Dövüş Kulübü 3 – Chuck Palahniuk & Cameron Stewart (Çizgi Roman Eleştirisi)
Efsaneyi başlatan “Fight Club” ya da namıdiğer “Dövüş Kulübü” kitabının yayımlanmasının üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti. 2015 yılında isminin sonuna “2” rakamını alarak yoluna çizgi roman olarak devam eden “Dövüş Kulübü”, inşa ettiği kaotik evreni bir tık daha öteye götürerek, yaratıcı ekipte bir değişiklik olmadan, yine çizgi roman formatında kaldığı yerden devam ediyor! Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan, Chuck Palahniuk’un yazdığı ve Cameron Stewart’in çizdiği “Dövüş Kulübü 3”, dünyaya korkunç bir hızla yayılan bir virüsün yarattığı kaosu merkezine alıyormuş gibi gözükebilir. Fakat bu alternatif kıyamet senaryosu; adı sürekli değişen başkarakterimizin disosiyetif kimlik bozukluğundan kaynaklanan hezeyanlarıyla, Sigmund Freud’a “Ben ne işe yararım?” dedirtecek bir dünya yaratma arzusuyla ve Salvador Dali’nin düşlerinden bile daha Sürrealist olan atmosferiyle bizi beklemediğimiz bir anda suratımıza inen bir yumruk kadar şaşırtıyor.
Dövüş Kulübü’nün Devamının Devamı
Varoluşsal sancılar çeken bir zihnin ürünü mü yoksa gündüz düşlerinin etkisiyle mi yazılmış, bilemiyorum… Fakat bu sefer Chuck Palahniuk, “Dövüş Kulübü 2”de gerçek ile kurguyu iç içe geçirirken yaptığından çok daha “çılgın” şeyler yapıyor. “Dövüş Kulübü 2”de yer yer orijin hikayesine benzeyen bir hikaye ve olay örgüsüyle karşılaşıyorken, gerçeklikten iyice uzaklaştığımız ve yepyeni bir gerçekliğe adım attığımız bu çizgi romanda “Dövüş Kulübü” için bile uçuk kaçık bir maceraya tanıklık ediyoruz.
2019 yılının Ocak ayında yayımlanmaya başlanan ve her ay bir fasikül yayımlanarak Aralık ayında nihayete eren çizgi roman, bize her bölümün başında o ayın takvim yaprağını sunuyor. Böylece -yayımlandığı ayları baz aldığımızda- gerçek zaman ile çizgi romandaki zaman adeta iç içe geçiyor. Takvimde işaretlenmiş günler ya da takvimin üzerine yazılmış notlar, Palahniuk’un yarattığı evredeki detaycılığının sadece ufacık bir parçası. “Dövüş Kulübü” evrenine çaktığı selamlar bir yana, Hristiyanlıkla ilgili göndermeler, bir kıyamet senaryosunda olmazsa olmaz Naziler, dünyaca ünlü sanatçıların tabloları, tarihin tozlu raflarına alternatif yolculuklar ve hatta arp çalan melekler… Düş ile gerçeğin harmanlandığı bir sınırsızlıkta gezinen çizgi romanda, aklınıza gelecek ya da gelmeyecek daha pek çok şeyi bulmanız mümkün. Üstelik her zaman hikayede “şah” vazifesinde olan Tyler, bu sefer bir “piyon”dan farksız! Her şey onun kontrolü dışında gelişiyor ve kendimizi kontrolsüz bir şekilde sona doğru ilerken buluyoruz. Bu anlamda Palahniuk’un “Dövüş Kulübü 2”ye nazaran çok daha güçlü bir hikaye yapısı kurduğunu ve merak unsurunu, her daim tetikte olmamızı sağlayacak şekilde başarıyla kullandığını söyleyebiliriz. Ayrıca Palahniuk’un “Dövüş Kulübü”nün 2. cildine, 3. ciltte olacakları ima eden kısımlar eklediğini keşfettiğimizde, onun yarattığı dünyaya ne kadar hakim olduğunu bir kez daha görüyoruz. Etkilenmemek mümkün mü?
Titiz Çizgiler ve Detaylı Paneller
Açıkcası “Dövüş Kulübü”nün hem kitabında hem de filminde gördüğümüz o karanlık atmosferin yerini çizgi romanda cıvıl cıvıl renklerle bezeli bir dünyanın alması, okuru ikilemde bırakacak cinsten! Tabii ki bu Cameron Stewart’in çizimlerinin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Stewart’ın 2. ciltteki sade ve titiz çizgilerinin, 3. ciltte gelişip güçlendiğini, daha detaylı ve daha göz alıcı bir hale büründüğünü gözlemlemek mümkün.
Üstelik önceki ciltten alışık olduğumuz gibi “Trompe l’oeil” akımını çağrıştıran göz aldatıcı objelerle bu ciltte de karşılaşıyoruz. Sayfaların üzerine yerleştirilmiş ya da dökülmüş gibi duran bu objeler, maalesef öyle pek iç açıcı şeyler değil. “Dövüş Kulübü 2”deki gül yaprakları ve çeşitli hapların yerini bu sefer sidikten kusmuğa, spermden tel askıya türlü gariplik ve iğrençlikteki şeyler alıyor. En önemlisi ise çizgi roman boyunca sayfalara konmuş bolca sinek görmemiz. Trompe l’oeil akımının ilk örneklerinden olan ve Petrus Christus tarafından yapılan “Portrait of a Carthusian” tablosunda da sanki tablodan uçup gidecek gibi duran bir sinek var. Bu tabloyu yorumlayan sanat tarihçilerinin farklı görüşleri olsa da sineğin dini bir sembolizm taşıdığını; günah, yolsuzluk, ölüm gibi şeyleri çağrıştırdığını düşünüyorlar. Sonuçta şeytani bir figür olan sineklerin tanrısı Beelzebub’ı düşündüğümüzde bu çok şaşırtıcı bir yorum olmayacaktır. “Dövüş Kulübü 3”te de Stewart’ın sinekleri kullanış biçimi için yukarıdaki yorumu destekleyecek cinsten diyebiliriz.
Tabii ki çizerin asıl mahareti, çizgi romanın görsel anlatım diline kattığı bu ufak sürprizlerin dışında, renkli, dinamik ve çarpıcı olmayı başaran panelleme stili. Ayrıca inanılmaz bir detaycılıkla ilmek ilmek işlediği paneller, bizim hayal gücümüzü fazla zorlamamıza gerek kalmadan birbiri ardı sıra akıp gidiyor. Adeta bir film çeker gibi panelleme yapan Stewart, paneller arasındaki geçişlerde gösterdiği ustalığını, yakın plan ve genel plan arasında dolaşırken “kamera”yı doğru yere koymak konusunda da gösteriyor. Unutmadan, şunu da hatırlatmakta fayda var: “Dövüş Kulübü 2”nin ilk fasikülünden beri hayran olunası kapaklara imza atan David Mack, “Dövüş Kulübü 3” için çizdiği kapak ve bölüm arası resimlerle de bizi kendine hayran bırakmayı yeniden başarıyor.
Son mu Acaba?
Kapitalist sistem ile birlikte, hayatını saçma sapan şeylerle anlamlandırmaya çalışan modern insanın eleştirisi olarak da okuyabileceğimiz o ilk “Dövüş Kulübü”nün altından çok sular aktı. Yıllar sonra gelen devam niteliğindeki “Dövüş Kulübü 2” ise bildiğimiz o “Dövüş Kulübü” ruhunu anımsatsa da bir eğlence aracı olmaktan pek kurtulamayan bir atmosfere sahipti. Fakat bu sefer Chuck Palahniuk, 2. ciltte inşa ettiği evreni geliştirmeyi ve genişletmeyi başardığı gibi “Dövüş Kulübü”nün ruhunu da tekrar yakalıyor; tabii ki çok daha farklı ve çok daha çılgın bir şekilde! Bu farklılık hayranları rahatsız eder mi? Pek sanmıyorum. Her sayfasında çılgınlık çıtasını biraz daha yukarı taşıyan ve absürt kelimesinin bile hafif kalacağı bir dünya yaratan Chuck Palahniuk ve Cameron Stewart ikilisinin ellerinden çıkan “Dövüş Kulübü 3”, hayranları da fazlasıyla memnun edecektir.
Son olarak, bana bu kitabı hediye eden Ayrıntı Yayınları’na çok teşekkür ediyorum.