Khaneh Siah Ast / Ev Karadır (1962)
Anlatılan odur ki Buda, doğduğundan itibaren güzelliğin içinde yaşayan bir prenstir ve günlerden bir gün hayatın “çirkin” kısmıyla da yüzleşir. Güzelliğin ve iyiliğin mesken olduğu yaşamından başka, hayatın o kısmında tanıştığı hastalık, yaşlılık ve ölüm, onu bambaşka bir yola sürükleyecektir ve bu tanışma faslı onun, Buda olmasını sağlayacaktır.
Buda’nın yaşamını değiştiren tanışma faslı, beni her zaman etkilemiştir. Dünyanın bilmediğimiz, tanımadığımız bir kısmı her zaman var ve bu kısım, bizden habersiz varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bizden bağımsız bu taraf, bizim haberdar olmamız için de yok zaten. Ama önemli bir nokta var ki kendi hayatımızın dışındakileriyle tanıştığımızda nasıl bir dönüşüm ve bir etkilenmeye sahip olacağımız. Bu sebeple Ev Karadır, dünyada çirkinliğe dair bir kıtlık yaşamadığımızı ve dünyayı daha güzel bir yer yapmak için çirkini ötelemek, yok saymak yerine ona kayıtsız kalınmaması gerekliliği sözleriyle başlıyor. Nitekim, eğer insanın güzelliklere dair bir umudu olmalıysa, kötülüklere merhem bulmakla işe başlamalı.
“Ev Karadır”, senaryosu, yönetmenliği ve kurgusu daha çok şair kimliğiyle tanıdığımız Füruğ Ferruhzad’a ait olan yirmi dakikalık kısa bir belgesel film. Cüzzamlı hastalarla ilgili olan filmi, onun şiirlerinden çok uzak ve bağımsız görmek mümkün değil elbette. Füruğ’un, insanın kim olduğunu anlamaya ve yaşamla ilgili birtakım sorgulamalara sahip olan düşünceleri, filmde de karşımıza çıkıyor. Füruğ için insan çok da anlaşılabilen ve sonu belirli olan bir varlık değil ve dünyada kalmak yeterince zor. Bu yüzden, Tanrı’ya sığınmak ve verdiklerine şükretmek insanın tek dayanağı gibi görünüyor çoğu zaman.
İnsana Dair
Kuş küçüktü
Kuş düşünmüyordu
Kuş gazete okumuyordu
Kuşun borcu yoktu
Kuş insanları tanımıyordu
Kuş havada
Kırmızı ışığın üzerinde,
Bilgisizlik yüksekliklerinde uçuyordu.
Ve delicesine tecrübe ediyordu mavi lahzaları
Kuş, ah, sadece bir kuştu
Kuş, ah, sadece bir kuştu.
Yukarıdaki şiirinde Füruğ, baharın tadını çıkaran ve eşini aramak için kanat çırpan bir kuştan bahsederken insana ait eylemlerden onu dışarıda tuttuğunu ve onun doğasında olan uçmanın doyasıya tadını çıkardığını ve karar verdiği şeyi yaptığını göstermek niyetinde olduğu anlaşılıyor.
Kuş, sadece bir kuş olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor fakat insan öyle değil. Bir insan, yaşamı boyunca ne yapacağına dair kararlar vermesi, düşünmesi, bilmesi zorunluluğunu taşıyor. İnsan, birçok sorumluluğuyla var oluyor. İnsan için yürümek doğasında olsa da yaşamı, yürümekle sınırlı kalmıyor. Kuş gibi kendisinde olan uçmayı gerçekleştirmekle işin içinden çıkamıyor. Füruğ için insanın, bir belirsizlik taşıdığı ve kendisine yüklediği anlamsız eylemleriyle var olduğunu görmek mümkün. İnsanın geleceği muamma dolu ve yaptıklarının bir sonuca ulaşacağı güvencesi yok. Var olmak için türlü yollar deneyen insanın, her nerede olursa olsun yemek yemeye, gülmeye, bilmeye, birini ve kendini sevmeye ihtiyacı da var. Bu noktada, Ev Karadır’daki insanları bize aksettirmesiyle ilgili birkaç şey söylemek gerekli.
Filmde, cüzzam hastalığı sebebiyle yaşamlarında değişiklik ve güçlük olan insanlar, sadece kendilerinin olduğu bir yerde yaşamlarını sürdürüyor. Kadınlar işlerini yapıyor, erkekler birkaç grup halinde oturup hüzünle sigaralarını içiyor, çocuklar bir topun peşinden koşarak günü kovalıyor. Kadın, erkek veya çocuk fark etmez, yemek saati gelince, karınlarını doyurmak için yemeklerini alıyor. Fakat her şey bununla sınırlı değil. Mesela filmde dikkatimi çeken şey, bir adamın aynı yerde, aynı şekilde gidip gelmesi. Bu bana yaşamlarındaki aynılığı anımsatıyor. Pencereden dışarıya korkak bakışlar atan kadınların olması, onların yaşamlarını askıya almak zorunda kalmalarını gösteriyor. Fakat yüzlerindeki yaralarına rağmen, gözlerine sürme çekmeleri ve özenle saçlarını taramaları, yani onların bir kadın olarak süslenmelerine şahit olmak, her ne olursa olsun ihtiyaç duydukları şeyden vazgeçmediklerini ve çirkinliğin onların içine ulaşmadığını anlatıyor. Her şey yerli yerinde gibi dursa da onların ritüellerini etkileyen bir hastalığa sahipler ve bir yandan da tedavi görmek zorundalar. Bu tedaviyle ilgili verilen bilgi de çok kısa bir şekilde mevcut ama filmin meramının çok da bilgi vermek olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Ev Karadır, daha çok bir yakarışa benziyor.
Hüda’ya Yakarış
Sınırlarla dünyadan ayrılmış ve birbirlerine tutunmuş insanların hayatını görüyoruz film boyunca. Konuşma neredeyse yok ama şairin yakarışı var. Konuşma yok denecek kadar az ama cüzzamlı çocukların Tanrı’ya şükranı var. Müzik yerine günlük yaşamın sesleriyle film ilerliyor. İnsanların çeşitli seslerini, çocukların oynamasını, düğündeki neşeli şarkıları ve el arabasının ilerleyişini duyuyoruz.
Filmde bir bütünlükten ziyade günlük yaşantının sürekliliği göze çarpıyor ve bunların arasında yaşama dair sorgulamalarda bulunan şiirsel bir yakarış duyuluyor. Ebedi karanlıklar ülkesinden, adaletten ve insanın her nerede olursa olsun, en güvenilir olan Tanrı’ya sığınmasından bahsediyor şair. Bu sözlerin arasında bir de Tanrı’ya kararsızlık içinde kaldığını söylemesi var ki insanın yaşamındaki belirsizliğine dikkat çekiyor. Bu bir yakarış çünkü şair, yüreğinin acısından ve çaresizliğinden bahsediyor ama her defasında, Tanrı’ya olan inancını ve dilediği yardımı cümlelerinden eksik etmiyor.
Tüm bu anlatılanların, filmin başından beri gördüğümüz çocukların dünyasındaki karşılığını öğrenmek ise filmin sonuna denk düşüyor. Çocukların öğretmenleriyle diyaloğu, onlar için cüzzamlı olmanın ne anlama geldiğini gösteriyor. İnsana kalabalıklardan kurtulup güvenli bir limana sığınmayı, aileyi, sıcaklığı ve mutluluğu anımsatacak bir kelimeyi neden kara olarak tanımladıkları da anlaşılmış oluyor.
Yazar: Ülkü Tatar