Bloodshot Cilt 1: Dünyayı Ateşe Boğmak – Duane Swierczynski & Manuel Garcia & Arturo Lozzi (Çizgi Roman Eleştirisi)
Bizi biz yapan şey nedir? Nasıl göründüğümüz, nasıl konuştuğumuz ya da neleri sevip neleri sevmediğimiz mi? Bir şeye sonsuz bir inançla bağlı olmamız mı yoksa bizim için kutsal olan bir amacın peşinden gitmemiz mi? Bu sorunun tek bir cevabı olduğunu hiç sanmıyorum. Nasıl her insanın ona özel bir parmak izi varsa, bu sorunun cevabı da her insanda farklı bir anlam ile şekillenecektir. Ama takdir edersiniz ki bizi biz yapan şeyi keşfetmeden önce bir kimliğe sahip olmamız gerekir. Nihayetinde kim olduğunu bilmeyen birinin, ne yapmak istediğini bilmesi de mümkün değildir… Büyülü Çizgi Roman tarafından yayınlanan, Duane Swierczynski’nin yazdığı, Manuel Garcia ve Arturo Lozzi ikilisinin çizdiği “Bloodshot Cilt 1: Dünyayı Ateşe Boğmak” isimli çizgi roman, Bloodshot’un üçüncü kez başa sarılarak anlatılan hikayesinin girizgâhı olma özelliğine sahip. Belki de Valiant Evreni’nin en talihsiz kahramanı olan Bloodshot’un kim olduğunu arayış hikayesi, birçok parçası eksik bir yapboz gibi soru işaretleriyle dolu bir dünyada durmaksızın süren bir aksiyon vaat ediyor.
Punisher ve Deadpool Karışımı Bir Karakter
Mecazen değil gerçek anlamda “taşı sıksa suyunu çıkaracak” cinsten bir güce sahip olduğunuzu düşünün. Tabii ultrasonik hassasiyete sahip işitme duyusuyla birlikte, kızıl ve mor ötesi seviyeye ulaşan görme duyusunu da unutmamalıyız. Etrafınızdaki bütün tehlikeleri önceden duyabilecek ve görebileceksiniz ama bununla da kalmayacaksınız. Patlayıcıların, kimyasal silahların, radyoaktif maddelerin yerini adeta hissedeceksiniz. Durun henüz bitmedi! Zira bir de neredeyse ölümsüz olduğunuz gerçeğini hatırlatmamız gerek. Kanınızda cirit atan milyarlarca “nanit” denilen mikroskobik makine, vücudunuzun almış olduğu en uç hasarları bile sanki hiç olmamış gibi onarabilecek. Bütün bu kudret gözünüzü boyayabilir ama son olarak kim olduğunuzla ilgili en ufak bir bilgi kırıntısından bile mahrum olduğunuzu da eklemeliyiz. Anlayacağınız zihniniz aslında bir “Tabula rasa” gibi bomboş ve bununla da kalmayıp sürekli manipüle ediliyor! İşte birkaç cümle ile özetlemeye çalıştığımız Bloodshot, gücü ve yetenekleriyle insanı cezbeden ama makûs talihiyle insanda engellenemez bir acıma duygusu uyandıran bir karakter. Kül rengi derisi ve kan kırmızısı gözleri ile Bloodshot karakterinin, Punisher’a illallah dedirtecek kadar gözü dönmüş ve Deadpool’u kıskandıracak kadar ölümsüzlüğe yaklaşmış biri olarak ilginç bir karışım ortaya koyduğu da muhakkak.
Kızıl Gözlü Kahramanın Maceraları
Ona ne demeyi tercih edersiniz bilmiyorum. Ölüm meleği, Frankenstein’in Canavarı ya da Lazarus… Bu isimlerin hepsinden bir şeyler taşıdığı ortada. Ama kendisi kim olduğunu bilmediği gibi, biz de onun hakkında pek bir şey bilmiyoruz; tabii ona takılan Bloodshot ismi dışında… İsmini kırmızı gözlerinden alan kahramanımızın hikayesi aslında 1992 yılında başlıyor. Kevin VanHook, Don Perlin ve Bob Layton tarafından Valiant Comics için yaratılan bu karakter, o zamanlar adı Angelo Mortalli olan eski bir mafya tetikçisidir. 1997 yılına geldiğimizde Bloodshot karakterinin hikayesi sil baştan yeniden anlatılmaya karar verilir. Yazar Len Kaminski ve çizer Sal Velluto’nun ellerinde yeniden doğan Bloodshot, bu sefer “Angelo Mortalli” takma adıyla mafya arasına karışıp bilgi toplamaya çalışan, hafızasını yitirmiş Raymond “Ray” Garrison isminde bir ajandır. Son olarak 2012 yılında Duane Swierczynski’nin yazdığı, Arturo Lozzi ve Manuel Garcia’nin çizdiği, bizim de konumuz olan bu üçüncü Bloodshot, karşımıza bir süper asker olarak çıkar. Hikayeler değişse dahi bu üç farklı Bloodshot’un değişmeyen önemli bir ortak noktası vardır: Hepsi de hiç beklemedikleri bir anda kendilerini bir “kim olduğunu keşfetme macerası” içinde bulurlar.
Bloodshot’ın Beyaz Perde Macerası
20 yıl içinde üç kez yeniden anlatılan popüler bir karakterin, bir sinema filminde arzıendam etmesi elbette kaçınılmaz bir sonuçtur. Vin Diesel’in Bloodshot karakterine hayat verdiği “Bloodshot” (2020) filminin senaryosuna “Cry Wolf” (e-Katil, 2005), “Kick-Ass 2” (Göster Gününü 2, 2013) gibi filmlerden tanıdığımız Jeff Wadlow ile “Arrival” (Geliş, 2016), “Bird Box” (2018) filmlerinin senaristi olan Eric Heisserer ikilisi imza atmıştır. Yönetmen koltuğunda ise ilk uzun metraj filmini çeken Dave Wilson vardır. Hem güçlü hem de aciz olan bir karakter ile özdeşleşmemizi kolay sağlayan yapısı sayesinde keyifli bir seyirlik vaat eden filmin, görünen dünyasına estetik bir vahşet operası hakim olsa da satır aralarında Bloodshot’un çaresizliğini hissettiğimiz, çizgi romana sadık bir uyarlama olduğunu söyleyebiliriz.
Rising Spirit Projesi’nin Kurbanları
Gelelim Duane Swierczynski’nin mimarlığında yeni bir boyut kazanan karakterin ilk dört fasikülünü bir araya getiren “Bloodshot Cilt 1: Dünyayı Ateşe Boğmak” çizgi romanına. Nasıl “Harbinger Cilt 1: Omega’nın Başkaldırısı” bir yandan baş karakterimizle bizi tanıştırırken bir yandan da Harbinger Vakfı’nın iç yüzünü gözler önüne seriyordu; bu çizgi romanda ise bir yandan Bloodshot’un gizemini çözmeye çalışırken bir yandan da ölüleri diriltip süper asker yapmayı kendine vazife edinmiş Rising Spirit Projesi’nin kirli çamaşırlarına tanık oluyoruz.
Mary Shelley’in “Frankenstein” romanına ilham olan Giovanni Aldini, belki de ölüleri diriltmeye en çok kafayı takan insan olabilir. Aldini’yi motive eden şey büyük ihtimalle şöhret ve paraydı zira kendisi ölülerin nerede ve nasıl kullanılacağıyla pek ilgilenmiyordu. Ona maddi destek sağlayan İngiltere’deki “Kraliyet İnsan Hakları Derneği” ise savaş sırasında ölen askerlerini tekrar dirilterek ordularının gücüne güç katmak istiyordu. Yaptıkları korkunç deneylerden hiç bahsetmeyeceğim. Ama Rising Spirit Projesi’nin yanında Aldini’nin yaptıkları bile çocuk oyuncağı kalıyor diyebiliriz. Ayrıca şunu da belirtmemiz gerekir ki Bloodshot, bu projenin ne ilk ne de son kurbanı! Onu özel kılan şey ise hapsedildiği kısır döngüyü -dış güçlerin de yardımıyla- kırarak asıl soruyu sorması oluyor: Ben kimim? İşte o andan itibaren yazar Swierczynski, kafası karışık bir adamın bilinmezliklerle dolu ve karmaşık olabilecek hikayesini basit bir aksiyon düzlemine oturtmayı beceriyor. Böylece kargaşa arasında boğulup kaybolmadığımız gibi, iyi yazılmış bir aksiyon hikayesinden de ister istemez keyif alıyoruz. Hikaye ilerledikçe yapbozun parçaları birer birer yerine oturuyor ve boşlukta kalan geçmiş az da olsa temellenmiş oluyor. Bu da baş karakterimizle ile kurduğumuz bağı güçlendiriyor. Pek lakırtıyı sevmeyen Bloodshot’u destekleyen yan karakterler ise karakterin bu handikabını ortadan kaldırırken hikayeye ayrı bir tat katıyor.
Kan, Kan ve Daha Çok Kan!
Elbette çizgi romanın bize sunduğu dünya oldukça kanlı. Zaten Bloodshot’u pamuk şekeri kıvamında bir dünyada düşünmek oldukça saçma olurdu. Parçalanmış cesetler, kanlı ölümler, kopan uzuvlar ve daha niceleri! Başarısız çizerlerin elinde evlere şenlik olabilecek bu sahneler, Manuel Garcia ve Arturo Lozzi ikilisinin elinde hem rahatsız edecek kadar gerçekçi hem de hayranlık uyandıracak kadar göz alıcı bir sonuç doğuruyor. Ama tabii ki onların sadece kan ve ölüm kokan panellerde iyi iş çıkardıklarını söylemek büyük haksızlık olur. Garcia ve Lozzi, çoğunlukla hareket etkisini başarıyla veren sinematik bir panelleme tercihinde bulunsalar da ara sıra çizgi romanın geneline hakim olan panellemenin dışına çıkarak yaratıcılıklarını ortaya koymayı da ihmal etmiyorlar. Detaylara önem veren çizgiler, karakterleri çerçevede konumlandırma başarısı, canlı ve etkileyici renkler… Çizgi roman bu cilalı formu ile bazen first-person shooter türündeki bir oyunu ama en çok da -kaçınılmaz olarak- aksiyon ve bilim-kurguyu harmanlayan bir Hollywood filmini anımsatıyor. Biçemi ile uyumlu olan biçimi sayesinde “iyi vakit geçir ve aksiyona doy” vaadini de kolaylıkla yerine getiriyor.
Bir Anti-Kahramanı Anlamaya Çalışmak
“Bloodshot Cilt 1: Dünyayı Ateşe Boğmak”, sadece bir anti-kahramanın peşine takılıp bizi aksiyona doyurmakla yetinmiyor. Bununla birlikte bizi, kim olduğunu keşfetmeye çalışan kahramanımızın zihninde ufak yolculuklara çıkararak birazcık da olsa onu anlamamızı sağlıyor. Bu yüzden tüm bu “vur-kır-parçala” hengamesinin içinde bir karakter yaratırken, psikolojik unsurların göz ardı edilmemesinin önemli bir artı olduğunu vurgulamamız gerek. Üstelik kısa olmasına rağmen çizgi roman, bizi kahramanımızla tanıştırıyor, onun “arayış”ına ortak ediyor, düşmanların kim olduğunu gösteriyor, aksiyon sahneleri ile heyecanımızı arttırıyor ve hatta kahramanımızın bir ekip kurmasıyla merakımızı cezbediyor. Hasılı az sayfada çok şey anlatan ve vaatlerini layıkıyla yerine getiren bu çizgi roman, iyilik timsali süper kahramanlardan sıkılan ve yeni bir anti-kahraman keşfetmek isteyenler için biçilmiş kaftan olduğunu ispatlıyor.
Son olarak, bana bu kitabı hediye eden Büyülü Dükkan’a çok teşekkür ediyorum.