
Sinemanın Tarihsel Gelişimine Kısa Bir Bakış: Bölüm 1
Edison, Skladanowsky Kardeşler ya da Lumiere Kardeşler… Kim bulmuş olursa olsun sinema, bulunuşundan itibaren insanlar için vazgeçilmez bir araç oldu. İlk başlarda sadece bir eğlence aracı olarak görülmüş olsa bile zaman ilerledikçe daha çok gelişti ve rüyalar üreten bir kaynağa, bir ‘Rüya Fabrikası’na dönüştü! Şimdi bu ‘Rüya Fabrikası’nın gelişimine şöyle kısaca bir göz atmaya ne dersiniz?

Fotoğrafın Keşfi
Karanlık Oda ya da Karanlık Kutu adıyla bilinen fotoğraf tekniği Camera Obscura’dan ilk kez M.Ö. 4. yüzyılda Aristoteles ve M.Ö. 5. yüzyılda Çinli filozof Mo Ti bahseder. Daha sonraki yüzyıllarda Leonardo da Vinci’de dâhil olmak üzere birçok kişi bu tekniği araştırmış ve üzerinde çalışmıştır. Bu tekniğe Camera Obscura (Latince’de Camera “oda”, Obscura da “karanlık” demektir.) ismini koyan Johannes Kepler, 1620 yılında taşınabilir bir Camera Obscura icat eder. 18. yüzyıla geldiğimizde ise yeni bir makine gün ışığına çıkar: Fotoğraf Makinesi!
Birçok icat gibi fotoğrafın keşfi için de tek bir isimden bahsedemeyiz. Ama fotoğrafın keşfinde en çok emeğe sahip isimlerden biri yadsınamaz bir şekilde Fransız mucit Joseph Nicéphore Niepce’dir. Niepce, 1813 yılında başladığı çalışmalarının meyvelerini ışığa duyarlı bir levha üzerinde, kalıcı görüntüler elde ederek alır. 1826 yılında ise tarihte bilinen ilk fotoğrafı çekmeyi başarmıştır. (Üstte) Fakat bu görüntünün oluşması için 8 saat gibi oldukça uzun bir süre gerekir. Çalışmalarına devam eden Niepce, 1829’da onunla benzer çalışmalar yürüten Louis-Jacques-Mande Daguerre’la tanışır ve ikili bu tarihten itibaren beraber çalışmaya başlar. Ancak 1833 yılında Niepce talihsiz bir şekilde ölünce Louis Daguerre bu alandaki çalışmalarını tek başına yürütmek zorunda kalır. 1839’da Louis Daguerre, kendi adını verdiği Daguerreotype yöntemini keşfeder ve bu yöntem Fransız Bilimler Akademisi tarafından onaylanır. Böylece fotoğraf halk tarafından ilgi görür ve yaygınlaşmaya başlar.
1830’lu yıllardan başlayarak zootrop, taumatrop, fasmatrop, fenakistiskop ve praksinoskop adları ile bilinen çeşitli aygıtlar geliştirilir. Takvimler 1877 yılını gösterdiğinde ise Eadweard Muybridge, eşit ve kısa aralıklarla yan yana dizdiği 24 fotoğraf makinesiyle koşan bir atın görüntülerini çeker ve bu fotoğraflarla hareketli bir görüntü oluşturmayı başarır. 1882’de Etienne-Jules Marey’in kuşların uçuşunu incelemek için saniyede 12 kare fotoğraf çeken bir makine olan ‘Fotoğraf Tüfeği’ni icat eder. Bunları 1887’de fotoğraf çekiminde selüloit filmin kullanılması ve 1888’de selüloit film şeridinin seri üretimine başlanılması gibi gelişmeler takip eder…

Ve Sinema Doğuyor…
Sinemanın doğuşu Lumiere Kardeşler’e mal edilse de, onlardan önce Edison’un kamerayı bulduğunu hatırlatmak da fayda var. Fakat tüm sinema tarihçileri, kameranın bulunuşunu değil, hem film çeken hem de oynatan sinematografın bulunuşunu sinemanın doğuşu olarak kabul eder. Çünkü Lumiere kardeşlerin
bulduğu sinematograf, aslında ticari sinemanın da doğuşudur. Ama gariptir ki bizzat sinemayı keşfeden Louis Lumiere, sinema için “Ticari bir geleceği yok!” demiştir. Hemen burada bir not düşmek istiyorum. Max ve Emile Skladanowsky, -Lumiere Kardeşler’den yaklaşık iki ay önce- Bioskop isimli makineleri ile 1 Kasım 1895 günü, para ödeyen bir topluluğa ilk hareketli film gösterimini yapmışlardır. Fakat Skladanowsky Kardeşler’in film yansıtıcıları hareketli resim ve görüntüleri kabaca art arda gösteren bir aygıttır ve oldukça ilkeldir. Bu yüzden beklenen ilgiyi görmemiş, kısa sürede unutularak yerini sinematografa bırakmıştır.
1890 yılında Thomas Alva Edison ve yardımcısı William Laurie Dickson kameranın ilk hali olarak adlandırabileceğimiz ‘kinetograf’ı yaptılar. Bu makine ile 15 metrelik filmler üzerine saniyede kırk görüntü kaydedilebiliyordu. Peki, kaydedilen bu görüntüleri nasıl seyredeceklerdi? İşte bu sorunu da Edison ‘kinetoskop’ (daha sonra bunu geliştirip ‘vitaskop’a dönüştürecektir) adını verdiği gösterim makinesi ile çözdü ve bu makine aracılığıyla kaydedilen görüntüleri hareketli bir biçimde yansıtmayı başardı. Kinetoskop için “kişiye özel sinema” demek yanlış olmaz sanırım. Çünkü kinetoskop hem büyük hem de gizemli bir kutuydu ve izleyici ancak gözlerini kutunun üzerindeki iki küçük deliğe dayayarak görüntüleri seyredebiliyordu.

İlk toplu film gösterimi 20 Mayıs 1891’de West Orange’daki Edison Laboratuarlarında yapıldı. Ayrıca Edison, kinetoskopları ticari olarak satışa sunduktan sonra 1893 yılında güneşin durumuna göre tekerlek üzerinde hareket ettirilebilen ilk film stüdyosunu da inşa edip ismini Black Maria (ya da bilinen diğer ismiyle Kinetographic Theater) koydu.
Babaları sayesinde kinetoskop ile tanışan Auguste ve Louis Lumiere, bu makineden oldukça etkilenmişlerdi. Kinetoskop’dan ilhamlarını alan Lumiere Kardeşler ‘sinematograf’ adını verdikleri makineyi geliştirdiler. Kinetoskop’un aksine hem film çekimi ve hem de film gösterimi yapabilen sinematograf, hafif olduğu için de kolaylıkla istenilen yere taşınabiliyordu.
Lumiere Kardeşler ilk film gösterilerini 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’teki Capucines Bulvarı’nda bulunan Grand Cafe’nin Indian Salon’nunda yaptılar ve bu gösteri sinemanın doğuşu olarak kabul edildi! Programın afişinde sinematograf şöyle tanılıyordu:

Bay Auguste Lumiere ve Louise Lumiere tarafından icat edilmiş olan bu aygıt; anlık gerçekleşen bir dizi olayı, belli bir anda meydana gelen tüm hareketleri kaydedebilme ve bir objektifle arka arkaya sıralayabilme, sonra da aynı hareketleri, salonda bulunan bir perdeye ya da ekrana büyük boyutlu olarak yansıtabilme kapasitesine sahiptir.
İlk sinema gösterimine yalnızca 35 kişi tanık oldu. “Fabrikadan Çıkış / La Sortie de l’Usine Lumière à Lyon” isimli 46 saniyelik film, öğle yemeği için dışarı çıkan işçileri gösteriyordu ve bu film sinema tarihinin ilk filmiydi. Bu gösteride seyircilere toplam on film seyrettirildi.
İlerleyen zamanlarda özellikle “Trenin La Ciotat Garına Gelişi / L’Arrivée d’un Train à la Ciotat” isimli film birçok seyirciyi oldukça etkiledi. Öyle ki seyircilerden bazıları üzerlerine gelen trenden korktukları için çığlıklar içinde salonu terk ettiler, bazıları ise telaş içinde başlarını öne eğdiler. (Bu sahnenin çok hoş bir canlandırmasını Martin Scorsese’ın Hugo’sunda bulabilirsiniz.) Ve çok geçmeden bu “sihirli” icadın ünü kulaktan kulağa yayıldı…
Kaynakça
1. Akbulut, D. (2012). Sinemanın İlkleri: Film Başlıyor. İstanbul: Etik.
2. Milliyet İlkler Ansiklopedisi. (1985). İstanbul.