Sinematik Düello #2: Dansöz (2001)

Sinematik Düello #2: Dansöz (2001)

İkinci “Sinematik Düello” ile karşınızdayız! (Önceki Düello: Persepolis) Bu bölümde, bir film hakkında iki karşıt görüşün, tabiri caizse çarpışmasına şahit olacaksınız. “Saldırı” ve “Savunma” olarak ayrılan iki taraf, film hakkında inandıkları düşünceleri en doğru şekilde sizlere ve jüriye aktarmaya çalışacak. En sonunda jüri, bu iki karşıt görüşten hangisinin daha ikna edici olduğunu seçip kazananı belirleyecek. Siz de düşüncelerinizi yorum kısmında belirtmeyi unutmayın. Savaş Ay’ın yazıp yönettiği “Dansöz (2001)”, bu ayın filmi olma özelliğini taşıyor. Keyifli okumalar…

Sözlerime başlamadan önce, “Dansöz” filminin yönetmeni ve başrol oyuncusu Savaş Ay’ı rahmet ve özlemle anmak istiyorum. 90’lı yılları yaşamış her gencin bildiği o meşhur programların yapımcısı, sunucusu, usta gazeteci, köşe yazarı, sinemacı ve şair Savaş Ay. 2013 yılında, 59 yaşında kaybettiğimiz üstadı en fazla “A Takımı” programı ile hatırlıyorum. Gizemli bir stüdyo atmosferi, etrafta konteynırlar ve bazı programlarda bu konteynırlar yanardı (Herhalde stüdyo ortamı çok soğuk oluyordu ve bu akıllıca yöntemi bulmuşlardı.) Tek programa düzinelerce konuk sığdırırdı ve genelde o konuklar dönemin en ünlü şöhretleri idi. Hatta konukların Roma antik tiyatrosundaki gibi oturuşları hiç aklımdan çıkmaz. Birçok ilke imza atan araştırmacı gazeteci Savaş Ay, 2001 yılında bir de film çekti. Adı “Dansöz”. Çok başarılı bir kariyeri olan Savaş Ay’ın ne yazık ki hiç bulaşmaması gerektiği bir sektördü film yapımı ve yönetmenlik. Bunun nedenlerine gelirsek…

Anneye, babaya, çocuğa hatta sevgiliye yapılan çok film gördük de süt anneye ithaf edilen film ilk defa görüyorum. Bu bende bir samimiyetsizlik hissiyatı oluşturdu. Yönetmen istediği kişi için filmi yapıyor olabilir ama bunu belirten bir yazıyı filmin başına koyduğunda, o zaman izleyici payı çok azalıyor, aşağılara çekiliyor. Filmi sanatsal kaygıyı gidermek, iç dünyasını yansıtmak için bir araç olarak kullanır sanatçı. Ama her ne olursa olsun film, seyirci için yapılır. Yönetmen filmini yayınlayıp vizyona soktuktan sonra o film, halkın malı olur. Ama Savaş Ay daha girişte, herhâlde çok sevdiği süt annesine saygı duruşunda bulunuyor. Eğer süt annesi çingeneyse keşke roman vatandaşlarına yapıyorum gibisinden kapsayıcı bir tavır takınsaydı. Yönetmen Savaş Ay’ın nasıl bir sebebi var ki, filmi senin için (Melek annesi) diyerek açıyor. Ezber bozan bir giriş olan İsa’nın çarmıha gerilme sahnesinden sonra gelen bu absürt sayılabilecek yazı filmi ciddiye almama engel oluşturdu. Hayatının ufacık bir yerinde geçen çingene süt annesi Melek’ten meme emdiği an, filmin yapılma sebebi oluyor adeta. Filmdeki sahte, bayağı çingene rolü gibi gerçek hayatta da kendini çingene gibi hisseden Savaş Ay’ın hayatının ufacık bir kısmını işgal eden bir kişi için filme giriş yapması, yere sağlam basamamasından kaynaklı.

Kanıt 1

Filmin başında rivayetlere dayanan bir çingene tarihi ve inancı yaratılmış. Evet daha önce duymuştum çingenelerin 72.5 milletten aşağı olduğunu ama çingenelerin konar göçerliği, bir yerde sabit kalmamaları, Hz. İsa’nın çarmıha gerilme hadisesi ile zorlama olarak birleştirilmiş. Ne alaka diyesi geliyor insanın. Çingeneler hiç apartmanda, villada oturamaz mı? Hep çadırda mı yaşamak zorunda? Hele o sahne neydi öyle. Yılların sirtakicisi, Maksim Gazinosu’nda ceket yakan, tabak kıran Fedon’dan çingene yapmışlar. Yanına da yönetmeliği iyi, oyunculuğu felaket olan Mustafa Altıoklar’ı monte etmişler. Yine bir tanıdıkları oynatma vakasıyla karşı karşıyayız. Filmin oyuncu listesinde Fikret Kușkan’ı gördüm ama filmde hiç denk gelmemişti. Meğerse Hz. İsa rolünde imiş. Ne gerek vardı şimdi bu kadar meşhur bir oyuncuyu kısacık rolde oynatmaya. Uzun peruktan suratı bile belli olmuyor üstelik. Garip olaylar bunlarla da sınırlı değil. Ama onlara geçmeden, bu giriş sahnesinde yok mu iyi bir detay? Neyse ki var. O da Müşfik Kenter ustanın ipek gibi sesiyle bu sahnelere hayat vermesi.

Bir çingene masalı olduğunu söylüyor film. Ama erotik sahnelerle bezeli her yanı bu masalın. Masallarda bu kadar müstehcen sahneler olmaz benim bildiğim. Nasıl bir masal anlayışı bu. Olsa olsa erotik hikayeler olur. Hazır konu bu çıplaklıktan açılmışken devamını getireyim. Bir filmde cinsellik olmayacak demiyorum. Tabu değil kesinlikle. Ona bir itirazım yok ama burada cinsellik gösterilmiyor teşhir ediliyor. Kameranın objektifine sokulan memeler, çıplak tenin dışa vurumu, mütemadiyen soyunan ve her an soyunmaya hazır kadın karakterler. Bir kere dansözlük mesleğini küçük düşürmüşler bu hareketlerle. Bu sahneleri uygulayış metodu çok yanlış Savaş Ay’ın. Bunu da amatörlüğüne verebiliriz. Çekim açılarını bilinçsizce kullandığını görüyoruz. Örnek olarak tecavüz sahnesinde uzun uzun gerçekleşen olaya kamerasını açması, seyirciyi röntgenci pozisyonuna sokuyor. Bunun gibi daha birçok sahnede alt açı, üst açı kullanımları sebebiyle porno filmine dönüşüyor Dansöz.

Kanıt 2

Dansöz filminin en göze batan yanlarından birisi de sessiz çekilmesi ve sonradan dublaj yapılması. Senkron kaymaları alabildiğine bolca var. Neden böyle bir şey tercih edilmiş, akıllara ziyan! Çolpan İlhan gibi bir ustanın emekleri de boşa gitmiş bu sebeple. Filmin konusu da klasik, iyiler ve kötülerin savaşı. Bir köşede dansözlerin taçsız kraliçesi Kobra, diğer tarafta onun bir tık aşağısında bulunan Neptün. Kobra, son gösterisinde kimliği belirsiz biri tarafından vurularak tekerlekli sandalyeye mahkûm bırakılıyor, o gün vurulan sadece o da değil. Darbukacı Arnavut Necmi’de kurşunlardan payını alıp topal kalıyor. Sonrası ise bol curcuna. Necmi, çingene kızı Kanarya Hayriye’yi tecavüz edilmekten kurtarıyor ve olayın şokunu atlatamadan yarım kalan işi, niyetli olarak yapıyorlar. Evlenen çiftimizin sıradan hayatı dansözlük yarışması ile olağanüstü bir hal alıyor ve olaylar saçmalamaktan öteye gidemiyor. Çünkü çingene hayatını anlatacak olan film, apayrı konulara saplanıp kalıyor. Savaş Ay’ın ilk yönetmenlik deneyimi ilkellikten ve kabalıktan kendini kurtaramıyor.

Film, aceleye getirilmiş havasında. Teknik problemler arşa kadar uzanıyor. Daha önce bahsettiğim dublaj sorunu, Hayriye’nin annesinin monolog sahnesinde kendisini çok belli ediyor. Çünkü bu sahnede yüz plan var ve çingene gacısının konuştuğu an, ağız farklı oynuyor, ses farklı geliyor. Büyük amatörlük. Sinema sanatı bu amatörlükleri kaldırmaz. Bir başka amatörlük ise ilk sinema filmi olan, “Dansöz”ün Zorro’su Kerem Alışık. Çingene rolü ilk defa bu kadar ayaklar altına alındı. Cennet Mahallesi de yok o dönem tabii haklı kimi izleyip çalışacak. Çingenelerin kendilerine has konuşma biçimleri vardır. Filmde bunu yapayım derken, tüm karakterler Yoda gibi konuşmuş. Yüklem ayrı yerde, özne farklı yerde. Savaş Ay, nasıl romanların arasında büyümüş anlamış değilim. Ödevine hiç çalışmamış.

Teknik problemlerden biri de sahneleri birbirine bağlayan “kararma” geçişinin çok fazla kullanılması. Filmin temposunun düşmesine sebep olmuş. Taksici rolünde Beyazıt Öztürk, dansöz yarışması organizatörü rolünde Yıldo, darbukacı rolünde Balık Ayhan gibi dönemin medyatik kişileri de bu tempoyu yukarıya çekmeyi başaramamış. Çingene temalı film denince aklımıza Emir Kusturica filmleri geliyor ve nerede o “Çingeneler Zamanı”ndan aldığım zevk diyorum. “Dansöz” filmi kamerasını nereye konumlandıracağını bilmiyor. Şöyle ki başta göçebe yaşayan çingene kabilesi ile başlayan hareket, sonra başrol sandığımız Kanarya Hayriye (İlknur Soydaş)’yi takip ediyor ve odağına onu alıyor. Sonra çingen kızımız Kobra’dan ders almaya gittiğinde, Kobra’nın kızı Emira (Nilüfer Açıkalın)’yı başrole kitliyor ve neredeyse Hayriye’yi hiç görmez oluyoruz. Sonuna kadar da ortalıkta gözükmeyen Emira başrole oturuyor. Arnavut Necmi’de arada sırada ortaya çıkan figüran edalarında. Odağına kimi alacağını bilemeyen, bölük pörçük hikayelerin anlatıldığı, daha kahramanın belli bile olmadığı zayıf bir film “Dansöz”. Savaş Ay, sinema işini “kıvıramıyor”.

Öncelikle filmin ne için yapıldığını filmi izleyerek öğrenirsiniz. İddialardan anlaşılıyor ki bu filmi izlememiş Umut Uçan Bey! Nitekim filmdeki çingenelerin hor görülmesine yönelik mesajlar çok açıktır. Savaş Ay da Necmi karakteriyle çingenelere karşı içinden gelenleri, söylemek istediği şeyleri söylemiştir. Çingenelerle ilgili efsanelerin üzerine gitmiştir. Ayrıca Umut Bey aslında herkesin huzurunda filmi baştan ön yargıyla izlediğini itiraf etmiştir. Çingene rolünde bayağı olduğu iddia edilen Savaş Ay, filmde çingene rolünde değildir. Kendisi Arnavut kökenli bir müzisyendir ve çingenelerin ona kucak açtığını söyler. Son olarak filmin başına “Beni emziren çingeneye” yazısından rahatsız olan, onu samimiyetsiz bulan Umut Bey’e şunu sormak isterim:

“Hiçbir zaman gayesi bir şey anlatmak olmayan ve başında “sizden gelen paracıklara” yazıldığına şahit olmadığımız ancak gişe filmi olduğunu belli eden filmler mi bu yüzden daha samimi?”

Kanıt 1  
Çingeneler ile ilgili bir sahne. 
Hep hor görürler çingene milletini. Allah’ın kulu değiliz sanki.”

Film, rivayetlere dayalı bir çingene tarihi yaratmıyor. Çingene tarihi anlatmak bu filmin amacı değil. Bu rivayetlerle aslında dalga da geçerek çingenelere karşı Türk halkı arasındaki yanlış algıyı irdeliyor. Elbette rivayetlerden de yola çıkarak kullanabileceği tüm materyalleri kullanıyor. Hz. İsa’yı çarmıha geren çivilerin çingeneler tarafından yapılması ve bu yüzden göç etmeye mahkûm olmaları bir rivayettir. Hatta dördüncü çivinin (İsa’nın kalbini delecek olan) eksik verilmesi nedeniyle Tanrı’nın gazabından ucuz kurtuldukları söylenir. Elbette bunu bilmeyenler İsa olayıyla bunun “zorlama” birleştirildiğini düşünebilir. Baştaki çingeneleri anlatan sahnenin etkileyici olmadığı konusunda hemfikirim. Fakat burada ne Mustafa Altıoklar’ın oyunculuğu ne de Fedon’un çingeneliğe uymaması ile ilgili bir durum var. Genel olarak çingene teninin koyu olduğunu düşünürüz fakat çingenelerde birçok renkten insan vardır. Burada büyük oyunculuk gerektiren bir sahne de yok bana göre.

Kanıt 2

Sanıldığı gibi bizlerle diğer insanları birbirimizden ten rengi, ırksal özellikler ya da dil ayırmaz. Esmer Çingeneler kadar beyaz tenli ya da sarışın Çingeneler de vardır. Farklı ırklara mensup Çingene grupları da vardır. Farklı diller konuşan Çingene grupları da vardır. Ama tüm Çingenelerin ortak özelliği atalarının binlerce yıl boyunca göçebe zanaatçılıkla geçinmiş olmalarıdır. Bugün birey olarak bir Çingene hangi mesleği yapıyor olursa olsun, insanlığın ilk zamanlarında atalarının göçebe zanaatçı olması onun da Çingene toplumuna ait olduğunu gösterir.

Kaynak: http://www.cingeneyiz.org/p/cingeneler-insanlk-ailesinin-ayrlmaz.html

Öncelikle tercih edilen açılar ve jilet gibi tertemiz kıyafetler gerçekçiliğini kaybettiriyor. Mustafa Altıoklar’ın kıyafetleri ve korsan göz bandı, bununla birlikte Fedon’un yine korsanı andıran kıyafetleri, gecekondu mahallelerinde yaşayan çingenelerin geçiş görüntüleriyle birleşince kötü bir görüntü veriyor. Tüm bunlar sadece açık alanda hava atan birkaç çingenenin yürümesini izlememize neden oluyor.

Kanıt 3
 Mustafa Altıoklar ve Fedon için uygun görülen havalı çingene kıyafetleri,
arkalarından gelen varoş çingene kıyafetleriyle kıyaslandığında çok göze batıyor.

Fikret Kuşkan’ın oynatılması tamamen Fikret Kuşkan’ın İsa rolünde oynamak istemesi ile ilgili bir durum. Öyle ki dansöz filmindeki rolü ile ilgili verdiği röportajında bu tür peygamber rollerinden bahsederken “herkes oynamak ister” diye bir açıklaması var. Dolayısıyla kendisi bu rolü oynamaktan memnun olmuştur.

Kanıt 4

Fikret Kuşkan: Savaş Ay “Çekmem gereken bir sahnem var, İsa rolü” dedi. Ben de arkadaşımın yanındayım. Hemen İncil’i, mukaddes kitabı koyduk önümüze. Dört kitaba birden baktım. Süleyman, Eyüp ya da Musa peygamberler de istenmiş olsaydı oynardım. Bunlar insanlık tarihine damgalar vurmuş önemli ışıklar. Dünyadaki her aktör İsa peygamberi oynamak ister.

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2001/02/04/cumartesi/cum01.html

Filmin erotik bir hal aldığı sahneler gerçekten aşırı ve yersiz olduğunu hissettiriyor. Fakat Türkiye’de bu sahneler her zaman filmin önüne geçecek şekilde konuşulur. Belki de Savaş Ay, bunu bilerek kolaya kaçmıştır. Ayrıca buradaki masal, Keloğlan Masalı değil bir “Çingene Masalı”. Dolayısıyla çocuklar için olmadığı konusunda zaten kendini ele veriyor. Neden bu kadar göğüs teşhir edildiği konusunda biraz da Savaş Ay’ın çocukluğuna inmemiz gerekiyor olabilir. Savaş Ay’ın çocukken yaşadığı ve onu etkileyen bir çingene emzirme olayı var ki bu aynı zamanda filmin de yapılma nedeni. Savaş Ay, sırf çingene sütü emdiği için annesi tarafından kusturulmuş. Yaşadığı bu olaya bir gönderme yaparak inadına gözümüze sokarak göğüs teşhir etmeyi seçmiş olabilir. Film, erotik sahneleri bazı noktalarda amatör bir şekilde abartsa da bir porno film olarak itham edilmeyi de hak etmiyor.

Kanıt 5

FİLMİN sanat yönetmeni Yaşar Kartoğlu’nun dediği gibi: “Bu film, bir Çingene masalı değil, Çingenelerin gizli gerçeği.”

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2001/05/03/yazar/pulur.html

Dansöz filminin sessiz çekilmesi ve sonradan dublaj yapılması çok fark edilmiyor. Senkron sorunu bazı sahnelerde yakın çekimlerde fark edilebilir ancak filmi sırf bu yüzden kötü bulanın olduğunu düşünmüyorum. Daha çok o andaki karakterin duygularının geçmesi, sesin sonradan eklenmesi yüzünden daha zorlaşmış. Bir filmde iyi-kötü çatışması olması onu basitleştirmez. Aksine seyircinin filmin kahramanı ile bir olup hikâyeden zevk almasını sağlar. Filmde kahraman unsuru sürekli olarak kişiler arasında değişim geçirmiş ve bu da seyircinin hikâyeye tam odaklanamamasını sağlamıştır. Savaş Ay’ın film çekimi konusundaki tecrübesizliği elbette senaryo konusundaki tecrübesizliği ile birleşince istediğini verme konusunda da onu zor duruma düşürmüştür. Ancak biliyoruz ki çoğu zaman vasatın altında hikayesi olan filmleri Hollywood bize vasat çekimlerle ve vasat oyunculuklarla sunduğu zaman çok iyiymiş gibi izliyoruz. Dolayısıyla Türk yapımı filmlere genelde daha ön yargılı bakıldığını da aklımızdan çıkarmamalıyız.

Senkron sorunu bir önceki iddiada söylenmesine karşın burada gereksiz tekrar edilmiş. O yüzden ben cevabımı tekrar etmeyeceğim. Fakat çingene konuşmaları ile ilgili cevap vereceğim. Öncelikle çingene konuşmalarında çok etkileyici olmadıkları aşikâr. Ancak konuşmalarını yeterli düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Hele ki kimsenin “Yoda” gibi konuştuğuna şahit olmadım. Çingene konuşmalarında yüklemin cümlenin ortasında olması zaten beklenen bir durum. Bu Cennet Mahallesi’nin küçük bir bölümünü bile izleyen birinin yadırgamayacağı bir durum. Ancak her çingenenin de Cennet Mahallesi’ndeki gibi konuşmasını beklemek komik olur. Bence eksikliğini hissettiğimiz şey meşhur çingene kavgaları ve atışmaları. Kerem Alışık başından beri bir çingeneyi oynamadı bana kalırsa. Öyle ki bir sahnede Necmi abisine laf atanlara delikanlıca girişiyor. Burada çingene edasıyla laf sokması ve kendine has dalga geçerek yaklaşmasını bekleyebiliriz. Ancak her defasında delikanlı olduğunu bize gösteriyor. Delikanlı karakteri çingene rolüne baskın çıkmış anlaşılan.

Kararma geçişlerinin filmde rahatsız edici bir hal aldığı gerçektir. Savaş Ay’ın bu konuda amatör davrandığını görüyoruz ki her seferinde amatörlüğü ortaya atılmasına karşın nasıl oluyor da Emir Kusturica ile karşılaştırılması adil bulunuyor? Bir yanda neredeyse her filminden ödülle dönmüş önemli bir yönetmen, bir yanda filmi insani hisleriyle ve eş-dost gazıyla çekmeye karar veren bir gazeteci. Zaten kendisi de biliyor Kusturica olmadığını! Bu filmi eleştirirken de Türkiye’deki çingeneler hakkında o dönem için önemli bir girişim olduğunu unutmamak gerekir. Savaş Ay’ın bu filmi neden çektiğinin açıklaması aslında ne beklenmesi gerektiğinin de açıklaması oluyor. “Dansöz” filminde çingeneler ile ilgili olumlu mesajlar vermeyi başardı bana göre Savaş Ay. Kendisi de başından beri biliyordu tecrübesizliğini ve bunun el verdiği ölçüde hikayesini bizlere aktarabildi. Kimse filmden etkilenmemiştir belki de ancak Çingeneler ile ilgili düşüncelerine olumlu şekilde dokunmayı başarmıştır.

Bu kez sinema tarihinin tozlu raflarında unutulmuş, teknik anlamda olduğu kadar içerik anlamda da yetersiz bir film seçerek aslında işleri çok daha zorlaştırdık, bunun farkındayım. Ama ellerinden geleni yaptıkları için iki yazarı da tebrik etmek istiyorum. 

Öncelikle “kötü film”leri eleştirmek zordur. Bahsedeceğiniz çok malzeme olmasına karşın, bunları ikna edici ve anlamlı bir şekilde birleştirmeniz gerekir. Sırf eleştirmek için eleştirirseniz ve saldırılarınız mesnetsiz olursa amacınıza ulaşamazsınız. Hatta saldırdığınız film altında ezilir kalırsınız. Umut Uçan’ın yaptığı da aslında biraz bu olmuş. Saldıracağı birçok önemli nokta olmasına karşın, saldırı oklarını hep ıskalamış, Savaş Ay’ı hep yanlış yerlerden vurmaya çalışmış. Doğru yakaladığı yerler yok mu? Elbette var. Açıkçası birçok noktasına katıldığımı da söyleyebilirim. Ama yazının büyük bir kısmını, belki de üzerine hiç konuşulmaması gereken yerler kaplıyor. Mesela filmin girişindeki ithaf bunun başında geliyor. Bunun dışında, belki de filmin tek etkileyici kısmı olan Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, filmin “Bir Çingene Masalı” üst başlığını taşıması, çingenelerin konuşmaları ve Emir Kusturica kıyaslaması da Umut Uçan’ın zorlama eleştirilerde bulunduğu diğer konu başlıkları oluyor. Öte yandan, filmin hikâyeye hiçbir şekilde hizmet etmeyen erotik sahneleri abartarak pornografiye kayması konusunda ve teknik anlamdaki eleştirilerde ise Umut Uçan, doğru ve yerinde tespitlerde bulunuyor. Fakat kullandığı kanıtların yetersizliği de göz önünde bulundurulduğunda zaten tek başına güçlü olmayan “Saldırı”sı, daha da zayıf kalıyor. Bu yüzden Umut Uçan’a 10 üzerinden 4 puan veriyorum.

Gelelim Taylan K. Torunoğlu’nun “Savunma”sına… Gerçekten de Taylan K. Torunoğlu, bizlere iyi ve güçlü bir savunmanın güzel bir örneğini sunuyor. Umut Uçan’ın saldırılarını büyük ölçekte bertaraf etmekle kalmıyor, aynı zamanda samimi üslubu ve farklı türdeki birçok kanıtı ile de savunmasını perçinliyor. Film hakkında daha çok araştırma yaptığını gözler önüne seren bu kanıtlar bir kenara, Taylan K. Torunoğlu’nun filmi daha dikkatli izlediğini de yazının her noktasında görebiliyoruz. 10 üzerinden 7 puanı hak ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Umut: 4/10            Taylan: 7/10

Not: Yazarların kafa çizimleri Taylan Kaan Torunoğlu’na aittir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir