Küçük Prens’in Sinema Yolculuğu
Küçük Prens, birçok kişinin okuduğu, okumasa bile adını muhakkak duyduğu bir kitap. Şimdilerde ismini sıkça duyduğumuz ve raflarda gördüğümüz Küçük Prens, aslında popülerliğini daha bir kitap haline gelmeden önce yaşamaya başlamıştı. Saint-Exupéry’in etrafındaki herkese şevkle bahsettiği, sıkılmadan anlattığı ve bıkıp usanmadan çizimlerini gösterdiği bu küçük kahramanın, sinemadaki yolculuğuna geçmeden önce Küçük Prens’ten biraz bahsedelim…
Ruhu Büyümeyen Kahraman
Artık çocukluğumuzun peşinden koşmadığımızı anladığımızda, yani çocukluğumuzun içimize bir yerlere
saklandığını -evet, buna büyümek deniliyor- hissettiğimizde, Küçük Prens’in bu kısa hikâyesi daha anlaşılır, daha çarpıcı ama en önemlisi daha değerli oluyor. Onu, çocukken gelip geçen mutluluk ya da hüzünlerimizle, keşif dolu meraklarımızla değil de, birazcık da olsa deneyimlerimiz anlaşılır kılıyor desek yalan olmaz herhalde…
Küçük Prens’i tanımaktan bahsederken ondan ayrı düşünemeyeceğimiz, ona hayat veren Saint-Exupéry’den bahsetmeden, onu tanımadan bu hikâyenin eksik kalacağı da ortada. Saint-Exupéry
ile ilgili yaptığım okumalar esnasında onun Küçük Prens’e olan bağlılığını görmek bir hayli etkilemişti beni. Arkadaşlarının Saint-Exupéry hakkındaki söyledikleri ve Küçük Prens kitabının ortaya çıkış sürecini büyük bir ilgiyle okudum. Çünkü karşımda inanılmaz bir yazar profili vardı. Her şeyden önce daha demin de
belirttiğim gibi bu küçük ve hayali arkadaşa bağlılık besleyen yazarın, onunla ilgili takıntı derecesine varan düşüncelerine şahit olmak beni bir hayli şaşırttı. Aslına bakarsanız Saint-Exupéry’nin bu hayali arkadaşa karşı olan aşırı sevgisi, onun anlaşılma arzusunun, artık içinde saklayamadığı ve bilinmesini istediği şeylerin bir dışavurumuydu. Küçük Prens, Saint-Exupéry’nin sessiz çığlıklarının kâğıt üzerindeki somutlaşmış haliydi. Çünkü onun hayatında savaşın, ülkesine ve kendi hayatına getirdiği olumsuz değişiklikleri ve iç buhranları sürekli görmekteyiz.
Her zaman anlatmaya, açıklamaya hazır olduğu çevresindeki kişiler, Küçük Prens’in Saint-Exupéry’nin kişiliğinden kopup geldiğinde hemfikirdi. Böyle coşkulu olsa da yazarın, Küçük Prens’e karşı aceleci ve özensiz bir yaklaşım sergilemediği de ortada. Sebebi ise içi Küçük Prens ile dolup taşmış büyük bir adamın, gece gündüz bu kitabın metninden çizimlerine kadar her şeyini düşünüyor, ölçüyor, tartıyor olması. Çizdiği resimleri dahi hangi tür boyayla boyaması gerektiğini düşünmesi, hangi resmin hangi yazının altına gelmesi gerektiğini ayarlaması gibi en ufak detayına kadar bu kitabın her şeyini düşünmesi de bunun en büyük kanıtıdır aslında.
Ama onun bu kitaba ve küçük kahramanımıza olan bağlılığı ve düşkünlüğüne daha çok örnek bulmak mümkün elbette… Saint-Exupéry annesine, “İç yaşantıları ifade etmek güçtür… Onlardan söz etmek kendini beğenmişlik olur” (Saint-Exupéry, 2013: 43). dediğinde çıkış yolunu, hissettiklerini Küçük Prens’le aktararak bulmuş olabilirdi.
Bunları yansıtmayı, dünyaya gelen küçük misafir ile somutlaştırmasına bir başka kanıtta Küçük Prens’in farklı bir el yazması versiyonundaki şu sözleri olabilir: “Oyunun dışında olduğumdan, yetişkin insanlara onların çevresinden olmadığımı hiçbir zaman söylemedim. Kalbimin derinliklerinde hala beş altı yaşlarında olduğumu onlardan gizledim. Çizimlerimi de gizledim onlardan. Ama dostlarıma seve seve göstermek isterim bunları. Bu çizimler, benim anılarım” (Saint-Exupéry, 2013: 2). Arkadaşlarına verdiği ve arkadaşlarının da büyük bir özenle sakladığı bu eskizleri gördüğümüzde Saint-Exupéry’in çabasını ve sevgisini hissetmemek ve elbette derin düşünceleriyle beraber gelen içindeki hüznün, Küçük Prens’in yüzüne yansımalarını görmemek mümkün değil…
Küçük Prens’in Sinema Yolculuğu
İlk kez 6 Nisan 1943’te New York’ta Reynal & Hitchcock yayınevi tarafından yayımlanan Küçük Prens’in sinemadaki yolculuğu ise 1967 yılında başlar. Bu ilk sinema uyarlaması, Litvanya’lı yönetmen Arunas Zebriunas tarafından gerçekleştirilir.
Onun ardından 1974’te yapılan müzikal, belki de Küçük Prens’in en güzel sinema uyarlaması olarak hatıralarda kalmayı başarmıştır. 1974 yapımı, Stanley Donen’ın yönetmen koltuğunda oturduğu, Steven Warner’in Küçük Prens rolünü üstlendiği, 84 dakika süren müzikal, hikâyeye sadık kalmış ve metni sahneye birebir yansıtmaya çalışmıştır. Film doğrudan kitabın başladığı gibi, karakterin çizdiği “avını yutan boa yılanı” resmini büyüklere göstermesiyle başlar. Hikâyeye sadık desem de kitaptaki her şey doğrudan filme alınmamıştır. Gezegenlerin tümünü perdede göremezken, senaryoya sonradan eklenmiş bir gezegen de filmde vardır, komutanın gezegeni… Küçük Prens oraya gidip komutana hayatı öğrenmek istediğini söylediğinde aldığı cevap, “Hayat ölümden ibarettir, kahramanca ölmektir.” olur. Aslında kitaba bütünsel bir
şekilde baktığımızda bu diyaloglar eğreti durmaz. Yine de hikâyeye böyle bir şey ekleme ihtiyacı duyulmalı mıydı, orası biraz meçhul. Hem de Saint-Exupéry’nin gezegenlerin çok olduğu konusundaki rahatsızlığını ve bir gezegeni çıkarmayı düşündüğünü arkadaşlarına söylediğini öğrendiğimizde böyle bir gezegenin senaryoya dâhil edilmesi daha da anlamsızlaşıyor. Yine de film, Küçük Prens’in ruhunu korumayı başaran oldukça eğlenceli bir uyarlamadır. Özellikle tilki ve yılan sahneleri fazlasıyla keyifli. Bu sahnelerde tilkinin ve yılanın insan şeklinde olması, garip bir tercih gibi gelse de, bana anlatılmak istenileni daha iyi yansıttığını düşündürmüştür. Yılanın eğlenceli dansı, arkadaş arayan masum ve yalnız tilkinin şaşkın bakışları, bu karakterleri unutturmayacak cinstendir.
1979 yılına geldiğimizde ise 28 dakika gibi kısa süreli bir animasyonla karşımıza çıkar Küçük Prens… Will Vinton’ın bu stop motion filmi de hikâyeye sadık bir uyarlamadır. Yoğun bir çabanın ürünü olan ve Küçük Prens’in dünyasına farklı bir görsellik katan filmin, maalesef istenilen etkiyi verdiği pek söylenemez.
Elbette Küçük Prens’in uyarlamaları bunlarla sınırlı değildir. 1970’lerde yeni karakterler ve yeni maceralar eklenen Japon yapımı serbest bir uyarlaması gelir Küçük Prens’in. 2011’de ise Anton Soumache’a ait Methode Films adlı Fransız şirketinin televizyon için çektiği animasyon film de Küçük Prens’i yeni maceralara yelken açtırır (Saint-Exupéry, 2013: 24). Aradaki 41 yıllık zaman diliminde bir avuç, ses getirmemiş Küçük Prens uyarlamaları karşımıza çıksa da Stanley Donen’ın 1974 yapımı müzikalinden sonra en ilgi çeken ve merakla beklenen uyarlama, 2015 yapımı animasyon olur.
Hikâye İçinde Hikâye
Türkiye’de 23 Eylül 2015’te vizyona giren Küçük Prens’in son sinema macerasının yönetmenliğini, kendisini “Kung Fu Panda (2008)” ile ispatlayan Mark Osborne üstlenmiştir.
Bu sefer Küçük Prens bambaşka bir şekilde seyirci karşısına çıkar. Evet, yine gülünü bırakıp farklı gezegenler dolaştıktan sonra dünyaya gelmiştir. Tilkiyle arkadaş olmuş ve çölde pilotla karşılaşmıştır. Fakat bunları öğrenmemiz kendi halinde yaşayan ve bahçesindeki uçağı uçurmaya çalışan yaşlı bir adamdan olacaktır ve bu adam aslında o pilotun ta kendisidir! Fakat bu hikâyenin kahramanı pilot değil küçük bir kızdır.
Annesinin başarı aşkı yüzünden çocukluğunu biraz ertelemek zorunda kalan küçük kız, hayatın en güzel kısmını, yani kalbiyle görmesi gerektiği kısmını yeni taşındıkları evin yanındaki garip bir adam sayesinde anlayacaktır. Bu garip adamın evinin bahçesinde, artık işe yaramaz bir uçak vardır ve geceleri teleskopla yıldızları seyretmektedir. Annesinin istediği okula gitmek için gece gündüz planlı bir şekilde çalışmak zorunda kalan küçük kıza geceleri yıldızları seyretmek elbette çok abes gelecektir. Uzun sayılacak bir süre boyunca modern insanın günlük hayatına, düşünce ve duygularına şahit olduktan sonra filmin seyri küçük kız ve yan komşusu olan pilot arasındaki dostluğun ilerlemesi ile devam eder. Bir yandan da modern insanla birlikte kaybolan şeyler Küçük Prens’in masumiyetiyle yeniden ortaya çıkmaktadır.
İhtiyar pilot sayesinde Küçük Prens’i tanıyan ama onu hiç göremeyen küçük kız, onu aramak için pilotun uçağı ile yola çıkar. Simsiyah bir renkle dolmuş ve kasvetli havasında mutsuz insanların yaşadığı gezegende küçük kız, Küçük Prens’i hiç de tahmin edemeyeceği bir şekilde bulur. Küçük Prens, modern dünyaya ayak uyduramamış ve özgüvenini, masumiyetini, umudunu, öngörüsünü, bilgiçliğini kaybetmiş bir şekilde yaşam sürüyordur çünkü. Ve büyümüştür… Filmin başından Küçük Prens’in büyüdüğü kısma kadar olan şeyler beni rahatsız etmezken, Küçük Prens’in büyüdüğünü görmek, işte bu beni fazlasıyla rahatsız etti! Küçük Prens’i, neden olduğu gibi ve de kendi haline bırakamıyoruz diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
Aslında bu son bana çok yabancı gelmemişti. A.G. Roemmers de bundan çok uzak olmayan bir zamanda “Genç Prens’in Dönüşü” adlı kitabı yazarken aynı düşünceyle yola çıkmış olmalıydı. Modern dünyada tutunamayan ve büyümüş haldeki Küçük Prens’i ne okumak ne de izlemek bana keyif veriyor, aksine son derece rahatsız ediyor. Bununla beraber elbette film böyle sonu havada ve olumsuz bir şekilde bitmiyor. Her şeyin yoluna girdiğini görüyoruz neyse ki… Yine de film, Küçük Prens’i sinemanın gelişmiş imkânları dâhilinde beyazperdede izlemek isteyenler için bir hayal kırıklığı olabilir. Bu yüzden şunu söylemek bana yanlış gelmiyor, hala çekilmiş en iyi Küçük Prens filmi Stanley Donen imzalı olandır.
Kaynakça
Antoine de Saint Exupery. (2013). Küçük Prens’in Güzel Hikâyesi. İstanbul: Mavibulut Yayıncılık.
Yazar: Ülkü Tatar