ile fareler, konuşur bir vaziyetteydiler! Bir’in şaşkınlığı ve bu şaşkınla gelen belli belirsiz acısı henüz geçmemişti ki, İki de olanları gördü.
– Hayır, olamaz! Lütfen Bir, gitme! Geçen olanları unuttun mu yoksa? Bu çok tehlikeli. Hem bir daha gelir nasılsa. Bugün olması şart değil ya!
Evet, geçen olanları o da hatırlıyordu. Hatta hiçbir zaman, o yaşlı fare yüzünden ölümle burun buruna geldiğini unutmayacaktı. Ama yine de Bir, bunları dinlemek istemedi, duymazlıktan geldi ve fareler ile konuşan adama bakmaya devam etti.
“Yani bence de. Bu kadar önemli değil zaten. Yapma bunu Bir.” dedi Üç. Bir yandan da ona desteğini göstermek için yavaşça yaklaşıp Bir’in omzuna elini koydu. Bu hareketle kendine gelen Bir, hipnozdan çıkmış gibi kafasını salladı ve omzuna dostça koyulmuş bu elden kendini kurtarmak için, sert bir şekilde omzunu çekti. Öfkesi giderek artıyordu. Kaşlarını çattı. Tek istediği O’na bu kâğıdı vermek ve kendilerini tanımasını sağlamaktı. Bunu yapmak bu kadar zor olmamalıydı. Elindeki kâğıdı varlığından emin olmak için sıktı. Sonra da kararlı bir şekilde koridora çıktı. Böyle bir şeyin olacağını beklemeyen İki, elleriyle yüzünü kapadı. Korkudan titriyordu. Bakmaya bile korkuyordu. Kendisi asla böyle bir şeye cesareti edemezdi. Çünkü ne olacağı hiç belli değildi. Üç ise sadece şaşkın bir şekilde olduğu yerde kaldı; hem de Bir’in hayatının tehlikede olduğunu bilmesine rağmen. Şimdiye kadar sessiz kalan Dört ise artık doğru zamanın geldiğini biliyordu. Dudaklarında istem dışı bir tebessüm belirdi. Ona göre, Bir, nasıl olsa başaramayacaktı. Onun için artık çok geçti. Bu yüzden Dört, durduğu yerden hemen koridora doğru koşmaya başladı. Korkmuş İki ve şaşkın Üç ise sadece arkasından bakmakla yetindiler. Düşünmeden de edemediler: “Bütün bunlar, hayatlarını bu denli tehlikeye atmaya değer miydi?”
Bir, biraz ilerledikten sonra durmuştu. Daha fazla ileri gidememesinin tek sebebi, içinde gittikçe büyüyen o inanılmaz korkuydu. Tam cesaretini toparlamıştı ki cadının kedisini gördü. İşte bu tam bir felaketti! Çünkü o, hem Bir ve arkadaşlarının, hem de farelerin korkulu rüyasıydı. Ve ortaya çıktıysa birilerine zarar vermeden durmayacaktı!
Bir, ne yapacağını bilmiyordu. Etrafına bakmaya başladı. Çıkış yolu arıyordu ki elinde bir boşluk hissetti; eline baktığında ise kâğıdın olmadığını gördü! Yanından hızlıca geçen Dört, kâğıdını almış koşarak adamın yanına gidiyordu. Bir, onun her zaman böyle korkusuz olduğunu düşündü. Yapacak bir şey kalmamıştı. Çünkü Dört, bir şekilde fareleri ve kediyi aşmış, amacına ulaşmıştı.
Her zaman film izlemeye geldiği bu yerdeki üst üste olan tuhaflıkları, olayları anlamaya çalışırken adam, farelerden bile küçük bir şeyin ona bir kâğıt uzattığını görüp irkildi. O sırada Dört’ün içinde ise gurur ve sevinç bir arada barınıyordu. Kağıdı uzattıktan sonra geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Oradan hızla uzaklaşırken cadının kedisinin farelerden birini de yakaladığını gördü. Daha hızlı koşmaya başladı ve bir süre sonra gözden kayboldu.
Saatler 00:00’ı gösterip takvimler 31 Temmuz yaprağına geçtiğinde, esrarengiz adamın okuduğu kağıdın içinde aslında sadece şunlar yazılıydı:
“Bir ışık büyüsünün içinde veya dışında olmak… Veya bir hikâyeden yola çıkarak var olmak… Ne fark eder ki? Maksat Sinema Olsun…”
Yazar: Ülkü Tatar