The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore (2011)
Söz kitaplardan açıldığında, “3 Idiots” (3 Aptal, 2009) filminin unutulmaz repliklerinden bir tanesi hemen aklıma gelir:
Görsel ya da dokunsal yollarla; aydınlanma, anlama, bilgiyi artırma, beynin eğitilmesi amacıyla yapılmış olan; resimli, resimsiz, kauçuk kapak, kâğıt kaplama, jelâtinli, jelâtinsiz türleri olup; içerisinde önsöz, tanıtım, fihrist bulunan; bilgileri kaydeden, analiz eden, özetleyen, organize eden aletler…
Yani Kitaplar! Herkes kendince kitabın ne olduğunu bilir. Peki, ama aslında kitap nedir? Franz Kafka’ya göre, “Bir kitap, içimizdeki donmuş denize indirilmiş bir baltadır”. Rusuf Chodte’ye göre ise, “Kitap tek ölümsüzlüktür”. William Shakespeare’de kitaplar(ın)dan “Kitaplarım bana yetecek kadar büyük bir krallıktır” diye bahseder. Ama her şeyden önemlisi kitap dosttur. Bazen en yakın arkadaşın, bazen de tek sırdaşındır.
Bu yılki Oscar ödüllerinde “En İyi Kısa Animasyon” adaylarının arasından sıyrılıp ödülü kucaklayan “The Fantastic Flying Books of Mr. Morris Lessmore” filmi de bir adamın kitaplarla olan dostluğunu anlatır.
Kahramanımız bir otelin balkonunda kitaplarıyla mutlu mesut oturan Bay Morris Lessmore’dur. Aniden çıkan fırtına onu bambaşka bir dünyaya götürür, ‘Kitapların Sihirli Dünyası’na. Burada kitaplar onu anlayabilir, dans edebilir, piyano çalabilir ve en önemlisi uçabilirler! Çünkü ‘Kitapların Sihirli Dünyası’nda hiçbir sınır yoktur…
Bay Morris Lessmore, kitapların dünyasına ilk geldiğinde her şeyin renksiz olduğunu görüyoruz. Buna Bay Morris Lessmore da dâhil. Kelebek misali uçuşan kitapların ortaya çıkmasıyla birlikte ise etraf aniden renkleniyor. Tabi Bay Morris Lessmore hariç. Bay Morris Lessmore da ne zaman kitaplar ile dost oluyorsa işte o zaman renkleniyor. Kitapların bir insan üzerindeki etkisi sanırım bundan daha iyi bir şekilde anlatılamazdı! William Joyce’un (Meet the Robinsons filminin uyarlandığı “A Day with Wilbur Robinson” isimli kitabın yazarı) bunun gibi birçok hoş ayrıntı ile süslediği senaryosu gerçekten de takdire şayan!
Ayrıca filmin yönetmenleri olan William Joyce ve Brandon Oldenburg ikilisi deyim yerindeyse “kitap gibi bir film” ortaya koymuşlar. Nasıl bir kitap okunmayı ve anlaşılmayı bekler ise bu filmde onu okumanızı ve anlamanızı bekliyor! Bu sebepten olacak ki filmde bir tane bile konuşan adam (ya da kitap) dolayısıyla bir tane bile replik yok.
Sizden film için 15 dakikanızı ayırmanızı istemeden önce son bir soru sormak istiyorum. Sizce bir kitabı ne öldürür? Onu tozlu raflara terk etmek mi? Sayfalarını yırtıp atmak mı? Yoksa onu hiç okumamak mı?