Harvie Krumpet (2003)
Harvie Krumpet, Adam Elliot’un “Mary and Max (2009)” öncesinde benzer bir karakter etrafında benzer bir hikâyeyi anlattığı ve Oscar’ı kazandığı 2003 yapımı bir stop motion kısa filmdir. Harvie Krumpet, yanımızda, çevremizde, fark edemediğimiz her yerde yaşayanların, var olmanın sebebini arayanların ve kendini olduğu gibi kabullenip yola devam etmesi gerekenlerin filmidir aynı zamanda.
Filmin başında, siyah ekranda şu beyaz yazılar belirir:
Kimileri önemli doğar, kimileri önem kazanır. Kimileriyse önemli işler yaparak öne geçerler… Ve bir de… Diğerleri vardır…
Önemli olmak deyince aklımıza bir işte başarılı olmak, iyi bir eğitim almak ve bilgili olmak gelebilir. Bir şarkıcı binlerce kişi için önemlidir mesela. Onun şarkıları, sesi, yüzü, her şeyi hayran olmak için yeterlidir. Ama bir de diğerleri vardır. Yani önemli olmayanlar. Ama gerçekten önemli değiller midir?
Harvie’de o önemli olmayanlar arasında olabilir miydi? Anlatıcının, Harvie doğduğunda, “dünyaya tepetaklak ve ters yüz geldi” diye bir ifade kullanması bize bunun hakkında bir ipucu vermiş olabilir miydi? Veya Harvie yeniden ve yeniden tepetaklak ve ters yüz olduğunda kendini önemsiz hissetmiş ve umutsuz olmuş muydu?
1922’de Polonya’da doğduğunda, bir süre sonra “Tourette Sendromu” taşıdığı anlaşılınca, okulda dalga geçmelere ve eziyetlere maruz kaldığı için eğitimine evde devam etmesi gerektiğinde, anne ve babasını kaybedip yapayalnız kaldığında, Almanya işgali yüzünden Avustralya’ya gidip orada yaşam mücadelesi verdiğinde, Harvie, bütün bunlar arasında kendini önemsiz hissetmiş miydi?
Harvie, her karşılaştığı olumsuzlukta umut etti ve umutsuzluk sınırında gidip gelse de hiçbir zaman umutsuzluk sınırını geçmedi. Evet, kazayla edindiği yaralarının tamamen iyileşmediğini görünce “Zaman tüm yaraları iyileştirmiyor” veya âşık olup evlendiğinde “Aşk her şeyi alt edemez” sonuçlarını çıkartabiliyordu. Ama aynı zamanda üstünden bütün yükünü atıp çırılçıplak koşmakla ve hayvan haklarını dahi savunmakla var olmak arasındaki bağı da çözebiliyordu. Güneş ışıklarının yüzüne, vücuduna vurduğu sırada hiç gelmeyecek bir otobüsü bekleyecek kadar var olmanın tadını çıkartabiliyordu. Otobüsün hiç gelmeyecek olması önemli miydi? Hayır, bu kimin umurundaydı ki! Bu yüzden, “Hayat sigara gibidir. Dibine kadar için.” sonucunu çıkarmak hiç de zor değil.
Çok ilginçtir ki, filmi izledikten sonra ve yazıyı yazmadan önce, pencereden baktığım sırada, yaşlı ve görmeyen bir amcanın bulunduğu yerden biraz ilerideki durağa gidişine şahit oldum. Yavaş ama emin adımlarla durağı bulup yerine oturduğunda, Harvie’nin bana onunla ilgili çok önemli bir şeyi gösterdiğini fark ettim. O amca önemliydi ve hayatının sonuna kadar gidiyordu. Gitmeliydi çünkü. Öyle ya, hikâyenin sonunda ne gibi bir güzellikle karşılaşacağımızı nereden bilebiliriz ki?
Yazar: Ülkü Tatar