Supergirl – Pilot (2015)
Hatırlarsanız 2012 yılında görücüye çıkan “Arrow”, bugüne kadar toplamda 69 bölümle dolu 3 sezonu başarıyla devirmiş, birçok seyircinin gönlünde taht kurmayı becermiş ve DC’nin talihsiz süper kahramanı Green Arrow’un kaderini değiştirip onu bilinen ve sevilen bir efsaneye dönüştürmüştü.
Arrow dizisinin beklenilenin çok üstündeki başarısı, DC’nin umutlarının yeşermesine, buna bağlı olarak da, başka kahramanların önünün açılmasına sebep olmuştu. 2014 yılının sonlarına doğru “Gotham”, “The Flash” ve “Constantine” dizileri birer birer ekranlarda boy gösterdiler. DC’nin bu süratli televizyon çıkarması 13. bölümünde ekranlara veda eden Constantine’i saymazsak oldukça başarılı oldu.
Özellikle The Flash, Arrow kadar büyük bir popülariteye sahip oldu desek yanılmayız herhalde. Kuşkusuz bu başarının sırrı, yaratıcılarının aynı kişiler olmasında yatıyor. Barry Allen’ın ilk kez Arrow dizisinde gözükmüş olduğunu ve Arrow da izlenen formülün birebir uygulandığı da unutmamamız gerek…
Şimdilerde ise DC, Arrow ve The Flash dizilerinin yaratıcılarının elinden çıkan ama bu sefer bir kadın süper kahraman dizisi olan “Supergirl” için gün sayıyor!
Televizyon Evrenindeki Kadın Kahramanlar
Aslında kadın kahramanların ön planda olduğu bir dizi, DC için yeni bir fikir değil. Daha öncede, Laeta Kalogridis tarafından yaratılan “Birds of Prey (2002–2003)” dizisinde, DC’nin karanlık tarafı ağır basan kadın kahramanlarının bir araya toplandığını görmüştük. Önce Batgirl sonra Oracle olarak gözüken Barbara Gordon, Batman ve Catwoman’ın çocuğu olan Helena Kyle ya da nam-ı diğer Huntres, Black Canary ve onun kızı Dinah Lance gibi iyi tarafta olan karakterlere ek olarak, Harley Quinn, Lady Shiva gibi kötü tarafın esir aldığı kadın karakterlerde bu dizide boy gösterdiler. Her ne kadar dizi, kalabalık kahraman kadrosu ile göz dolduracakmış gibi bir izlenim bıraksa da, aslında üçüncü sınıf görsel efektleri, hiçbir derinliği olmayan karton karakterleri, her bölümde varlığından şüphe ettiren senaryosu ve sıkıcı aksiyon sahneleri yüzünden epey kötüydü. Bu yüzden de, 13. bölümü itibariyle apar topar ekranlara veda etti.
Evet, kadın kahraman dizisi DC için yeni bir fikir değil dedik ama bu vereceğimiz örneklerin bol olacağı anlamına da gelmiyor. Şaşırtıcı bir şekilde 2. sezon onayı alan “iZombie (2015)” dizisini süper kahraman hikâyesi olmadığı için saymazsak ve Wonder Woman gibi birkaç sonuçsuz girişimi görmezden gelirsek, DC’nin eline yüzüne bulaştırdığı Birds of Prey dışında, kadın karakterlerin başrolde olduğu başka bir dizisi maalesef yok. Bu yüzden de Supergirl, DC için oldukça önemli…
Ayrıca, Captain America spin-off’u olan “Agent Carter (2015)” ile Marvel’in “bir kadın kahraman dizisi nasıl yaratılır” dersi vermiş olduğunu hatırladığımızda, bir anlamda “biz de sevilen bir kadın kahraman yaratabiliriz” misillemesi olan Supergirl’ün önemi DC için daha da artıyor. Tabi süper güçleri olmayan, erkeklere ait bir dünyada kadın olmanın zorluklarıyla boğuşan ve kahraman olmayı layıkıyla yerine getiren Peggy Carter’ın seyir keyfi yüksek hikâyesini anlatan Agent Carter ile kıyaslandığında, Supergirl dizisinin pilot bölümü birazcık(!) sönük kalıyor…
Pilot Bölüm Sürprizi
Kasım ayında CBS ekranlarında gösterilmesi planlanan Supergirl’ün, neredeyse 7 dakikalık uzun mu uzun “ilk bakış” fragmanından sonra, Mayıs ayında pilot bölümü de internete sızmıştı hatırlarsanız. Aslında belki de sızdırılmıştı! Game of Thrones’un beşinci sezonunun televizyonda başlamasına günler kala, ilk dört bölümünün internete düştüğü göz önünde bulundurulursa, yeni bir pazarlama taktiği olarak, Supergirl içinde bunu yaptıklarını düşünebiliriz.
İlk fragmanın olumsuz tepkiler almasının üzerinden çok geçmeden, internette karşımıza çıkan pilot bölüm, fragmandan sonra kafamızda oluşan önyargıları ve olumsuz düşünceleri silmek için yapılmış bir sürpriz gibi adeta. Tabi sürprizlerin bununla sınırlı kalmadığını da peşinen söyleyelim. Flash karakterine hayat veren Grant Gustin, Supergirl olarak karşımıza çıkan Melissa Benoist ve son olarak Arrow ve The Flash dizilerinin yaratıcılarından biri olan Greg Berlanti, Variety dergisinin kapağında birlikte poz verdiler. Bizleri daha çok umutlandırmak ve aslında Supergirl’ün şansını daha çok arttırmak için yapılan bu sürprizle, tabii ki bir crossover planladıklarının da altını çizmiş oldular.
Flash ile crossover bölümü bekleyip göreceğiz. Tabi bunun için uzun bir süre bekleyeceğimiz neredeyse kesin gibi. Bu yüzden de, bu konu hakkında şimdiden bir şeyler söylemek pek doğru değil. Pilot bölüm ise, fragmanla birlikte başlayan kötü şöhreti silecek denli güçlü ve etkileyici bir başlangıç değil maalesef! Neden mi?
Dizinin gösterim tarihinin, Kasımdan Ekimin sonuna, 26 Ekime çekildiğini de hatırlattıktan sonra, şimdi Supergirl dizisinin pilot bölümüne yakından bakmaya çalışalım…
O Bir Kuş… O Bir Uçak… Hayır, O Supergirl!
Supergirl dizisinin yaratıcılarına baktığımızda, Arrow ve The Flash dizilerinin arkasındaki isimler olan Andrew Kreisberg ve Greg Berlanti ikilisine ek olarak, “Chuck” ve “Glee” dizilerinin yardımcı yapımcısı Ali Adler’ın ismini de görüyoruz. Bu birleşimin sonucunda Supergirl’den beklentimiz, sağlam bir süper kahraman dizisi olmasının yanında, içinde aksiyonu da komediyi de bolca bulundurması yönünde oluyor şüphesiz. Fakat Supergirl ilk bölümüyle bir süper kahraman dizisinden çok, özellikle genç kızlara hitap etmeye çalışan, komik olması planlanan sahnelerin bolca kullanıldığı, gereksiz aksiyonla dolu ve güllük gülistanlık bir atmosferin hâkim olduğu bir gençlik dizisi imajı çiziyor.
Tabi ki Star(ling) City ya da Central City üzerine çöken karanlık ve kasvetli atmosferin, Supergirl’ün yaşadığı National City’ye hâkim olmasını beklemiyorum. Gerçi Supergirl’ün -uzun bir süre boyunca Mahmud Asrar tarafından çizilen- The New 52 serisi düşünülünce, bu tarz bir atmosferin çok daha etkileyici olacağı da ortada. Yine de bu düşünceyi es geçip diziyi mümkün olduğunca “soft” bir hale getirmelerini kabul ettik diyelim. Ama bu demek değil ki Supergirl, süper kahraman olarak geçirdiği ilk zamanlarda her türlü engeli kolayca aşabilen, daha ilk bölümde azılı bir kötü adamı kolayca yenebilen, yılların süper kahramanı gibi karşımıza çıksın. Birde bunlar yetmezmiş gibi, bir yandan da alter egosu Kara Danvers ile etrafına bol bol gülücük saçsın. Gerçekten tahammül edilemez!
Tabi ki hiç inandırıcı ve samimi olmayan tüm bunların yanında, diziye biraz samimiyet ve doğallık katmak içinde bol bol klişelerden, nostaljik sürprizlerden medet umuluyor. İlk bölümün kötü adam kontenjanı, Cary Bates ve Curt Swann tarafından 1974 yılından yaratılan Vartox ile dolduruluyor. Pek çizgi romanlardaki halini anımsatmasa da, karizmatik bir kötü olan Vartox ile dövüşen Supergirl, ilk başta yenilip ölümden kıl payı kurtuluyor; daha sonra Vartox ile karşılaştığında ise kolaylıkla onu alt ediyor. İnanabiliyor musunuz, hala bu tarz bir aksiyon mantığı güderek, kahramanın “inanç gücü”nün nelere kadir olduğunu kabullenmemizi bekliyorlar. Bu galibiyeti inandırıcı kılan hiçbir unsur, hikâyeyi güçlendirmek için ortaya koyulmuş hiçbir detay yok. İnandırıcı olması için önce yenilmesi sonra yenmesi yeterli demişler besbelli. Zaten ilk bölümün aksiyonu da Supergirl’ün gaza gelip Vartox’u pataklamasından ibaret. Tabi daha öncesinde “Kara Zor-El” kızımızın, kahraman olmaya heves edip uçak kurtarma, banka soygunu engelleme gibi maharetlerini de görüyoruz.
Süper kahramanlığa soyunan Kara’nın ilk olarak düşen bir uçağı kurtarması bir tesadüf değil elbette. Bu fikir, Richard Donner imzalı “Superman (1978)” filmine bir saygı duruşu niteliğinde. Christopher Reeve’nin ilk kez Superman’ı canlandırdığı bu filmde, Superman ilk büyük kurtarma operasyonunu, düşen bir uçağı kurtararak yapıyordu. Fakat dizide geçtiği gibi, bunun Superman’in ilk kurtarma operasyonu olmadığını da belirtelim. Daha öncesinde, içinde Lois Lane’nin olduğu bir helikopterin düşmesini engelliyor, bir soygun girişimine mani oluyor ve -inanılması güç belki ama- küçük bir kızın kedisini ağaçtan kurtarıyordu. Tabi Donner’ın Superman’ine saygı duruşu sadece uçak sahnesiyle sınırlı değil. Filmde Lex Luthor, Superman’i tuzağa çekmek için yüksek frekanslı bir ses kullanıyordu. Dizide ise aynısını Vartox yapıyor. Tabi filmde aralara serpiştirilen, havlayan köpek sahneleri ile bu zekice kotarılırken, dizide ise Vartox’un 50.000 Hertz’lik bir frekans ile iletişim kurduğunu söylemesiyle, sevimsiz bir şekilde gözümüze sokuluyor.
Geçmişe yönelik saygı duruşları bitti mi sanıyorsunuz? Tabi ki bitmedi! Kara’nın dünyalı ebeveynleri olan Danvers ailesine Krypton’un eski yıldızları hayat veriyor. “Supergirl (1984)” filminde Kara Zor-El’i canlandıran Helen Slater, cameosunu anne Eliza Danvers ile yaparken; baba Jeremiah Danvers rolünde ise “Lois & Clark: The New Adventures of Superman (1993–1997)” dizisinde Superman olarak karşımıza çıkan Dean Cain’i görüyoruz. Ufak bir sahnede gözükseler bile, onları görmek gerçekten keyif verici oluyor. Ama işin aslı, ben onları Kara’nın gerçek annesi ve babası olarak görmek isterdim. Ne de olsa daha öncesinde Krypton’lu karakterleri oynamışlardı.
Kostüm Bahane Espriler Şahane(!)
Gelelim bir kahramanın alamet-i farikası olan kostümüne. Kostüm, bir süper kahraman filminde -ya da dizisinde- çabucak geçiştirilen hatta çoğu zaman atlanan bir meseledir. Genelde birkaç ufak tefek sahne ile ima edilir, sonrasında ise kahraman kusursuz bir kostümle arz-ı endam eder. Kostümün bu şekilde geçiştirilmesi beni her zaman rahatsız etmiştir. Zira kahramanın beceriksizce yaptığı ilk kostümünü, kostümünün ilk taslaklarını, bunu nasıl tasarladığını ya da neyden ilham aldığını görmek isterim. Keza isim konusunda da aynı fikirdeyim. Genelde kahramanın isminin, hep televizyon ya da gazete tarafından verildiğini görüyoruz. Buna alternatif bir fikir, neredeyse hiç üretilmiyor. Kahramanın kendine isim bulma fikri komik gelebilir belki ama sürekli olarak gizlice çekilen bir fotoğrafıyla ona yakıştırılan ismin, televizyonlarda boy boy gösterilmesinden ya da gazetelere manşet olmasından da bıktım doğrusu.
Peki, Supergirl için ne diyebiliriz? Evet, Supergirl kostüm konusunu es geçmiyor belki ama eğlenceli olması tasarlanan hızlı bir kurguyla geçiştirmekle yetiniyor! Bu hızlı kurgulanmış sahnede, Supergirl’ün sadece seksi olmak için tasarlanmış eski kostümlerine atıfta bulunuyor, pelerin konusunda espriler yapıyor, kostümün malzemesi konusunda bilgiler veriyor… Velhasıl Supergirl’ün kostümü birden peyda olmak yerine, aşama aşama gelişiyor. Ama bu sahnelerin doyurucu ya da eğlenceli olduğunu söylemek ise neredeyse imkânsız! Her şeye rağmen kostümün, “Supergirl (1984)” filminde olduğu gibi bir anda ortaya çıkmaması sevindirici bir durum. Ayrıca Helen Slater’in kostümü ile “Man of Steel (2013)” filminde ki Henry Cavill’in kostümünün birleşimi gibi gözüken, hem nostaljik hem de modern olmayı başaran bu yeni Supergirl kostümünü beğendiğimi itiraf etmeliyim.
Kostüm güzel evet, fakat bu kostümün nasıl ortaya çıktığını belirten bir detay dizide kullanılsaydı demeden de edemiyor insan. Mesela Supergirl’ün The New 52 serisinde giydiği kostüm, onun Krypton’daki mezuniyet kıyafetiydi ve bence bu fikir oldukça güzeldi. Fakat buna rağmen, gereksiz derecede seksi bir kostümdü! Neyse ki dizideki kostüm, çizgi roman evrenindeki kostümleri gibi, sadece Supergirl’ü bir arzu nesnesine dönüştürme amacı gütmüyor. Zaten dizinin amacının da sağlam bir kadın kahraman yaratırken, hiçbir şekilde sömürü yapmamak, kadını arzu nesnesine dönüştürmemek olduğunu görüyoruz. Hatta dizide, kafede çalışan bir kadının ağzından çıkan, “İnanabiliyor musunuz? Bayan bir kahraman. Sonunda kızımın kendine örnek alacağı birileri olacak.” repliği, dizinin amacını açıkça ortaya koyuyor: Kızlarında örnek alacağı bir kahraman yaratmak, erkeklerin baskın olduğu süper kahraman evreninde, kadın kahramanın gücünü, feminist bir yaklaşımla sergilemek! Zaten dizinin başarabildiğini bir şey varsa, o da bir nebze olsun bu oluyor.
Dilerseniz, kısaca dizide Supergirl isminin nasıl ortaya çıktığından da bahsedip bu kostüm ve isim meselesini burada noktalayalım. Tahmin edebileceğiniz gibi Supergirl ismi, yine bir medya organı tarafından, ama bu sefer bir dergi imparatorluğunun sahibi olan Cat Grant tarafından veriliyor. Kara ile patronu Cat Grant arasında geçen, “Supergirl değil, Superwoman olsun” muhabbeti de, tıpkı kostüm sahnelerinde olduğu gibi, son derece zorlama, eğlenceli olmanın çok uzağında ve aşırı derecede gereksiz. Ayrıca dizinin, isim bulma meselesi vasıtasıyla, “#supergirl” hashtag’ini filmde kullanarak, sosyal medya kullanıcılarına göz kırpmayı ihmal etmediğini de hatırlatalım.
Kahraman Olmak İçin Geç Kalan Kahraman
Bir an için uçabildiğinizi düşünün… Sırf “normal” olabilmek uğruna yıllarca uçmaktan vazgeçer miydiniz? Ya da sıradan bir insandan katbekat güçlü olduğunuzu düşünün… Etrafınızdaki yardıma muhtaç insanlara yardım etmek istemez miydiniz? Her şeyi duyabildiğinizi düşünün… İnsanların yardım çığlıklarını görmezden gelebilir miydiniz?
İşte Supergirl’ün en büyük sorunu burada başlıyor bence. İlk bölümün başlarında, Kara patronunun gelişini üstün duyma yeteneği ile daha asansördeyken duyuyor. Peki, soruyorum size, bu kadın, şimdiye kadar hiç mi sokakta yardıma muhtaç birinin sesini duymadı? Dizinin girizgâh bölümü adeta, evet, duymadı diyor!
Anlayacağınız Kara her türlü süper gücünden elini eteğini çekmiş, yıllarca uçmamış, kimseye yardım etmemiş, kendi halinde yaşamış! Ta ki o ana kadar… Kara, şimdiye kadar son derece bencil bir karar verip kimseye yardım etmediği gibi, güçlerini kullanmaya karar vermesi de son derece bencilce bir sebep yüzünden oluyor! Bir uçağın düştüğünü öğrendiği sahnede, artık güçlerini bastırmanın anlamsız olduğuna ve uçağı kurtarması gerektiğine karar veren Kara, bunu sırf uçağın içinde üvey kız kardeşi Alex Danvers olduğu için yapıyor. Şimdiye kadar kimseyi kurtarmaya çalışmadığına ait düşüncemiz de bu sahne ile iyice perçinleniyor.
Benim Adım Kara Zor-El…
Arrow ve The Flash dizilerinden sonra iyice alıştık artık, “Benim adım…” diye başlayan kahraman dizilerine. Supergirl de bunlardan bir tanesi. Kahramanımız, “Benim adım Kara Zor-El…” diyor ve başlıyor, hem kuzeninin hikâyesindeki bilinmeyenleri hemde kendi hayatını anlatmaya…
Kal-El’in -ya da daha çok bilinen adıyla Superman’in- ebeveynleri tarafından, hayatta kalması için Dünya’ya gönderildiğini zaten biliyoruz. Bilmediğimiz şey, aynı zamanda 13 yaşındaki Kara Zor-El’in de, kuzeni Kal-El’i koruması için kendi ebeveynleri tarafından Dünya’ya gönderilmiş olması. Krypton’u tamamen es geçerek, bize sadece uzay kapsüllerinin olduğu yeri gösteren sahne, daha ilk dakikadan bizi garip ruh hallerine sokuyor! Kara, annesine sarılırken, babasına sarılmadan kapsüle biniyor. Annesi, gezegenin yok olacağını bilmesine rağmen Kara’yı gereksiz yere oyalayarak, ayaküstü Dünya hakkında bilgi veriyor. Kara çok fazla zaman kaybettiği için, kapsülü Krpyton’un patlamasından hasar görüyor ve bu yüzden uzayın zaman geçmeyen bir bölgesi olan Hayalet Bölge’ye giriyor. Burada 24 sene boyunca uyku halinde kalıyor. Sonra bilinmeyen sebeplerden ötürü bu bölgeden çıkmayı başarıyor ve Dünya’ya, 13 yaşında bir çocuk olarak ayak basıyor. Sonrada kuzeni Superman tarafından bulunuyor ve aile şefkati görsün diye Danvers’ların yanına veriliyor…
İşte dizinin pilot bölümünün başında bizi bunlar bekliyor. Daha fazla detay vermeye gerek yok. Ama bazı konularda da birkaç kelam etmek istiyorum. Bunca imkâna rağmen Krpyton’a kıyısından bile şahit olamayışımız ve sadece patlarken uzaktan görmemiz, gerçekten tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaratıyor. Hatta Donner’ın 1978 yapımı Superman’in girişindeki o enfes Krpyton sahnelerini düşününce hayal kırıklığım daha da artı diyebilirim. Kara’nın, bir daha görmeyeceğini bildiği babasını hiç umursamadan kapsüle binmesi ise son derece şaşırtıcı! Peki ya, Krpyton gibi gelişmiş bir gezegende yaşayan annesinin, Kara’yı gezegenin patlayacağını bildiği halde ayaküstü bilgilendirmesine ne demeli? Tam anlamıyla şok edici! Tabi sonradan annesi Alura’nın Kara’ya bir kutu bıraktığını görüyoruz ama onun içinde de sadece uyduruk bir mesaj var. Donner’ın Superman’inde, babasının Kal-El’e sadece Dünya hakkında değil tüm evren hakkında bilgi veren bir kristal bıraktığı düşünülünce, herhalde ailesi Kara’yı pek sevmiyormuş demekten başka bir şey bulamıyorum. Hayalet Bölge fikrinin de 1984 yapımı Supergirl’e ait bir gönderme olduğunu hatırlattıktan sonra, bu girişle ilgili son sorumuzu soralım: Superman, kuzenini neden alıp kendi yetiştirmiyor? Kalkıp kendini bilime adamış bir ailenin yanına veriyor! Bilim insanları… Hani kendisi çiftçiler tarafından büyütüldü ya, bu içine dert olmuş anlaşılan. Yani açıkçası, ben bu kadar yaratıcılıktan yoksun bir fikir görmedim ama bu konu ile ilgili sözü daha fazla uzatmayacağım…
Birazda, Kara Zor-El nasıl biri bundan bahsedelim. Kahramanımızın karakter özelliklerine şöyle bir bakalım. Öyle yakından bakmamıza bile gerek yok, şöyle uzaktan bir baktığımız zaman, böyle bir kahramanın birinin rol modeli olamayacağını çok iyi anlıyoruz. Sakar, beceriksiz, düşüncesiz, gereksiz duygusal patlamalar yaşayan, tam anlamıyla ergen hareketlerine sahip olan, aptal olmak için büyük bir çaba sarf eden, internetten sevgili bulmaya çalışacak kadar kronik bir yalnız olan, kimliğini hiç düşünmeden yakınındaki ilk kişiye açıklayacak kadar düşüncesizce davranan…
Her ne kadar kahraman ile bir türlü yakınlık kuramasak, aptallıklarına tahammül edemesek bile, Supergirl’e hayat veren Melissa Benoist’in bu karakterle muhteşem uyumunu görmezden gelemeyiz. Tıpkı artık Flash ile özdeşleştirdiğimiz Grant Gustin gibi, Supergirl’e hayat veren Melissa Benoist de, Glee dizisi ile adını duyuran bir isim. Daha öncesinde Damien Chazelle’nin yönetmen koltuğunda oturduğu “Whiplash (2015)” filminde de rol alan Benoist, Kara’ya hayat verirken nispeten başarılı ve doğal bir performans sergiliyor. Bu yüzden de, filmin nadir iyi taraflarından biri diyebiliriz onun için.
Çok Laf, Az İş!
Smallville, Arrow ve The Flash dizilerinde, görüntü yönetmeni ve yönetmen olarak çalışmış olan Glen Winter, dizinin ilk bölümünün yönetmenliğini üstlenen isim. Senaryo ise Andrew Kreisberg tarafından yazılmış. Fakat buna rağmen Supergirl’ün pilot bölümü, ne birçok süper kahraman dizisinde yönetmenlik yapmış birinin elinden çıkmışcasına etkileyici bir görselliğe, keyifli tonlara ve usta işi anlatıma sahip, ne de birçok süper kahraman dizisinin yaratıcısı olarak boy gösteren birinin elinden çıkmışcasına sağlam, inandırıcı ve sürükleyici bir hikâye anlatıyor.
Dizi, arkasında birçok yetenekli adam barındırmasına rağmen, maalesef vaat ettiği hiçbir şeyi vermeyi beceremiyor! Pespaye efektleri yerlerde sürünüyor, romantik-komedileri anımsatan atmosferi ile süper kahraman dizisi olmanın çok uzağında duruyor, kahramanın gelişim sürecine bizi inandıramaması yetmezmiş gibi, Kara’nın bir kahramana ait olamayacak karakteri yüzünden onunla bağ kurmamız engelleniyor, daha ilk bölümden güçlü bir kötü adam tasfiye ediliyor, senaryosu hiçbir zekâ parıltısı barındırmazken eski filmlerden nemalanmaya çalışıyor, hâsılı Supergirl ilk bölümüyle, olumsuz düşünceleri silmeyi başaramadığı gibi bir süper kahraman dizisi olmayı da hiç beceremiyor.
Ufuktaki Gelişmeler…
Hiç umut vaat etmese de Supergirl, pilot bölümü ile yapamadığını belki bundan sonraki bölümleri ile yapabilir. Sonraki bölümlerinde daha iddialı olduklarını göstermek istediklerinden olsa gerek, Kara’ya hem yeni bir hısım hem de yeni bir hasım geleceğinin duyurusu, sosyal medya üzerinden yapıldı.
Önce Kara için iyi habere bakalım… Lois Lane’in kardeşi Lucy Lane, daha önce “Supergirl (1984)” filminde, Smallville ve Lois & Clark: The New Adventures of Superman dizilerinde gözükmüştü. Şimdi ise Jenna Dewan tarafından canlandırılacak olan Lucy Lane, Supergirl dizisinde karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. İzleyenler bilir, 1984 yapımı Supergirl filminde, Kara’nın oda arkadaşı olan Lucy, aynı zamanda Jimmy Olsen’ın da arkadaşıydı. Tabi Olsen’ın, Lucy’ye abayı yaktığını da belirtmekte fayda var. Bakalım dizide de, bu ilişki üzerinde durulacak mı?
Bu arada Jimmy Olsen’dan bahsetmişken ayrı bir parantez açmak istiyorum. Şimdiye kadar Superman filmlerinde beyaz tenli, kısa saçlı ve biraz da silik bir tip olarak gördüğümüz Olsen’ın, zenci, kel ve karizmatik birine dönüştürülmesine pek anlam veremedim. Yani Jimmy Olsen hep böyleydi; neden altında hiçbir anlamın yatmayan böyle bir değişiklik yapıldı? Ya da altında bir anlam var mı? Bilemiyorum… Her şeye rağmen karaktere hayat veren Mehcad Brooks, elinden geleni yaparak, karizmatik bir Jimmy Olsen ile diziye renk katmayı başarıyor.
Şimdi de Kara için kötü haber zamanı… Chris Browning tarafından hayat verilecek olan Reactron, Supergirl’ün üçüncü bölümdeki düşmanı olacak gibi gözüküyor! Eğer bu size yetmediyse, ufuktaki kötü adamların sadece Reactron ile sınırlı olmadığını bilmeniz gerek. Zira hangi bölümde karşımıza çıkacakları henüz belli olmasa da, Hellgrammite isimli karakterin Justice Leak, Livewire isimli karakterin ise Brit Morgan tarafından canlandırılacağı kulağımıza çalınan bilgiler arasında.
Tabi şu an Supergirl’ün tarafında olsalar dahi, düşmana dönüşme ihtimali yüksek olan bazı karakterleri de, ilk bölüm itibariyle gördüğümüzü notlarımızın arasına ekleyelim… DEO yani Department of Extranormal Operations (Normalötesi Operasyonlar Birimi) başkanı olan Hank Henshaw, çizgi roman evreninde Cyborg Superman’e dönüşen isim. Kara’nın ofisteki en yakın arkadaşı olarak izlediğimiz Winn Schott ise, çizgi roman evreninde Toyman isimli kötünün alter egosu. Bu karakterlerin akıbeti ne olacak ilerleyen zamanlarda göreceğiz…