Titana Saldırı: Çöküşten Önce – #1 (Çizgi Roman Eleştirisi)
Hajime Isayama’nın 2009 yılından beri yazıp çizdiği “Shingeki no Kyojin” ya da uluslararası adıyla “Attack on Titan” mangasının, orijinal hikâyesi, etkileyici çizimleri ve yarattığı kasvetli atmosferi düşünüldüğünde popüler olmayı başarması elbette kaçınılmazdı. Şuan serinin hâlihazırda 20 cildi yayınlanmış bulunuyor. (Ülkemizde ise Gerekli Şeyler etiketiyle çıkan manganın en son 13. cildi dilimize çevrildi.) Ama Titanlar asıl ünlerine, “Death Note” animesinin yönetmeni Tetsuro Araki’nin mangaya el atıp 2013 yılında 25 bölümlük bir animeye dönüştürmesinden sonra kavuştu desek yanılmış sayılmayız.
Sonrası malumunuz… “Attack on Titan”, tüm dünyayı kasıp kavuran bir efsaneye dönüştü! Hatta biz animenin 2. sezonu için gün sayarken, geçtiğimiz yıl, Shinji Higuchi tarafından iki bölümden oluşan live-action bir sinema filmi bile çekildi. Bu filmler “Attack on Titan” evrenini görsel anlamda oldukça başarılı bir şekilde yansıtsalar da, senaryolarının aksayan tarafları görmezden gelinmeyecek kadar boldu. “Part 1” ne kadar sorunu olsa da, bir anlamda ana seriye sadıktı bu yüzden izlemesi hayli keyifliydi. Gel gelelim “Part 2” de, ana serinin hikâyesinden spoiler vermemek adına farklı bir hikâye anlatıldığı için işler çığırından çıkmıştı! Bu yüzden de hayranları memnun etmeyecek “filler” tadında bir uyarlama izlemek durumunda kaldık.
Tabii “Attack on Titan” çılgınlığı sadece televizyon ve sinemaya sıçramadı. Hajime Isayama’nın yarattığı dünya o kadar büyük ve derindi ki manganın birçok spin-off romanı ve mangası da peyda oldu. Bizim asıl konumuz olan ve 2013 yılında yayınlanmaya başlayan “Before the Fall / Çöküşten Önce” de şimdilik 9 ciltten oluşan bir “Attack on Titan” spin-off’u ve ana serinin geçtiği zamandan tam 70 yıl öncesini konu ediniyor.
Minimal ve Etkileyici!
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, “Çöküşten Önce” çok zor bir iş için kolları sıvamış. Peki, neden? “Attack on Titan” büyüleyiciliğini en çok çözüldükçe ucuna bir yenisi eklenen o gizemli düğümünden alıyor. Sürekli dönen aksiyona, öldürülen titanlara, katledilen insanlara, kopan vücut parçalarına, katıksız bir drama rağmen, mangayı okurken en çok “merak” ediyoruz. Ve öğrendiğimiz bir sır, açığa çıkan yeni bir gerçek bizi rahatlatmıyor; aksine merakımızı daha çok arttırıyor. Bunca cevaplanmamış soru, bunca keşfedilmemiş toprak, bunca açığa çıkmamış sırların olduğu bir dünyanın, kasvetli ve karamsar hikâyesinin öncesini anlatmak işte bu yüzden çok zor! Beklenti ister istemez büyüyor…
Fakat “Çöküşten Önce”nin büyük bir hikâye anlatma derdi yok gibi gözüküyor. Ya da bize yepyeni sırları açığa çıkaracağına dair bir vaadi de bulunmuyor. En azından ilk cilt için durum böyle. Manga, minimal ama etkileyici bir konu seçiyor kendisine. Aslında iyi de yapıyor. Zira tam da yukarıda anlattığım sebeplerden ötürü daha destansı, daha büyük bir hikâye anlatmaya çalışılırsa altında kalacağı çok belli. Ama Titanların dünyasında, çok daha eski bir zamanda geçen ufak ve dramatik bir hikâye, işte bu gerçekten reddedilemez bir yolculuk imkanı sunuyor.
Titan’ın Oğlu: Kuklo
Her şeye rağmen, 70 yıl önceki “Duvarlar”da yaşayan insanlar hakkında daha çok şey öğrenmek istiyor insan. Ama yazar Ryo Suzukaze, bu isteğimizi hiç umursamadan dönemin atmosferini yansıttığı kısımları apar topar geçiyor. Titanlara tapan bir topluluk gibi ufak tefek detaylar ağzımıza bir parmak bal çalmaktan öteye gidemiyor. Hızlı bir şekilde başkahramanımız “Kuklo” ile tanışıyoruz ve onun rahatsız edici hikâyesine kapılıp gidiyoruz.
Kuklo’nun annesi, ona hamileyken bir Titan tarafından yenilip kusuluyor. Annesinin ölmesine rağmen Kuklo doğmayı başarıyor ve doğar doğmaz ona “Titan’ın oğlu” yaftası yapıştırılıyor. Sonrasında bu isim yüzünden kafeslenip sergileniyor, satılıyor, aşağılanıyor, işkence ediliyor ve bir hayvan gibi muamele görüyor… İşte ilk cilt Kuklo’nun kendisini, insanlığı ve Titanların hüküm sürdüğü bir dünyayı keşfedişini anlatıyor.
Hikaye Sürükleyici Ama Çizimler Yavan
Hikâye gerçekten sürükleyici, üstelik basit bir yapısı olduğu için de sıkılmadan, hızlı bir şekilde sonunu buluyoruz. Ana serideki kadar başarılı olmasa da, merak unsuru iyi kullanılmış diyebiliriz. Gerçi ilerleyen ciltlerde bu hikâyeyi nasıl derinleştirecekler onu çok merak ediyorum. Bu arada yeri gelmişken 2. cildin de Türkçeye çevrildiğini hatırlatalım.
Çizimlere gelecek olursak, biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Satoşi Şiki, “Attack on Titan” evrenine nazaran baya yavan bir iş çıkarmış. Bazı panellerde çıkarılan işçilikten etkilenmiş olsam da genele baktığımızda, özellikle mekân çizimlerindeki basitlikten ötürü bir hayli rahatsız oldum. Ama mekan çizimlerine kıyasla çok daha titiz çalışılmış karakter çizimleri durumu biraz dengeliyor.
Sözün özü, şayet “Attack on Titan” evrenine hayranlık duyuyorsanız ve serinin sıkı bir takipçisiyseniz, 70 yıl önceki gizemli dünyada geçen, “Titan’ın oğlu” Kuklo’nun ilgi çekici hikâyesi sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Ayrıca serinin bu ilk kitabında, seri yayınlanmadan önce yayınlanmış olan fragman mahiyetinde bir giriş bölümü de bulunuyor. Keyifli okumalar…