10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Günlükleri 3: Uzun Metraj Film Seçkisi

10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Günlükleri 3: Uzun Metraj Film Seçkisi

Festivalde ödüller dağıtıldı ve nihayetinde bir sinema şölenine daha elveda dedik. Pandemi dolayısıyla evlerimizde izlediğimiz festivaller sebebiyle yeni bir izleme kültürü edindik. Pandemi bittikten sonrada bana kalırsa bu izleme formu devam edecektir. Ama ne olursa olsun büyük perdede, karanlık bir salonda ve kolektif yapılan bir izleme keyfinin yerini hiç bir şey tutamıyor. Tutamayacakta… Uzun metraj seçkisinden izlediğim dört filmin incelemesi sizlerle…

Ektiğimiz Tohumlar (The Seeds We Sow, Fransa) – 2020

Fransız yönetmen Nathan Nicholovitch ilk işi olarak P.O.E.: Project of Evil korku antolojisinde boy gösterdikten sonra, 2015 yılında Where There is Shade filmiyle yönetmenlik becerilerini pekiştirdi. Ektiğimiz Tohumlar ise şimdilik onun son eseri.

Film, Chiara isimli liseli bir kızın etrafında şekilleniyor. Chiara’nın film boyunca sesini duymuyoruz, yüzünü görmüyoruz. Kendisi hakkındaki bilgileri sınıf arkadaşlarından, öğretmenlerinden, ailesinden öğreniyoruz. Öğrendiğimiz yerler de onu andıkları mezarı, okulu ya da sokaklar oluyor. Chiara bir gün duvara, “Macron İstifa” yazıyor. Polisler tarafından yakalanan Cihara, kırk sekiz saat tutuklu kalıyor. Hapishanede yaşadıkları muamma. Ama o karakoldan ölüsü çıkması dolayısıyla tüm şüpheler polise çevriliyor…

Ektiğimiz Tohumlar ilginç bir film. Filmin başında karakterler kurgusaldır demesine rağmen olayın benzeri var mıdır düşüncesiyle başta Chiara olmak üzere, yaşanan olayı ve karakterleri internette aradım. Tabii ki de bir şey bulamadım. Bizdeki Gezi Parkı eylemleri gibi Fransa’da da yaşanan Sarı Yelekliler’in halk yürüyüşlerinde, Macron karşıtı gösteri yapan kalabalıkların polisle yaşadığı gerilim bilinen bir gerçek. Bu gösterilerde gözünü kaybeden, yaralanan, sakatlanan ve ölenler var. Film arka planına bu hadiseleri alıyor. Yönetmen kurgusal olan karakterlerle aslında ileride olabilecek ya da başka ülkelerde benzeri olmuş bir olayı  politize ederek anlatıyor.

Film bir yerden sonra veda törenine dönüyor ve o törenden hiç çıkamıyoruz. Chiara ile son vedamızı yapamıyoruz. Sürekli birileri ağlıyor ama bana bu duygu yoğunluğu çok fazla geçmedi. Törensel bir uğurlamayı izliyormuşuz havası hakim filmde. Ölen bir kızın ardından yapılan dualar, hayal kırıklıkları, isyanlar, korku… Fransız liseli gençleri hayatlarını daha konforlu, Macron’suz yaşamak istiyorlar ve sonları Chiara gibi olmasın diye uğraşıyorlar. Propagandist tavrı ağır basan isyan filmi diyebiliriz bu film için. Kör göze parmak olmuş. Sonuçta yaşanan olaylar önemli hadiseler ama ne bir Kızıl Kmerler katliamı ne de Holocaust var ortada. Filmde Macron adeta şeytanlaştırılıyor. Keşke yönetmen, bu düşüncelerini karşıt argümanları da göstererek yapsaydı, hiç değilse tek taraflı bir düşünce sergilemediğini göstermiş olurdu.

Hareketli kamera kullanımı -Chiara el kamerası ile arkadaşlarını çekiyor- belgesel hatta sahte belgesel tarzına kayan ama bu türün gerekliliklerini yapmayan ve “bakın bir kız öldü, biz çok üzgünüz sizde bize katılın, acımıza ortak olun” diyen bir yapısı var filmin. Şayet halkın Macron’u sevmemesi anlatılacaksa başka şekilde anlatılabilirmiş. Ama bu şekilde hayali çocukları öldürerek, polisi canavarlaştırarak antipati oluşturulmuş.

Uyuşturucu Kuryesi Çocuklar (County Lines, İngiltere) – 2019

Filmin yönetmeni Henry Blake’in ilk uzun metrajlı çalışması olan County Lines, çoğu aynı oyuncuyla 2017 senesinde kısa metraj olarak çekilmiş. Eline imkan ve şans geçen, destek bulan her yönetmen gibi Blake’te projesine güvenip uzun metrajın dayanılmazlığına hayır diyememiş. Film İngiltere’de geçiyor. Ken Loach filmlerindeki gibi İngiliz kırsalından görüntüler seyirciyi karşılıyor. 14 yaşındaki Tyler, annesi ve kız kardeşiyle mütevazi bir evde yaşamaktalar. Baba ortalarda yok. Muhtemelen evi terk etmiş ya da boşanmışlar.  Baba bahsi geçmese bile geçmişin hayaletleri gibi her zaman ailenin peşinde olduğu hissediliyor. Bunu görmesek bile fark edebiliyoruz. Anne çalışmak zorunda; eve geç geliyor, çocuklarıyla ilgilenemiyor. Hatta biraz da sorumsuz gibi! Evde çocukları varken eve sarhoş olarak ve bir adamla geliyor. Tyler küçük kardeşine hem anne hem baba oluyor. Okulda yaşadığı zorbalıklar ve ergenlik krizleri okulu boşlamasına ve disiplinsiz bir çocuk olmasına yol açıyor.

Girişte Ken Loach’tan bahsetmiştik. Ken Loach, dış dünyaya, “biz dünyanın en refah ülkesiyiz, en zengin, en mutlu halk bizde” imajını veren İngiltere hakkında eleştirel filmleri ile tanınan bir yönetmen. Sözünü sakınmayan, işçinin sorunlarını anlatan, ezilenin sinemasını görselleştiren bir yönetmen. Henry Blake’i de Ken Loach’a benzetmek zor olmasa gerek. Ülkesinde yaşanan, gerçek verilere dayanan uyuşturucu kuryeciliğini kendi perspektifinden anlatmış. Başrole de 14 yaşındaki Tyler karakterini koymuş. Tyler’ın  uyuşturucu sevkiyatını yöneten kişiyle tanışması ve kurye olmasından sonra çok keskin bir karakter değişimi var. Hatta sonrasında da eski haline dönüyor. Sürekli dalgalanma halinde. Bu değişik ruh hallerini ve dönüşümü genç bir oyuncunun başarıyla taşıması seyir zevki bakımından çok keyifli.

Sosyal gerçekçi bir dil tutturan yönetmen, belli bir dönem gençlerin topluma kazandırılması projelerinde çalışmış. Yedi yaşındaki çocukları bile uyuşturucu ticaretinde kullandıkları görülüyormuş. Bu acı tabloyu sarih bir şekilde anlatan yönetmen, getto yaşamının ve sokak kültürünün karanlık yanlarını göstermeyi ihmal etmemiş. Tyler’ın bu yolculuğu aynı anda hem ürkütücü hemde büyüleyici olmayı başarmış. Blake hikayenin gidişatını ustaca bir olgunlukla ele alıyor. Filmin güçlü duygusal temelleri var ama yönetmen bize bir sonuç vermiyor. Bunun yerine County Lines, son karesine kadar, rahatsız edici bir düzenlilikle Britanya’nın kasaba ve şehirlerini rahatsız eden bir sorunun ifadesiz bir portresini sunmaya çalışıyor.

Yabancı (The Alien, İran) – 2020

İran’ı devrimden önce ve sonra diye ikiye ayırabiliriz. Toplumsal olarak kırılma yaşayan ülkenin bu yaşadığı kırılma en fazla sinemada hissedildi. Sansürler, kadının konumu, işlenen konular ve gösterilmek zorunda olanlar olarak yönetmenlerin üstesinden gelmeleri gereken birçok engel vardı. Daha önce sitemizde devrim öncesi ve sonrasını anlatan belki de bu geçişi en iyi yansıtan animasyon filmi Persopolis‘i işlemiştik. 2020 yılına geldiğimizde İran için sinema artık ülkeyi tanımlayan başlıklardan biriydi. Asgar Ferhadi’nin Oscara uzanan yolculuğu, Abbas Kiyarüstemi’nin kendine has stiliyle uluslararası oyuncularla yaptığı filmler ve daha birçok İranlı yönetmen ülke sinemasını dünya sinemasına kabul ettirdi. Bu tabiki de kolay bir süreç değildi; acıyla, zorluklarla baş edilmesi gereken bir yolculuktu onların ki…

Nader Saeivar, bayrağı bu yönetmenlerden devralmış gözüküyor. Namo (The Alien)  festivalde en iyi film ödülünü de aldı. Bence de bunu fazlasıyla hak eden bir yapım olmuş. Filmde Bahtiyar karakteri yaşlı babası, karısı ve çocuğuyla yeni taşındıkları semtte biraz sıkıntılı bir hayat yaşamaya başlar. Bahtiyar öğretmendir ve sınav esnasında kopya çeken bir öğrencisini dersten atmıştır. Öğrencinin babası okula maddi yardımlarda bulunan varlıklı bir şahsiyettir. Öte yandan mahallede günlerdir iki kişi bir araba içinde durmakta ve mahalleliyi paranoya krizlerine sokmaktadır. Kimdir bu iki kişi? Devletin adamları mıdır? Öyleyse kimi arıyorlardır, kim için gelmişlerdir? Bahtiyarın ailesi de dahil çevresindeki insanlar, Bahtiyar için geldiklerini düşünür. Çünkü Bahtiyar’ın babası devrim öncesinde belli bir süre hapis yatmıştır. Ama şimdi bırakın siyasi bir hareketi kendisini hareket ettirecek takati yoktur. Hatta doktor, babanın sayılı günleri kaldığını söyler. Şüpheler, paranoyalar, gelen itiraflar, korku, görünmeyen iktidar ve psikolojik baskı Bahtiyar’dan çok çevresindekileri etkileyecektir. Ama Bahtiyar’da bu dönemde kendini bulacak ve tanımlayacaktır.

Filmin dilini ve kamera hareketlerini çok sevdim. Oyunculuklarda etkileyiciydi. İranlı yönetmenler göstermeden, gösteremeden göstermeyi iyi beceriyorlar. Ülkenin sansür mekanizmasının pençelerinin boyunlarında olduklarını bilmelerinden, kendilerine yeni bir sinema dili geliştirmişler. Anlatılanlar bizim yabancı olmadığımız meseleler. Aslında dünya kültürü ve hafızasından da uzak meseleler değil. Bir baba, onun oğlu ve ailesinin yaşadığı stresli süreç diye özetleyebiliriz. Yönetmen Nader Saeivar lafını dolandırmadan , süre olarak da seyirciyi usandırmadan anlatıyor hikayesini. Devrim konusundan hala malzeme çıkartabilen yönetmenler, söyleyecek daha çok sözümüz var dercesine bu konulara  değinmeye devam ediyorlar. Filmdeki diyaloglar filmin sonu düşünülerek yazılmış. Adım adım kaçınılmaz sona doğru bizi götürüyor.

Bazı sahnelerde Azerbaycan Türkçesi de duymak keyifliydi. Bahtiyar’ın tanbur çaldığı sahneden sonra karakterin dönüşümünü izliyoruz. Yönetmen ideal ve mantıklı bir sürede bu dönüşümü vermiş ve bu başkalaşım sakin, aceleci davranmayan, tutarlı bir şekilde bize aktarılıyor. Bir an önce sona bağlanayım derdi yok filmin. Sindire sindire aktarıyor elindeki malzemeyi. Kazandığı ödüle kimse itiraz etmeyecektir kanaatindeyim.

Yaşlı Kadın (An Old Lady, Güney Kore) – 2019

Güney Koreli  yönetmen Sun-ae Lim ilk filmi Yaşlı Kadın ile izlemeye alışık olmadığımız bir hikaye anlatıyor. 69 yaşındaki  Hyo-jeong gitmiş olduğu masaj salonunda tecavüze uğrar. Bu sahneyi yönetmen bize göstermez. Ekran simsiyahtır ve diyaloglar eşliğinde aktarır bu anları. Shim polise şikayette bulunur ve polis dahil çoğu kişi bu tecavüz olayına inanmak istemez. Çünkü Hyo-jeong çok yaşlıdır. Kimse masörün böyle bir işe yelteneceğine inanmak istemez. Film Hyo-jeong’in adalet arayışını irdeler. Yaşlı kadın acaba yalan mı söylüyor yoksa gerçekten de tecavüze uğradı mı ikilemi ustaca verilmiş. Ama Yaşlı Kadın filmi suç temalı diğer Kore filmlerine nazaran ritim ve diyalog konularında geride kalıyor. Joon-ho Bong’un Memories of Murder filminde katilin aranma süreci ve bulunamayışı ile benzerlikler gösteren filmimiz, belirttiğim nedenlerden ötürü çok daha etkisiz bir yapım olarak hafızalarda kalacak. Chan-wook Park’ın ikiye ayrılmış Kore’yi sınır askerlerinin gözünden anlattığı Joint Security Area, suçlu arayışının toplumsal belleklere indirgendiği bir başka başarılı film örneği. Kore Sinemasında hak ve adalet temalarının en iyi işlendiği filmlerdendi. Ne yazık ki Yaşlı Kadın filminde ruhsuz karakterler cirit atıyor. Ortada delil olmamasına rağmen kriminal ve ahlaki bir suç var ve biz yeterince karakterlerin değişimlerini izleyemiyoruz. Bu sebeple baş karakterlerle empati kuramadım ya da yardımcı rollerin davranışlarına anlam veremedim. Her yönetmen uzun metraj çekmek ister ama kısa film çekmeden de uzun metraja yönelen yönetmenlerin hali nice oluyor: kervana son katılan isim Sun-ae Lim! Filmografisi olmayan yönetmenin damdan düşer gibi bu filme yeltenmesi, acemiliğini atacağı deneme tahtasına dönüştürüyor filmini. Kültür olarak anlamakta zorlandığımızı düşündüğüm bu Asya ülkesini, daha sempatik, daha anlaşılır kılacak göstergelerden de mahrum bırakıp seyirciyi iyicene yalnızlaştırmış. Festivalde keyfimi kaçıran tek filmdi.

Festival ile ilgili diğer yazılar:

10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Günlükleri 1: Kısa Filmler

10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali Günlükleri 2: Adalet Terazisi Seçkisi

Yazar: Umut Uçan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir